"ÖN SÖZ"
Sadece dokümanter gerçekleri aktarmaya çalıştığımız bu çalışma, kıdemli üyelerimizin hatıralarını tazelerken, yeni üyelerimizin Kulübümüzün geçirdiği evreleri öğrenmelerini amaçladı.
Varolmayan bir arşivle çalışmaya başlanıldı. Üyelerimizden bilgiler, dokümanlar alındı, Dernekler Masası’nın arşivinden faydalanıldı, Derneğimizin kayıtları incelendi ve öncelikle var olmayan arşiv oluşturulmaya çalışıldı. Mevcut olan ve temin edilen bilgi ve doküman, çapraz kontrolden geçirildi.
Bu, bir “tarih kitabı” veya “tarihçe” değildir, sadece dünden bugüne Moda Deniz Kulübü’nün geçirdiği evreleri anlatır. Ortak özgörevimiz çok iyi bilinmesine rağmen yapılan özgörüş yanlışlıklarını yorum yapmadan dökümante eder, mümkün olduğunca doğruları aktarır. Güzelliklerinden ve imkânlarından hiçbir sorgulama yapmadan faydalandığımız sosyalleşme zeminimiz Moda Deniz Kulübü’nün bugünlere gelirken atladığı mihenk taşlarını dile getirir. Üyelerimizi bilgilendirirken, gelecekteki yönetimlerin bu derslerden faydalanmalarını amaçlar. Belki de bir “alınan dersler” dokümanıdır.
Bu yoğun çalışma, Önderimiz Atatürk’ün direktifleri doğrultusunda kurulan Moda Deniz Kulübü’ne sevgi ve saygı gerektiriyordu, dikkat, özveri, araştırmacılık ve nesnellik, yazar ve derleyenin en önemli özellikleri olmalıydı. Önceki Yönetim Kurulu Başkanımız Sayın Dr. Altan Edis’den Moda Deniz Kulübü adına bu çalışmaya sahip çıkmasını, yazar ve derleyeni olmasını rica ettik.
Sayın Dr. Altan Edis’e çok teşekkür ediyoruz.
MODA DENİZ KULÜBÜ DERNEĞİ
YÖNETİM KURULU
"BAŞLARKEN"
Yola Moda Deniz Kulübü’nün tarihini yazmak üzere çıktık. Ancak elde kullanılabilir nitelikte yeterince kaynak bulunmaması ve bugüne kadar maalesef kalıcı bir arşivin geliştirilememiş olması, bilgi ve belgelere dilediğimizce erişmemizi olanaksız kıldı. Kulübün dışındaki kaynaklar ise oldukça dağınık ve güvenilir olmaktan uzaktı. Tek dayanak, kıdem yaşı önde gelen üyelerimizin anlatımları ile elimizdeki resmi belgelerden aktarılacak anılarla sınırlı kalıyordu. Bu olanaklarla toplumda derin izler bırakmış, sosyal yaşamımıza öncülük etmiş ve arkasında yetmiş beş yılı aşkın köklü bir geçmişe sahip büyük bir kurumun tarihini yazmak, oldukça iddialı, hatta pek çok yönü ile yanlış bir girişim olacaktı. Ayrıca yapılacak çalışmaya “Tarihçe” demek, bilimsel sınır ve kalıpları da her yönü ile zorlamış olacaktı.
Bu nedenle, elimizdeki kalan belgelerle sınırlı kalan bu derlemeye, “Dünden Bugüne Moda Deniz Kulübü” başlığını vermeyi daha uygun bulduk.
Atılmış olan bu ilk adımın, bundan sonra yapılacak araştırmalara ve çalışmalara öncülük edeceğine inanıyoruz. Bilgi ve belgeler daha sistematik ve bilimsel tarzda toplanarak, yarın yazılacak olan “Moda Deniz Kulübü Tarihi”, yine inanıyoruz ki geçmişte yaşadığımız güzel yılların değişik boyutlarını, bize her yönü ile daha yakından irdeleme fırsatı yaratacaktır.
Bu çalışmamıza pek çok değerli üyemiz katkıda bulunmuştur. Başta Mehmet Baler’in geçmişte kalan günleri kendine özgü güzel anlatımı ile bizlere aktarması, bu kitaba canlılık kazandırmış ve adeta bizleri o renkli anıların içine çekmiştir. Kendisine ne kadar teşekkür etsek azdır. Diğer taraftan üyemiz Ahmet Güleryüz’ün, denizcilik konusundaki aktarımları ve elindeki belgeleri bizlerle paylaşması, Moda Deniz Kulübünün kuruluş amacını belgeleyen önemli göstergelerden biri olmuştur. Ayrıca kitabın oluşmasında gösterdiği üstün gayreti de unutmamız mümkün değildir. Yine aynı şekilde ellerindeki belgeleri bizlere esirgemeden veren, dünkü anılarını bugün tüm tazelikleri ile bizlere aktaran diğer dostlara da, en içten şekilde teşekkür etmek, önde gelen borcumuzdur. Bir kurum, onu oluşturan insanlarla hayat buluyor, gelişiyor ve renkleniyor. Dünden bugüne çok anlamlı günleri yaşayan Moda Deniz Kulübü de, onunla özdeşleşen üyeleri ile gelişmiş ve bugünlere gelmiştir. O nedenledir ki hepimiz, bugün kurucumuzun, büyük insan Atatürk olduğunu, heyecanla ve gururla söyleyebiliyoruz.
Dünü yazarken karşılaştığımız en çetin konulardan biri, olayların anlatımında tarafsız kalmayı başarabilmekti. Bu yönde elden gelen özen gösterilmiş ve aktarımlar mümkün olduğu ölçüde belgelerle desteklenmeye çalışılmıştır. Buna rağmen, bilgi kıtlığından veya yorum hatalarından kaynaklanan eksiklerimiz ve yanlışlarımız kesinlikle olmuştur. Yukarıda da değinildiği gibi sonraki yıllarda yazılacak eserler, inanıyoruz ki bu hatalarımızı onaracaktır.
Üççeyrek asırlık bir geçmişi şüphesiz çok farklı boyutlardan incelemek mümkündü. Biz bu çalışmada, yaşanan yılları iki farklı açıdan ele almayı tercih ettik. Başka bir anlatımla, üyelerin Kulüpte geçirdikleri günlük yaşam, onların verilen hizmetlerden istifade etmeleri, gülmeleri, eğlenmeleri ve geride pek çok kişisel anıları bırakmış olmaları işin bir boyutu; diğer yönü ise bunun arkasında kalan ve üyelerin çoğunluğu tarafından pek bilinmeyen, Kulübün yönetimine ilişkin ikinci boyut. İlki hep güzel ve keyifli geçmiştir. Ancak genelde perde arkasında kalan taraf için aynı şeyleri söylemek mümkün değildir. Burada sıkıntılar vardır; inişler çıkışlar vardır, zaman zaman varoluş mücadeleleri vardır. Dünden bugünlere gelişi ele alırken, daha ziyade perde arkasında kalmış bu bilinmeyen yönleri öne çıkarmayı tercih ettik.
Geride bıraktığımız 75 yıllık yaşama anlam katan ve bu kitapta yer alması gereken, kuşkusuz pek çok üyemizin Kulüple birlikte yaşadığı sayısız anısı vardır. Bunlar da tek tek üzerinde durulması gereken olaylardır. Keşke sayfalar yeterli olabilseydi ve bizler de onları burada uzun uzun yazabilseydik. Fakat inanıyoruz ki, bu ilk adımdan sonra Kulüp üzerinde çok anlamlı ve güzel eserler yazılacaktır.
Eğer bu mütevazı çalışma, Moda Deniz Kulübünün toplumdaki özel yerini, verdiği mücadeleleri, yaşadığı sıkıntılı günleri, bunların da ötesinde sahip olduğu köklülüğü ve daima çağdaş olan yapısını biraz olsun genç kuşaklarımıza aktarabilirse, bundan büyük mutluluk duyacağız.
"MODA VE MODA DENİZ KULÜBÜ"
Moda İskelesi’ni karaya bağlayan mendirek, sanki adımlarınızı çok farklı güzelliklere taşımak için yapılmıştır. Yürüdüğünüzde bir tarafınızda Kalamış Koyu’nun doyumsuz gizemi, diğer yanınızda Marmara’nın üstünüze üstünüze gelen hırçın lodosu, anlatılması güç bir heyecanın içine çeker sizleri. Fakat yanlışlıkla sakın durup arkanıza bakmayın! İrkilmeden edemezsiniz. Sanki korku öykülerinde tanımlanan, ürkütücü, küçük bir şatoyu andıran bina, kızgın bakışlarla gözlerini size dikmiş gibi gelir.
Nasıl kızgın olmasın? Bugün camları kırılmış, etrafını saran sarmaşığın kökleri bile çoktan toprak olmuş, çarpılmış, neredeyse düştü düşecek olan o güzel kapı, bilseniz zamanında kimleri buyur etmişti. Nice krallar, kraliçeler ve büyük devlet adamları hep o geniş kapıdan geçerek binanın içine misafir edilmişlerdi. İkinci katta yer alan sıvaları dökülmüş, şimdi bekçisinin çamaşırlarının sallandığı geniş üst terasta, Atatürk kahvesini yudumlarken, kim bilir çevresindeki erkana neler anlatıyordu? Yine pejmürde ve yer yer geniş çukurlarla kaplı, denize uzanan o yazlık alt terasta, dans eden çiftlerin, kulaktan kulağa fısıltılarını bugün duyar gibi olursunuz. Her perşembe çay saatlerinde ve gençlik gecelerinde yaşanan temiz aşklar ne güzel birliktelikler oluşturmuştur kim bilir? İskele ile arada kalan denizde, üst üste demirleyen teknelerden çıt çıkmadan, Münir Nurettin’in koyu kucaklayan o eşsiz sesi, mehtaplı gecelerin ayrılmaz bir parçası olurdu. Şık ve özenli kıyafetleri ile grup grup insanlar iskeleye inerek, bu güzellikleri izler ve sözünü ettiğimiz bina ile adeta özdeşleşirlerdi.
Bugün, bu güzelliklerden eser yok. Bilmeyenler hep soruyorlar: “Nedir bu harabe Allah aşkına?” Siz de, sıkılarak önünüze bakıp, konuyu değiştirmeye çalışıyorsunuz. “Moda Kulübüydü” demek, eminiz yüreğinizi sızlatıyordur...
İşte anlatacaklarımızın çoğu, hatta kökünü oluşturan olaylar bu binada geçiyor. Moda Deniz Kulübünün, dünden bugüne kayan anılarına, hep bu mekan ev sahipliği yaptı.
Bugün, Moda Deniz Kulübünü oluşturan “kültür”den söz ederken, eskiyi bilmeden, hatta onu anlamadan edilecek sözler boşlukta uçuşacaktır. Neden Kulüp orada kuruldu? Kulüp ve çevre ne kadar birbirini etkiledi? Veya adımızın başındaki “Moda” kelimesi sadece Kulübümüzün yerleşik olduğu bir semtin mi göstergesi? Gelin şimdi birlikte geçmişe doğru biraz yol alalım. Yaşanan güzel günleri tek tek olmasa bile bir bütünlük içinde birlikte hatırlamaya, sorulara yanıt bulmaya çalışalım.
Moda Deniz Kulübünün kuruluş tarihi 8 Nisan 1935’tir. Kuruluş emrini veren de büyük Önder Atatürk’tür. Kulübün kuruluşuna ilişkin yazılmış kitapların hemen hepsinde; “Kurtuluş Savaşı’ndan sonra 1927 tarihinde ilk kez İstanbul’a gelen Önder, Ertuğrul Yatı ile Moda Koyu’nda gezinti yaparken, Moda’da yaşayan İngiliz aileler tarafından kurulan Yat Kulübünü görür. Kulüp ve etkinlikleri hakkında çevresindekilerden bilgi alır. Daha sonraki yıllarda ise Kulübün ilk Başkanı olacak Celal Bayar’ın da katkısı ile Türkler’in de benzer bir kulüp kurmasını ister.” şeklinde ifadeler yer alır.
Ancak, olay kanımızca bu kadar basit değildir. Yani Atatürk, “madem İngilizler’in bir Yat Kulübü var, neden Türkler’in de olmasın?” gibi yüzeysel bir yaklaşımdan hareket etmemiştir. Her kararını önceden derinlemesine irdeleyen ve sonuçta en isabetli noktayı işaret eden Büyük Önder’in, bu kararında da asla anlık ve duygusal bir yaklaşımda bulunmadığını tahmin ediyoruz. Aksine, Büyük Önder, Cumhuriyet’in kuruluşu ile birlikte tüm kapılarını çağdaşlığa açan bu ülke insanının, yaşam tarzının da aynı doğrultuda olmasını istemiştir. Cumhuriyet Devrimleri ve onları oluşturan sosyal öğeler yakından incelendiğinde, bu açılımları kökleştirmek için ne denli güçlü çabalar verildiği tüm açıklığı ile ortadadır.
İşte, Moda Deniz Kulübünün kuruluş talimatı da, bu çabalara güzel bir örnek oluşturur. Bu nedenle Moda Deniz Kulübünün özellikle Moda’da kurulması, asla bir tesadüfün veya anlık bir kararın sonucu değildir. Yoksa rahatlıkla, o dönemlerde yerleşim yeri olarak bomboş olan Kalamış veya Fenerbahçe kıyıları tercih edilebilirdi.
Kadıköy ve özellikle Moda köklü kültürlere ev sahipliği yapmış önde gelen semtlerimizden birisidir. İnanıyoruz ki, Atatürk de kurulacak kulübün, böyle bir kültür zemininde filizlenerek yeşermesini, örnek olmasını istemiştir. Bu görüşü desteklemek için az da olsa, Moda ve çevresini yakından tanımakta yarar var.
Tarih penceresini biraz araladığımızda, Kadıköy ve Moda’nın, İstanbul’un çok eski yerleşim merkezlerinden olduğunu görürüz. Hep bilinen bir efsaneye göre; M.Ö. 660 yılında Korint Boğazı yakınlarında yerleşik Megara şehri halkı, yeni bir yaşam yeri ararken, Korint Hatifi’ne uygun bir yer sorarlar. O da “Körler Köyünün karşısına yerleşin”, diye buyurur. Bizas’ın komutasında yola çıkan topluluk, bugünkü Sarayburnu önlerine geldiklerinde Kadıköy’ü göstererek, “İşte, Körler Köyü (Kalkhedon) şu karşısı olmalı” diye düşünürler ve Sarayburnu’na yerleşirler.
Evet, bugün yaşadığımız yörenin adı efsaneye göre böyle belirlenmiş. Latife olsun diye, efsaneyi biraz çarpıtacak olursak; bizce, eğer Bizans ve onunla birlikte olan topluluk önce Kadıköy’e gelip, bir güneş batışında Sarayburnu’nu Kadıköy’den seyretmiş olsaydı, asıl karşı kıyıda yaşayanlara Kalkhedon’lu adını verirlerdi...
Gerçekte ise kaynaklar, yaşamın M.Ö. 2 bin yılı sonlarından itibaren Kadıköy’den kuzey-batıya yani Sarayburnu’na doğru oluştuğunu doğrulamaktadır. Kadıköy Bizans’ın kuruluşundan önce de mevcuttu. Kalkhedon’un üç burnundan biri olan Herueon’un (Moda Burnu) üzerinde İmparator Teodos’un bir sarayı olduğu da söylenir. M.Ö. 658 yıllarında Fenikeliler’in bir bölümü, Moda Burnu ile şimdiki Yoğurtçu Parkı arasındaki kıyı şeridine yerleşmişlerdir. Bir görüşe göre de Fenikeliler Kadıköy’e “Yenişehir” anlamına gelen “Chalkhedon” ismini vermişlerdir.
Moda o tarihlerde Fenikeliler’in bir ticaret iskelesi idi. Bu yönde yapılan araştırmalar ve Moda çevresinde bulunan eskiye ait eşya ve aletler, bu bölgenin eski çağlardan kalan bir yerleşim yeri olduğunu göstermektedir. Yapılan kazılarda, Moda Burnu’nda topraktan yapılmış kandiller, renkli vazolar, öküz heykeli ve üzerinde Kalkhedon kitabesini içeren bir tunç levha bulunmuştur. Biraz daha sayfaları çevirecek olursak, M.S. 688 yılında Emevi Komutanı Halid Binzeyd’in ve M.S. 781’de Abbasiler’in Kalkhedon’a gelerek bu topraklara yerleştiklerini görürüz. M.Ö. 133 yılında ise Bergama Kralı Attalius, Kalkhedon’u Roma İmparatorluğu’na katmıştır. Osmanlılar’ın Kadıköy’e yerleşmeleri de 1350 yılında olmuştur. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi ile şehrin doğu ve batı yakası birleşerek, Kadıköy, Osmanlı İmparatorluğu içine alınmıştır.
1839 Tanzimat Dönemi’ni takip eden yıllar, sosyal yaşamda batı kültürünün etkin olduğu bir dönemdir. Avrupalı gibi yaşamak ve davranmak, o dönemlerde yavaş yavaş Beyoğlu’ndan Boğaz kıyılarına, oradan da Moda ve Adalar’a doğru yayılmaya başlar. Bir süre sonra Moda, bu tarz yaşam biçiminin merkezi olma yolunda ilerler. Azınlıklar ve Türk elit nüfusun yoğunlaştığı bu bölgeye elektrik ve havagazının getirilmesi, Batı mimarisinin uygulanması, doğal olarak halkın da davranış ve yaşam biçimini değiştirmişti. 1885’li yılların başında bu yerleşime katılan, başta İngilizler olmak üzere İtalyanlar, Fransızlar daha önceden yerleşik Türkler ile Moda’da adeta bir mozaik oluşturmuşlardır.
Moda’ya gelip yerleşen Levanten dediğimiz bu insanlar, o dönemin ticaret hayatında da söz sahibi idiler. Moda’da evleri, Galata’da işyerleri bulunurdu. Örneğin Tübini Ailesi’nin Moda’da yaptırdığı saray nitelikli ahşap malikhane nedeni ile bir süre sonra Moda Burnu’na “Tübini Mahallesi” bile denmiştir.
Bunun yanı sıra Frederiçi, Momiko, Lafontaine, Loranda, Fürstenberg ve Frankenstein gibi ailelerinin Moda’da yaşattıkları derin bir kültür vardı. Özellikle Moda’nın mimari dokusunu oluşturan köşkler, semte bambaşka bir güzellik kazandırmaktaydı. Bunlar arasında Moda Caddesi’ne üç kapıyla açılan Mermer Konak, Whittall Köşkü, Mahmut Muhtar Paşa Köşkü, Moda Palas Oteli olarak bilinen Tubini Malikhanesi, Dr. Antipa Köşkü, Sabur Sami Bey Köşkü, Dowson Evleri, Villa Longchene, Villa Mathieu, Villa Wohl, Villa Charneaud, Villa Landgrabe, Villa Glavani, Dr. Arif Sarıca Paşa Köşkü ve Frederici Köşkü önde gelen yapıtları oluşturmaktaydı. Ne yazık ki bu güzelliklerin pek çoğu, günümüzde yok olmuş ve yerlerini çarpık yapılaşmaya terk ermek zorunda kalmıştır.
Moda Deniz Kulübünün ilk yönetim kurulunda yer alan Arthur Whittall ve Reginald Whittall ailesi de bu yıllarda Moda’ya gelip yerleşenlerdendir. Ayrıca takip eden yıllarda Moda, Mussolini ve Hitler rejiminden kaçan pek çok bilim adamına da ev sahipliği yapmıştır.
Bu değişik fakat ortak bir paydada buluşan kültürel yapı, zamanla Moda’da kendine özgü bir yaşam biçimi oluşturmuştur. Sosyal yaşamda insanların günlük giyim kuşamı, davranış biçimleri ve yaşam tarzı, alışıla gelmişin dışında bir görünüm vermekteydi. Örneğin Tenis oyunu o dönemlerde hiç tanınmazken, bugün Kulübümüzün işletmesi içinde bulunan Tenis Kortumuz, 1930’lu yıllarda İngiliz ailelerinin öncülüğünde yapılmıştır. Yine o dönemlerde İngilizler İzmir ve Bebek’teki rakip takımlar ile Moda Tenis Kortunda turnuvalar tertiplemişlerdir. Başkanlarımızdan Zeki Rıza Sporel’in eşi olan Hazel Whittall’un, kadınlar tenisinde birçok kez şampiyon olduğu söylenir.
İşte bu yıllarda İngilizler’in öncülüğünde Moda İskelesi’nde kurulan Yat Kulübü, daha sonra deniz etkinliklerine Türkler’in de katılması ile !Türk – İngiliz Yat Kulübü” adını almıştır. 1913 tarihli bir Donanma dergisinde, o yıl Sultan 5. Mehmet Reşat’ın da Ertuğrul Yatı ile katıldığı deniz şenlikleri, pek çok fotoğrafla süslenmiş olarak Servet-i Fünun Dergisinde 16 sayfalık bir makale ile anlatılmaktaydı. Bu yönü ile de Moda Koyu gerek yatçılık, gerekse diğer deniz sporları ile ilgili yerli ve yabancı birçok kulüp ve kuruluşun ve ayrıca birçok ünlü yatçının buluştuğu bir bölge olma özelliğini taşıyordu.
Görüldüğü gibi Moda, o yıllarda İstanbul’un başka semtlerine hiç benzemiyordu. Sokaklarında dolaşan, döneme göre ilginç sayılacak şapkalı hanımlar, değişik kıyafetleri ile ilgi çeken beyler, alışılmışın dışındaki bir yaşam tarzı, bu farklılığı vurgulayan çarpıcı örnekleri oluşturuyordu. İşte semtin adı olan “Moda” da bu farklılığı vurgulamak üzere konmuştu. Hatta, Sami Paşazade’nin Sergüzeşt adlı romanında Moda Burnu’ndan söz edilmektedir. Yani semte Moda isminin verilmesi 1885’li yıllara kadar uzanmaktadır.
1923 yılında Cumhuriyet’in ilanı ile ardı ardına gelen devrimlerin yarattığı çağdaş yapı ve anlayış, Moda’da eskiden beri mevcut olan bu yaşam tarzına hiç yabancılık çekmeden oturmuştur. Bu yıllarda toplumun önde gelen Türk ailelerinin de özellikle bu semte gelip yerleşmesi, Moda’yı çok sesliliğin ve renkliliğin simgesi haline getirmiştir.
Bu nedenle, kurucumuz Atatürk, Celal Bayar’ın getirdiği öneri üzerine “Bir Türk Kulübü de biz kuralım” talimatını verirken, kuşkusuz denizcilik ve yat sporları ile uğraşma, önde gelen amaç olmuştur. Fakat bu aktiviteyi sürdürebilmek için bir kültürel altyapı da olması gerekiyordu. Moda’nın bu çağdaş yapısı ve bu tür sportif girişimlere olan eğilimi en az ilk faktör kadar etkili olmuştur.
Kurumlar, çevreleri ve kendisini oluşturan bireylerle iç içe yaşarlar. Kuruma yaşam ruhunu veren, onu şekillendiren, onu oluşturan bireylerin dünya görüşleri ve sosyal yaşama bakış tarzlarıdır. Bu yapısal bütünlük, içinde yaşadığı sosyal çevrenin etkisi ile renklenir ve kendine özgü karakteri yaratır. Aynı şekilde değişim süreçleri de, benzer etkenlerin kendilerini değiştirmesi ile farklılaşır. Bu nedenle “Moda” adının Kulübümüz isminin başında yer alması, kuruldukları yerin adı ile anılan pek çok kurumda olduğu gibi tesadüfen veya o kurumu yer olarak belirtmek amacı ile değil, bilakis yöre ile bir kültür bütünlüğü oluşturması için verilmiştir.
İşte Atatürk bu farklılığı sezerek, Kulübün böyle bir kültür yapısı üzerinde kurulmasını ve bu yüzü ile öne çıkmasını arzu etmiştir. Her fırsatta Kulübü ziyaret etmesi ve kuruluşunun hemen ertesi yılında kendisini ziyaret etmek üzere Nahlin Yatı ile İstanbul’a gelen İngiltere Kralı VIII. Edward’ı Kulüpte karşılaması, bu gerçeği destekleyen olaylardır. Bunun yanı sıra, Atatürk’ün yaşamındaki kısa süre içinde, Romanya Kralı Carol’u ve daha birçok devlet adamını, Kulübün ev sahipliğinde burada ağırlaması, kanımızca sadece tesadüf olarak algılanmamalıdır.
Kulüp bu hedefe yönelerek kurulduktan sonra, bugüne kadar İstanbul’un ve ülkemizin her yöresinden kazandığı saygın üyeleri ile genişlemiş ve onların kültürel zenginlikleri ile bütünleşerek bugün toplumdaki örnek yerini almıştır.
Bu yönü ile bakıldığında, Moda Deniz Kulübünü, kapılarını bütünü ile Batı’ya açmış, çağdaş ve çoğulcu düşünen bir yörede, yine bu vasıfları içine sindirmiş insanların bir araya gelerek oluşturduğu bir birliktelik olarak görmek gerekir. İçinde Osmanlı İstanbulu’nun, Tanzimat İstanbulu’nun, Moda Levantenleri’nin izlerini ve fakat en çok Cumhuriyet Devrimleri’nin heyecanını taşıyan insanları görürsünüz. Onların yaşam anlayışları, davranış biçimleri, sahip oldukları çağdaş düşünce modeli, bu kurumu bugünlere gururla taşımıştır. Başka bir deyimle Moda Deniz Kulübünün kuruluş çekirdeğinde özgürlükçü düşünce vardır, çağdaş yaşam anlayışı vardır ve Cumhuriyet Devrimleri’ne bağlılık vardır.
"KURULUŞ"
Moda ve Kalamış Koyu’nun güzelliğini yaşayan Atatürk, çevrenin sosyal ve kültürel yapısını da göz önünde tutarak, dönemin İktisat Vekili olan Celal Bayar’a Kulübün kuruluş talimatını 1934 yılının sonbaharında verir. Bu karardan sonra Celal Bayar ile Zeki Rıza Sporel bir araya gelerek, kuruluş için ön hazırlıklara başlarlar. İş Bankası Genel Müdür Yardımcılarından Muvaffak İşmen ve üye listesinin ilk sırasında kayıtlı Fazıl Öziş de kurucular arasına katılırlar ve çalışmalar yoğunlaştırılır.
Kuruluş modeli için iki alternatif mevcuttu: Ya, doğrudan yani hiçbir kurum ile ilişkisi olmayan bir kulüp kurmak veya daha önce de değinildiği gibi Moda’da yer alan Türk – İngiliz Yat Kulübü ile birlikte bu oluşumu gerçekleştirmek. İkinci seçenek daha ağır basmıştır. Verilen bu kararla kurulacak kulübün, deniz sporları ve özellikle yatçılık ile uğraşma arzusu da ön plana çıkmış oluyordu. Ayrıca, Celal Bayar’ın sahibi olduğu Umurbey yatı, Refii Bayar’ın genellikle Moda Koyu’nda demirleyen Yıldız isimli kotrası ve Zeki Rıza Sporel’in Ceylan isimli teknesi, bu yaklaşımı destekleyen nedenler arasında sayılabilir. Diğer taraftan Whittall Ailesi ile Türk – İngiliz Yat Kulübünün koyda duran yat ve dingileri de ister istemez, kuruluşun bir “birleşme” şeklinde olması gerekliliğini ortaya koyuyordu. Mevcut Kulüp ile hemen temasa geçildi. Yaklaşımı onlar da büyük bir heyecanla karşıladılar. Zaten üye yoğunluğu da Türkler’den oluşuyordu. Aynı amaca dönük iki farklı kulübün yan yana çalışması yerine güç ve amaçları birleştirip, daha köklü bir kulübün ortaya çıkması daha akıllıca olacaktı.
Kış ayları yaklaştığında 64 kişilik üye listesi neredeyse tamamlanmış, yasal işlemlerin bitirilmesine çalışılıyordu. Henüz Cemiyetler Kanunu yürürlüğe girmediği için Medeni Kanunun Dernekler hükümlerinden yararlanarak bir kuruluş nizamnamesi hazırlandı. Tüzük, doğal olarak denizcilik ve yatçılık faaliyetlerini ön plana çıkarmış ve Kulübün kuruluş amacı neredeyse bu faaliyete odaklanmıştı.
Kuruluşun finansmanına İş Bankası yardımcı oldu. Kuşkusuz bu destekte bankanın kurucularından olan Celal Bayar’ın etkisi büyüktü. Hele İş Bankasının genel müdür yardımcılığı görevini yürüten Muvaffak İşmen ve Fazıl Öziş’in, bu girişim içinde yer almaları, bankanın desteğini önemli ölçüde güçlendirmişti. Ayrıca Zeki Rıza Sporel de, yine bankanın iştiraki olan Yün İş Fabrikasının İstanbul temsilciliğini Mahmut Baler ile birlikte yürütmekte idi.
İş Bankasının, Kulübün kuruluşuna o zaman için önemli bir meblağ oluşturan 30.000 Lira gibi parasal bir destek vermesi, işleri bir hayli rahatlatmıştı. Bina sorunu da yoktu. 1910 yılından beri faaliyetlerini Moda İskelesi’nde sürdüren Türk – İngiliz Yat Kulübü, hemen iskelenin yanında yer alan ve Van Valisi Tahir Paşa’nın oğlu Cevdet Tahir Bey tarafından betonarme bir ev haline dönüştürülen binaya, kiracı olarak taşınmıştı. Önceki yıllarda odun deposu olarak kullanılan ve hemen deniz kenarında yer alan bu araziye yapılan bina, gerek mimarisi ve gerekse konumu itibariyle etkileyici bir yat kulübü görünümü veriyordu. Fakat ne yazık ki yeni kurulacak Kulüp de oraya kiracı olarak taşınacak ve bu statü çok uzun yıllar bu şekilde devam edecekti.
Cevdet Tahir Bey’den sonra binanın sahibi, sonraki yıllarda Kulüpte yönetim kurulu üyeliğinde bulunan Celal Sofu oldu. Celal Sofu ile eşi Melek Hanım binanın üst katına taşınmışlar ve alt katı da bir gazinoya kiraya vermişlerdi. Celal Sofu’nun ölümünden sonra mülkiyetin ¾ hissesi oğlu Ziya Sofu’ya, ¼ hissesi de anne Ressam Melek Celal’e geçmiştir. 1976 yılında Melek Hanım’ın Almanya’da vefatı ile de binanın tamamına oğlu Ziya Sofu sahip oldu. Daha sonraki bölümlerde değinileceği gibi Ziya Sofu, Kulüple yaşadığı sorunlar nedeni ile binayı 1980 Yılında Mustafa Özkan’ın sahibi olduğu Son Oto - Oto Alım Ticaret Dağıtım ve Sanayi A.Ş. ye satmıştır. Binanın bugünkü sahibi ise bir özel şahıstır.
Eski binamızın yanında yer alan kayıkhane binasının yapımı ise Kulübün kuruluşundan sonraki yıllara rastlar. Ancak daha önceki yıllarda, yani İngiliz Yat Kulübünün faaliyet gösterdiği dönemlerde de aynı sahada, tekne bakımları için yapılmış salaş, üstü tahta parçaları ile yarı kapalı bir baraka mevcuttu. Burasını bir süre Tanyaş Ailesinin işlettiği söylenir. Kulübün yaptırmış olduğu ve Ahmet Reis’in yönetimine verdiği kayıkhane binası ise diğeri ile mukayese edilmeyecek ölçüde amacına uygun şekilde inşa edilmişti.
Üzüntü ile ifade etmek gerekir ki, Kulüp binası bu kadar el değiştirmesine rağmen, hiçbir dönemde, Moda Deniz Kulübü öne çıkarak “Binayı biz alıyoruz” diyememiştir. Eğer o dönemlerdeki yönetimler, bu kararlılığı gösterebilselerdi, ileriki yıllarda yaşanmış olan pek çok ciddi sıkıntıların da kuşkusuz önüne geçmiş olabileceklerdi. Hatta belki de Kulübün kaderi daha değişik bir yöne doğru gelişmiş olacaktı. Bu konuya sonraki bölümlerde daha ayrıntılı şekilde değineceğiz. Tekrar kuruluş girişimlerine dönecek olursak:
Oluşturulan ilk kurucular arasına Türk – İngiliz Yat Kulübünün yöneticilerinden Reginald Whitthall, Arthur Whittall ve Arnold Haendel da dahil edilmiştir. Amaç, itiraf etmek gerekir ki onların kulüpçülük ve özellikle yatçılık konusundaki deneyimlerinden yararlanmaktı. 8 Nisan 1935 tarihinde kuruluş tüzüğü tescil ve ilan edildiği gün, kurucular ve yönetim kurulu aşağıdaki isimlerden oluşuyordu:
Celal Bayar : İzmir Mebusu, Çifte Havuzlar
Reginald Whittall : Tüccar, Kadıköy Devriye Sokağı
Fazıl Öziş : İş Bankası Umum Müdür Muavini, Ankara
Muvaffak İşmen : İş Bankası Umum Müdür Muavini, Ankara
Arnold Haendel : Deutche Orient Bank, İstanbul Şubesi Md. Mu.
Zeki Rıza Sporel : Yün İş Fabrikaları İstanbul Ajansı, Frederiçi Apt.
Arthur Whittall : İngiliz Sefarethanesi Pasaport Dairesi Şefi
Kuruluş Nizamnamesinde kuruluşun adı “Moda Kulübü” olarak tescil ve ilan edilmişti. Nizamnamenin 1. maddesi “Bu nizamnameyi kabul edecek ve kaydı yapılacak azaları arasındaki sosyal münasebeti genişleterek içtimai ihtiyaçlarını temin ve her türlü deniz sporları ile uğraşmak üzere kurulan birliğin adı Moda Kulübü’dür” şeklinde kaleme alınmıştır. Bu nedenle çok uzun yıllar kulübümüz Moda Kulübü olarak anılmıştır.
Yapılan ilk yönetim kurulu toplantısında, Atatürk’ün talimatını yerine getirmenin onurunu ve gururunu yaşayan üyeler, oy birliği ile kuruluşa büyük emeği geçen Celal Bayar’ı Kulüp Başkanlığına seçtiler. Takip eden ilk genel kurulda da İsmet İnönü’nün onursal başkanlığı coşku ile kabul edildi ve Moda Kulübü böylece yaşama ilk adımını atmış oldu.
Yıl sonuna yaklaşıldığında Moda Kulübünün üye sayısı 192 kişiyi bulmuştu. Ne yazık ki belge yokluğundan ilk üyelerimizin kimler olduğunu sistematik bir şekilde belirleyemedik. Fakat Türk – İngiliz Yat Kulübünden farklı olarak, kulüp üyeleri yalnızca Moda sakinlerinden değil, bilakis geniş bir alanı kucaklayarak, İstanbul ve Ankara’nın önde gelen isimlerinden oluşmaktaydı.
Coşku büyüktü; özellikle yatçılık sporunu ön plana çıkartan yönetim kurulu üyeleri, bu alanda gerçekten örnek oluşturacak etkinliklere imza atıyorlardı. Kulübün önü rengarenk yatlarla şenlenmiş, yarışların kattığı heyecan çevre halkının da büyük ilgisini çekmişti. İnsanlar Moda İskelesi mendireğinde, Koço Gazinosunun önündeki alanda ve deniz kenarındaki falezlerin üzerinde toplanıp bu güzellikleri seyretmekten büyük keyif almaktaydılar.
Bir anda Moda Kulübü sosyal yaşamda öne çıkmıştı. Bu öylesine bir heyecan fırtınasıydı ki, Hayri İpar 1903 yılında İngiltere Southamton’da yaptırdığı ünlü İpar yatını hemen kulübe bağışladı. Hayrı İpar’ı takip eden Refii Bayar, Yıldız isimli kotrasını, ardından Milli Mensucat Fabrikası, Emek ve Yazgan motorlarını kulübe armağan ettiler. Heyecan bitmemişti, ardından Celal Bayar’ın, Bayar 1 ve Bayar 2 motorlarının bağışı devam etti. 1950’li yılların başında da Fuat Süren, Flamingo yatını armağan ederek, Kulübün deniz filosunu daha da güçlendirmişti.
Bu bağış yarışını gören üyeler geride kalmak istemediler. Onlar da aralarında bir kampanya düzenleyerek, toplanan paralarla Moda Kulübüne Rüya kotrası ile Refuge ve Rüzgar deniz motorlarının satın alınmasını sağladılar.
Moda Kulübünün bu yöndeki gelişmesi uzun yıllar devam etti. Kulüp üyelerine yelken sporlarını aşılamak için Harun Ülman’a Martı kotrası, 1 ve 2 numaralı kaba yoleler iki adet orta yole ve iki olimpik tekne Deniz Yolları havuzlarında yaptırılmıştı. 1 ve 2 numaralı yoleler kamarasız, 6 numaralı motorlu olan yöle ise kamaralı idi.
Bugün düşünüldüğü zaman, insan gerçekten hayretler içinde kalıyor. Nasıl bir duygu, güven ve ilgi yaratılmış ki, üyeler hiç çekinmeden yatlarını, deniz motorlarını Kulübe hediye etmişler ve bir araya gelerek bu amaç için para toplamışlar. Yalnızca üyelerin bu davranışı değil, aynı zamanda bütün çevre halkı da kendisini heyecan dalgasının içinde bulmuştur. Her bir etkinlik yakından takip edilmiş, adeta Moda Kulübü ile yöre halkı bu güzel günleri iç içe yaşamışlardır. Yetmiş beş yıl öncesi insanların sahip olduğu bu duygusal bağ, günümüzde hep yakındığımız ilgisizliği, olumlu yönde etkileyecek bir örnek oluşturmalı diye düşünüyoruz.
Açılış balosu 9 Temmuz 1935 tarihinde görkemli şekilde yapıldı. Geceyi Büyük Önder de onurlandırmıştı. Devletin önde gelen isimleri, İstanbul ve Ankara’nın tanınmış simaları ve üyeler, birlikte atılmış olan bu güzel adımı, o gece büyük bir şıklık ve çoşku içinde kutladılar.
Atatürk, Celal Bayar’ın aynı yıl 9 Ağustos 1936’da tertiplediği deniz yarışlarına da katılmıştır. Bir ay sonra 6 Eylül Pazar günü, yanında Kral VIII. Edward ve Madam Simpson olmak üzere Nahlin yatı ile tekrar Kulübe gelmiş, yarışları izlemiş ve daha sonra Ertuğrul yatına geçerek, konukları ile birlikte Florya’ya gitmişlerdir. O günkü yarışlar için üyelere gönderilen davetiye metninde “Büyük Başkanımız İsmet İnönü’nün Yüksek Himayeleri altında Kulübümüz tarafından 6 Eylül 1936 Pazar günü Moda Koyu’nda yapılacak Büyük Deniz Yarışlarına.....” ifadesinin yer alması, birlik ve beraberliği gösteren güzel bir anı olarak daima hatırlanacaktır.
Bir yıl sonra 1 Temmuz 1937 tarihinde, Büyük Önder, Acar motoru ile Kabotaj Bayramı kutlamalarını ve o gün için düzenlenen yarışları izledi. Yarışlarda başarı kazananları tebrik etti. Ata’nın elinden madalya alan o delikanlıların heyecanı görülmeye değerdi. Atatürk, aradan 24 gün geçtikten sonra Ertuğrul yatı ile tekrar Kulübe gelmiş, daha sonra Adalar’a, oradan da Büyükdere’ye geçmiştir.
Yine Ertuğrul yatı ile Atatürk, 8 Ağustos 1937 tarihinde Moda’ya gelmiş ve yattan inerek Kulüpte bir süre istirahat etmiştir. Fakat bu geliş, maalesef onu sevenlerin ve üyelerin Atatürk’ü Kulüpte ağırlayabildikleri son ziyaret olmuştur. Keşke sağlığı ve yaşamı elverseydi ve bu büyük insanı, kurucusu olduğu bu kurumda, daha uzun yıllar gururla misafir edebilseydik...
Kulüp Nizamnamenin 3. maddesinde, “Kulübün mevzu ve gayesi azalarından arzu edenlerin her türlü ve bilhassa deniz sporları ile meşgul olabilmelerini temin için icap eden vasıta ve mahalleri hazırlamak ve azaların sosyal ihtiyaçlarını temin maksadı ile tesis olunmuş içtimai bir Kulüp olmasıdır.” şeklinde denizcilik girişimi önemle vurgulanmıştır. Kuruluş nizamnamesinden de anlaşıldığı gibi Moda Kulübünün temel faaliyet alanını, hatta kuruluş amaçlarından önde gelenini, daha önce de ifade ettiğimiz gibi deniz sporları ve yatçılık oluşturmuştur. Bu amaca uygun olarak çok uzun yıllar, yaklaşık 1955’lere kadar yat sporları Kulüpteki günlük faaliyetleri dolduran bir uğraşı şeklinde yürütülmüştür. Hemen hemen üyelerin çoğunluğu denizcilik etkinliklerine katılmıştır. Bu yönü ile bakıldığında, “dünden bugüne” kaleme alınırken, Moda Kulübünün denizciliğine ayrı bir sayfa ayırmak gerekir diye düşünüyor ve yatçılık anılarının ayrıntılarını, kitapta ayrı bir bölüm olarak sizlerle ileriki sayfalarda paylaşmak istiyoruz.
YÖNETİM VE TAKİP EDEN YILLAR
Celal Bayar Reisliğindeki yönetim, 23 Haziran 1939 tarahinde yapılan genel kurula kadar devam etmiştir. 1937 Yılında Celal Bayar’ın Başbakan olarak hükümette görev alması, ister istemez üstlendiği görev itibariyle kendisinin yönetimden çekilmesini gerekli kılmıştır. Fakat Bayar’ın Moda Kulübüne olan ilgi ve bağı hep süregelmiştir.
Kuruluş ve onu takip eden yıllar coşkulu şekilde geçerken bir o kadar da zorluklarla doluydu. İlk iş Kulüp binasını derleyip toparlamak oldu. Bugün maalesef terk edilmiş hali ile harabeye dönüşmüş Kulübün o şirin binası, neredeyse yarım asra yakın bir zaman dilimi boyunca, tarihe geçecek pek çok önemli olaya tanıklık etmişti.
Şimdi dilerseniz o günlerin önemli bir bölümünü birlikte yaşayan Mehmet Baler’in, kendine özgü güzel anlatımı ile geçmişteki Kulüp yaşamını hep birlikte anımsamaya çalışalım:
“Kulübün alt katında, o günlere göre gösterişli bir giriş ve antre vardı. Sarmaşıklar sarmış bir çardak altından girilen çift kanatlı ahşap, camlı kapısı ile oldukça güzel bir görünüm verirdi. Üstünde dekupe lacivert renkli büyük harflerle “DENİZ KLÜBÜ” yazardı. Herhalde kulüp kelimesini İngilizlerden almış olmamızdan “k” harfinden sonra gelen “u” harfi düşürülerek yazılmıştı.
Muteber ziyaretçiler bu kapıdan karşılanırdı. Atatürk, İngiliz Kralı 8. Edward’ı bu kapıdan karşılamış ve teşyi etmiş, Irak Kıralı Faysal ile İran Şahı Rıza Pehlevi ile eşi Süreyya da bu kapıdan buyur edilmişlerdi. Akşam yemekte Kral Pehlevi, eşi Süreyya’yı dansa kaldırınca bizler de hemen dansa kalkmış, kalabalık pistte Kral ve Kraliçeyi yakından görmeye çalışmıştık.
Kapıda garson İsmail’in ağabeyi, kapıcı Aziz dururdu. Bildiğim kadarı ile oğlu Ali, son zamanlara kadar Kulüpte garson ve şef olarak çalıştı. Kapıdan içeri girince sağda vestiyer bulunur, Aziz paltoları alıp oraya asardı. Vestiyer aynı zamanda sigara ve içki deposuydu. Solda ise müdüriyet odası, küçük bir oda, içerde Kulübün Müdürü, Fenerbahçe’nin unutulmaz oyuncusu, Galip Kulaksızoğlu, muhasebeci Bay Hırant Küçükyan ve katip Turgut Atakartal; Kadıköy’ün meşhur tiplerinden, Galatasaray kalecisi Kova Osman’ın en yakın arkadaşı, Kavanoz Turgut; hepsi bir odada, masalarında çalışıyorlar. Üstelik odanın içinden çıkılan daracık bir merdiven vardı. Ayrıca merdiven, asma katta Galip Bey’in evi olan ve bir portatif kamp karyolasında yattığı küçücük tek odaya çıkıyor. Galip Bey vefat ettikten sonra, Hidayet Fuat Tugay Bey Kulübe müdür oldu.
Kulübün alt kattaki büyük salonuna girince, sağda ahşap ve cilalı tırabzanlı ara kattan aşağı inen büyük ve geniş bir merdiven. Solda terasa açılan camlı kapılar.
Yerler karo mozaik ama Avrupa malı, az da olsa parlıyor ve yemek masaları. Dipte kontrplaktan mat koyu kahverengiye boyanmış ahşap koca bir bar tezgahı, barmeni de hiç barmen tipine uymayan, suratsız Hamparsun Patladanyan Efendi! Zevksiz soğuk bir yer. Sandalyeleri de çok yüksek. Raflarda iki üç şişeden başka içki yok. Kimse gidip oturmaz. Sağdan içerde soğuk büfede eski Kadiköy Futbol Takımının geçilmez santrhafı Tahta Perde Aleko çalışırdı. Uzun tekne seyahatlerinde hem aşçı hem sporcu diye onu da alırlar, yemek gecikince söylenenlere teknenin mutfağından bağırır “ne yapalım, ateş zayuf, balık şişman!” Kulübün aşçısı da Ada Mobilya’dan Viktor’un babası. Harika yemekler yapardı, sanırım bugünkü patlıcan salatasının reçetesi de ondan kalmadır.
Bütün gün İstanbul’u turlayarak kapı kapı üyeleri adreslerinde ziyaret edip, kulüp alacaklarını tahsil etmeye çalışan tahsildar Mithat Efendi, akşamları bitmiş şekilde kulübe gelir, yersizlikten bazen vestiyerin içinde bir masaya ilişir, bazen telefon kulübesinin yanında kendine bir yer bulur. Bazen de içerde terasa açılan kapının yanında bir masaya oturarak pusu kurar ve önünden geçen borçlu üyeleri yakalardı. Garson Mehmet Ali oldukça ilginç bir tiptir; harpte Mısır’dan kaçmış, Beyrutlu bir Arap. İngilizce, Fransızca ve Arapça ve bir alay lisan bilir. Medeni görünüşlü, Güney Avrupalı bir diplomatı andıran bir tipti. Beyaz ceketi olmasa, kimse ona garson demez. Madam Hazel’ın, Zeki Rıza Sporel’in eşi, sofra ve yerleşim düzeni ile ilgili talimatlarını harfiyen yerine getirir, hatırlı üye ve misafirlere o hizmet ederdi. Yanında da çalışkan ve güler yüzlü garson Remzi ve komi Hakkı.
Kulübün muhasebecisi aynı zamanda üyesi de olan, Bay Küçükyan’ın eşi Madam Küçükyan, terasta her zaman aynı masaya oturur. Ve komi Hakkı’ya bağırır: “Haki ! Biza zitinyağlı fasulya yetir!”
Kulüpte alt katta, dışarıda eskiden denize bakan yemek masalarının ve ortada bir dans pistinin bulunduğu, tek kat ve düzayak bir teras vardı, önünde de birkaç basamakla inilen bir sandal iskelesi. Sonraları yersizlikten sahil doldurularak bir alt teras daha yapıldı, onun da üstüne masalar sıralandı, ayrıca bir de doğru dürüst iskeleli bir rıhtım. Raft’ın sandalları bu iskeleden kalkardı. Akşamları yemek için yer ayırtanlar üstü tenteli ve rutubetten korunan üst terası tercih ederler, yer ayırtmakta gecikenler de üstü açık alt terasa katlanırlardı.
Yazları, akşamları ve pazar öğlenleri müzik yapan bir orkestra tutulurdu. Önceleri yerli müzisyenlerden tertiplenen orkestra, zamanla Latin müziği modasının çıkması ve imkânların gelişmesi ile yabancı orkestralar tutuldu. Müzisyenlerden İspanyol Romero, İtalyan Renzo ve Corradi, üyeler ve eşleri arasında çok kişinin takdirini ve kalbini kazandı.
1950’lerden sonra yazları Kulübün alt katını, Ankara’da klas bir lokali olan Süreyya yönetmeye başladı ve Karpiç’in eski metrdotellerinden Rus Serj Homyak. Bu vesileyle Deniz Kulübü alt kat restoranı, İstanbul’un en çok tutulan ve aranan mutena bir yeri olmuştu. Mevsim açılışı dolayısıyla tertiplenen dine dansanlar, yaz baloları dillere destandı. Bu davetlerden evvel teraslar pırıl pırıl temizlenir, masalar tertiplenir, Süreyya rahat dans edilsin diye dans pistini kendi elleri ile pudralardı. Çoğu kişi iyi bir yer için Metrdotel Lefter’in peşinden koşardı. Hanımlar günler evvel bu davetlere İstanbul’un en iyi terzilerine özel elbiseler diktirerek hazırlanırlardı.
Kulübün leziz salatalık turşuları da parfeler gibi bizlere Süreyya’dan miras kaldı. Mutfakta akşamları kullanılan ızgara küllendikten sonra, bir gaz tenekesi salatalığı kendi reçetesine göre hazırlattığı turşu suyuna koyup, küllerin üstüne bırakır, ertesi günü o düşük hararette ve bir gecede yapılmış harika turşuların masalara servisini yaptırtırdı. Süreyya, Kulüp sayesinde Modalı oldu. İlk yıllarda Moda Palas Otelinde kalırdı; daha sonraki yıllarda arkamızdaki Marmara Apartmanında bir daire aldı ve sonradan Bebek’te BP İstasyonu üzerinde açtığı restoranını bu dünyadan göçene kadar çalıştırdı. Kulübe çok emeği geçmiştir. Toprağı bol olsun!
Yaz akşamları Kulüpte Münir Nurettin’in verdiği konserler başlı başına bir sanat olayı olurdu. Münir Nurettin, eşi Enise Hanım ve kızı Meral ile yazları Kulübün arkasındaki Moda Pansiyonunda kalırlardı. Enise Hanım Kulüpte Münir Bey’e “MUNİİR !” diye seslenirdi; ama ona herkes yine de Münür Bey derdi. Kendisi eskiden Fenerbahçe takımında Zeki Rıza Bey’in yanında sol açık oynadığından, onun pek dostuydu. Yaz günlerinin çoğu zamanını Moda’da Kulüpte ailesi ile birlikte geçirirdi. O zamanlar daha Fenerbahçe’deki Kalamış Kulübünü kurmamıştı.
Konser için ekseri mehtabın ondördü olan geceler seçilirdi; Temmuz ve Ağustos’un tam dolunay günleri. Konser akşamı Münir Nurettin’i Kulüp dışından dinlemeye gelenler, Moda İskelesi’nin üstünü ve iskele ile Kulübün arasındaki küçük koyu, sandalları ile tamamen doldururlardı. Vapur iskelesi üstünde durulacak yer kalmazdı. Bütün Moda Koyu’nda yankılanan konser boyunca, kimseden tek bir fısıltı bile çıkmazdı.
Kulübün orta katında oyun oynanırdı. Bizlerin, üye çocukları olarak oyun salonuna girmemiz yasaktı. Ama Kulübün ilk yıllarında orta kat salonunda İngilizler’den kalma bir adetle noelde, yılbaşında ve paskalyada çocuk baloları tertiplenirdi. 24 Aralık günü koca bir çam ağacı envai çeşit süslerle bezenir, ışıklandırılır, altında da iştirak eden her üye çocuğunun adı yazılı, süslü hediye paketleri bulunurdu. Biz de müzikli sandalye oyunu oynarken veya çeşitli yarışmalar yaparken devamlı ağacın altına bakar, hediyemizin ne olduğunu kestirmeye çalışırdık. Nihayet tuzlu tatlı çeşitli bisküvi, börek, çörek, pastalarla dolu koca bir masanın etrafına oturur, çayımızı, sütlü kahvemizi içtikten sonra sıra hediyelere gelirdi. Whittall’lerden bir genç hanım, ekseri Hazel (daha Zeki Bey’le evlenmemişti), bazen de kız kardeşi Irene tek tek isimlerimizi okur, paketlerimizi dağıtırdı. Bu arada biz çeşitli düdükler öttürür, başımıza yaldızlı sivri külahlar, kâğıttan çeşitli şapkalar geçirir, sağa sola konfetiler, serpantinler atıp, bağırıp çağırırdık.
Birkaç sefer de çocuklar için kıyafet balosu tertiplendi. Bir keresinde benden üç yaş büyük halamın kızı Sermuş, Pamuk Prenses ve ben de yedi cüceden biri olduk. Kadıköy’de Asadur’dan aldığımız çeşitli renkli divitinlerden çarık ve külahlar dâhil, özel elbiseler dikildi. Takma bıyık ve sakallar ayarlandı. Sermuş’un başına da bir taç uydurduk. Birinci olduk. Küçükyan’ın biz yaştaki kızı Anahit de, Madam Pampadur olmuş. Günlerce uğraşmışlar ve hakikaten harika bir kıyafet hazırlamışlar. Beyaz atlastan beli sıkı, eteği ise, yerlere kadar şiş bir yarım küre olan, bir 14. Lui devri kraliçe elbisesi, takma lüle lüle sarı saçlar, müthiş bir makyaj, sahte benler -ve .... kazanamadı!
Madam Küçükyan buna bir bozulsun; jüriyi azarladı, bize bağırdı, çağırdı. Belki de haklıydı ama ne yapalım, şaşırdık kaldık.
Balo dağıldı. Mecburen erken kalktık. Birinciliğin keyfîni süremedik. Servantis’e gidip hatıra olsun diye siyah beyaz bir kartpostal fotoğraf çektirdik. O zamanlar ne balolarda dolaşan fotoğrafçılar, ne de renkli fotoğraf yoktu. İşte Kulüpte orta salon biz çocukların yararına, faydalı ve eğlenceli günlere sahne oluyordu.
Kulübün üst kapısında kapıcı Ali dururdu; üstü başı temiz kalıplı kıyafetli ve terbiyeli bir adamdı. O kapıdan gelen giden bütün oyun oynayan üyeleri tanırdı. Çoğu zaman kapıda, yaz kış, kar yağmur ve gece gündüz demeden devamlı bekleyen, Necati veya Kemal Efendi’nin taksileri ile evlerine gidenler, tramvay durağına yürüyen üyeler de o kapıdan çıkardı. Zaten o devirde arabası olan da pek yoktu.
Çoğu kişi yokuşu inmek-tense Kulübe Devriye Sokağı’ndan düz yoldan gelmeyi tercih ederler ve üst kapıdan girerlerdi. Üst kapı, alt kapı gibi gösterişli değildi. Demirden striye camlı, tek kanatlı, alelade bir kapıydı. Ama alt kat kapının en az on misli iş yapardı.
Kulübün bir de üçüncü, en üst katı vardı. İlk açıldığında ve harp sene-lerinde oldukça sosyal içerikli idi. Bir şöminenin karşısında kocaman rahat koltuklar, sandalyeler ve bir de bilardo masası. Istakaların durduğu askı ve ortasındaki yarım daire top, bir kanal içinde rakamlar, üzerinde ıstaka ile itilmesi ile çalışan yine ahşaptan yapılmış bir sayı levhası. Bilardo oynanmadığı zaman, daha doğrusu Bay Novotni’nin gelmediği zamanlarda, masanın üstünde zamanın ecnebi basınından periyodik neşriyat, güncel olarak bulunduruldu. Illustrated Times, The Punch, Time, New Yorker, Signal, Paris Match gibi. Bunlar üst kata gelen üyelerce çoğu zaman dikkatle okunur ve harpte Müttefikler ile Mihver Devletleri’ni tutanlar arasında oldukça sert ve çekişmeli münakaşalara sebep olurdu.
Üçüncü kat bir ara, yazları alt katta çalan müzisyenlerden tanıdığımız Sakallı Peres ile Davulcu Zareh’nin çaldığı bir gece kulübü haline getirildi. Sadece içki ve meşrubat servisi yapılan, yemek bulunmayan lokale, bir kısım bizim gibi gençler dans etmek için ilgi gösterdiyse de, bir süre sonra kapandı. Böylece ilk kuruluş amacından şaşan üçüncü kat, kaderine terk edildi. Sonradan briç oynayanlara hizmet vermeye başladı. Hâlbuki Kulübün kuruluşunu takip eden senelerde üçüncü kattaki salona deniz sporlarının dışında, sürekli oyun oynamayan, bar etrafında toplanıp devamlı içki içmeyen kişiler de gelirdi. Arkadaşlarıyla Kulüpte sırf görüşmek, akşam işten çıkınca veya pazar sabahları sohbet etmek ve birbirlerinin yanında olmanın huzurunu duymak için...”
Evet, şimdi içine girmekten korktuğumuz, uzaktan her geçen gün daha da ürkütücü ve üzücü hale gelen eski Kulüp binasında geçen o güzel günlerin, hala hafızalarımızda canlı duran anılarını Mehmet Baler’den dinledik.
BİR FIRSAT
Tekrar kaldığımız yere dönecek olursak; Kulübün bugüne kadarki yaşamında oldukça önemli sayılacak dönüm noktaları, köşe taşları vardır. Yaşanan bu olayların sayıca az olan kısmı başarılı sonuçlar getirmesine karşın, pek çoğu da maalesef olumsuz ve genelde Kulübe ciddi sıkıntılar getirerek sonuçlanmıştır. Burada belki pek çok kişi tarafından bilinmeyen o dönemde yaşanan bir gelişmeyi sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Kuruluşumuzun ikinci yılı, her şey olağanüstü şekilde heyecanla yürürken, birdenbire Kulübün önüne önemli bir fırsat çıkıyor. Kurucumuz Atatürk, yine bir Kulüp ziyaretinden sonra, Reisimiz Celal Bayar ile yaptığı bir sohbette, Fenerbahçe ve Kalamış kıyılarının Hazineye ait topraklarının bir kısmının Moda Kulübüne tahsis edilmesi gerekliliğinden söz ediyorlar. Atatürk’ün hayali tüm Kalamış Koyu’nun deniz sporlarına tahsis edilmesidir. Nitekim Ankara’ya döndükten sonra, Dahiliye Vekaletine yazılı olarak yaptığı bir duyuruda; “Mendireğin onarılmasını ve Fenerbahçe’nin gençliğin deniz sporları ile uğraşabilmesi için merkez yapılmasını arzu ettiğini..” ifade ederek, gerekli işlemlerin başlatılması talimatını veriyor.
Atatürk’ün bu istek ve emri üzerine, söz konusu arazinin hazineye ait olan kısmının 2290 sayılı Kanunun 8. maddesine tevfikan parasız olarak İstanbul Belediyesine terki ve bu yerin bir kısmının kira ile Deniz Kulübüne verilmesi hakkında Dahiliye Vekilliği, 29.12.936 tarih ve 87/4964 sayılı yazı ekinde bir kararname örneği hazırlayıp, Bakanlar Kuruluna göndermiştir. Örnek Kararnamede aynen “.....tasdikli imar planın dahil İstanbul’da Fenerbahçe’nin eskiden beri seyrangahı olması ve şehir planına göre tanzim ve imar ihtiyacını göstermekte bulunması itibarıyla, yapı ve yollar Kanunun 8. maddesi mucibince bu yerin bütün hukuk ve vecaibi ile İstanbul Belediyesine parasız olarak devri bir kısmının kira ile Deniz Kulübüne verilmesi...... keyfiyetin de İcra Vekilleri heyetinin takdirine bağlı olduğu bildirilmiştir.” denilmekteydi.
Bu yazı üzerine Bakanlar Kurulu, 22.2.1938 tarihinde 2/8236 adı geçen kararnameyi çıkartır ve Cumhurbaşkanı Atatürk de bu kararnameyi onaylar. Kararname aynen şu şekildedir:
“İcra Vekilleri Heyetinin 22/2/938 gün ve 2/8236 sayılı Kararnamesi:
Bu iş İcra Vekilleri Heyetinin 22.2.938 tarihli toplantısında görüşülerek İstanbul Fenerbahçe Mesiresinin Hazineye ait kısmının Maliyenin mütalaası veçhile 2290 numaralı Yapı ve Yollar Kanunun 8. maddesine tevfikan parasız olarak İstanbul Belediyesine terki ve bu yerin bir kısmının Belediye tarafından kira ile Deniz Kulübüne verilmesi onanmıştır.
Reisicumhur
K. Atatürk
Resmi mühür ve imza”
Dahiliye Vekaleti, 30.5.1938 tarihinde kararı İstanbul Vali ve Belediye Reisliğine bir yazı ile bildiriyor. 6.6.1938 tarihinde Deniz Kulübüne ayrılacak yerin mütehassıslar tarafından belirlenmesi isteniyor ve Riyaset makamının emirleri veçhile tapu muamelesinin icrası için Hukuk İşleri Müdürlüğüne havale ediliyor.
Ancak, Moda Kulübü lehine çıkan bu kadar açık bir karar, maalesef daha sonra bürokrasinin çarkları arasında eriyip yok oluyor. Böyle bir önemli olanağa, sonradan Kulüp yönetimi mi ilgi duymamıştır? Yoksa bazı bürokratik çevreler Kulübün bu yerlere yerleşmesine mi karşı çıkmışlardır? Veya genel ilgisizlik mi bu fırsatın kaçmasına neden olmuştur? Bilemiyoruz... Fakat şurası kesin ki, Moda Kulübünün genişlemesi ve özellikle denizcilik alanında büyümesi o günlerde bir çeşit engellenmiştir.
Moda Kulübü için sağlanan bu güzel imkan, Büyük Önder’in hastalığının ağırlaştığı günlere rastlamasaydı, kuşkusuz çok farklı şekilde sonuçlanırdı. O yıllarda çıkan bu kararın üzerine gidilebilseydi, Kulübün karşı sahilde denizcilik ve yelken sporlarına ayırabileceği ve bu faaliyetleri günümüze kadar taşıyabileceği çok önemli tesisleri olurdu. Fakat ne yazık ki sonuçta bu fırsat kaçırılmıştır. Ancak 1952 yılında burada kurulan İstanbul Yelken Kulübü ve diğer spor kulüplerinin yelken ve kürekçilik faaliyetleri, yapılan bu hatayı fazlası ile gidermiştir.
Atatürk’ü çok vakitsiz kaybetmenin şoku ve üzüntüsü bütün yurdu olduğu gibi Deniz Kulübünü de derin bir sessizliğe gömmüştü. O şaşalı hava sönmüş, insanların boynu bükülmüştü. Birkaç spor aktivitesinin dışında üyeleri bir araya toplamak dahi olanaksız hale gelmişti. Diğer taraftan İkinci Dünya Harbi’nin yarattığı sıkıntılar da sosyal yaşamı adam akıllı zorlamaktaydı.
1938 yılına kadar Cemiyetler Kanunu’nun henüz yürürlüğe girmemiş ve dolayısı ile Dernekler masasının kurulmamış olması, ilk seçilen yönetim kurulunun ne kadar süre ile görevde kaldığı bilgisini biraz karanlıkta bırakmaktadır. Aradan üç yıl geçtikten sonra yapılan yeni bir genel kurulun, seçimleri yenilemek üzere toplandığını görüyoruz. Tutulan genel kurul zaptı aynen “23 Haziran 1939 tarihinde Moda’da kain Deniz Kulübü binasında saat 10.30’da içtima eden Kulübümüz Umumi Kongresi nizamnamemiz mucibince 9 kişiden terekküp ve teşekkül etmesi icap eden İdare Heyeti azalıklarına aşağıda isimleri yazılı zevatı seçmişlerdir.” ifadesini taşımaktadır. Büyük bir olgunluk içinde geçen toplantı sonucunda:
Yusuf Ziya Kalafatoğlu : Deniz Yolları Umum Müdür Muavini
Naci Ali Moralı : C.H.P Kadıköy Kazası Başkanı
İsmail Hakkı Çevik : Avukat
Cemil Cem : İstanbul Vilayeti Şehir Meclisi Azası
Sait Selahattin Cihanoğlu : Deniz Yolları, Kılavuzluk Dairesi Şefi
Fehmi Sadıkoğlu : Armatör
Tevfik Taşçı : Kibrit ve Çakmak İnhisarı Satış Dairesi Şefi
H.E. La Fontaine : Tüccar, Komisyoncu
Sidney Novill : Tüccar
İdare Heyetine seçilmişlerdir. İdare heyeti ertesi günü Kulüpte toplanarak aralarından Yusuf Ziya Kalafatoğlu’nu reisliğe, H.E. La Fontaine’i reis vekilliğine, İsmail Hakkı Çevik’i de muhasip üyeliğe seçmiştir.
Kulübün kendisini bir an evvel toparlaması ve ilk günlerde belirlemiş olduğu hedeflerin peşinden koşması gerekiyordu. Nitekim yönetim kurulu sosyal aktivitelerin yanı sıra denizciliğe de aynı hızla devam etme kararı aldı. Genel Kurullar, Nizamname gereği zamanında yapılarak, yönetim kurulunca belirlenen hedefler ve yapılacak işler birlikte tartışılıyor ve Kulüp eski rotasında seyre devam ediyordu.
1941 yılında 59 azanın toplanması ile yeni bir genel kurul yapıldı. 28 Haziran Pazar günü bir araya gelen azalar, sadece Nizamnamenin 2. maddesine “ Kulüp mevzuu ve gayelerini temin için ledelhace muhtelif mahallerde bir veya müteaddit şubeler açabilecektir.” fıkrasını, bazı muhalif oylara rağmen kabul ettiler.
Aynı toplantıda büyük bir değişiklik olarak Nizamnameye bir de “Haysiyet Divanı” ile bir “Murakıplık” kurulması, oy birliği ile kararlaştırıldı. Böylece bugün Kulüp kurulları içinde yer alan disiplin ve denetleme kurullarının kökünün, 1941 yılına kadar uzandığını görüyoruz. Haysiyet divanı ve murakıplar aşağıda belirtilen üyelerden oluşmaktaydı:
Haysiyet Divanı:
Mahmut Ata Bayata : Doktor
Hamdi Halim Mayatürk : Avukat
Faruki Dereli : Avukat
Azmi Samurkaş : Emekli Vali (Beyrut Valisi)
Nazım Poroy : Tokat Mebusu
Muhlis Erdener : Tüccar
Murakıplar:
Tahir Okyay : Sosyete Şilep Müdürü
Nejat Kent : Yüksek Ticaret Mektebi Profesörlerinden
Kulübün bu yıllarda Moda Caddesi’nde ek bir bina kiraladığını görüyoruz. Yönetim, 1942 yılının yazında Kadıköy Kaymakamlığı’na yaptığı bir müracaatta, “Nakil vasıtalarının azlığı dolayısı ile yaz mevsimine mahsus olmak ve münhasıran azasının ikametine tahsis edilmek üzere (Deniz Kulübü tarafından) Moda Caddesi’nde bir bina kiralanmasına” müsaade istemiştir. Büyük bir olasılıkla kiralanan bu binada Kulüp, yaz aylarında İstanbul dışından gelecek azalara kolaylık olması amacı ile pansiyon niteliğinde hizmet vermek istemiştir. Bu hizmet uzunca bir süre devam etmiş, ancak getirdiği yönetim zorlukları ve mali külfet nedeniyle daha sonra hizmetten kaldırılmıştır.
Bu yıllarda dikkat çeken bir nokta da, idare heyeti üyelerinin seçimine ilişkin Kulüp Nizamnamesinin 29. maddesidir. Maddeyi aynen aktaracak olursak; “Her sene münavebe ile idare heyeti azasından üçte biri değiştirilir. İdare heyetinin ilk teşekkülü veya tamamının tebeddülü halinde ilk ve ikinci sene sonlarında azanın üçte biri umumi heyetçe çekilecek kura ile değiştirilir. İdare heyeti azasından müddeti bitenlerin yeniden intihabı caizdir.” Görüldüğü gibi gerçekten ilginç bir düzenleme. Yönetim kurulu kararlarının ve yapılan işlerin devamlılığını sağlamak amacı ile her yıl üyelerin yenilenmesi, hem idare heyetinin bloklaşmasını hem de sürekli olarak heyete taze kan getirmesini sağlamayı amaçlamıştır. Batı kökenli bir yaklaşım olduğunu tahmin ettiğimiz bu sistemin, uygulamada ne kadar süre kaldığını maalesef belirleyemedik.
Bu kural gereği 4 Nisan 1943 yılında toplanan 169 üye, görev süresi dolan 6 idare heyeti azası yerine yeniden seçim yaparak aşağıda belirtilen kişileri yönetime almıştır:
Celal Sofu : Avukat
Zeki Rıza Sporel : Tüccar
Vedat Ardahan : Avukat
Hidayet Fuat Tugay : Eshabı emlakten
Kenny Whittall : Tüccar
Ramiz Bakanoğlu : Avukat
Belgelerden, uzun yıllar Kulübe başkanlık yapmış olan Zeki Rıza Sporel’in, idare heyetine 1943 yılında girdiğini ve iki yıl sonra da reis vekili olduğunu görüyoruz.
Bu arada göze çarpan diğer bir nokta da girmelik (duhuliye) ile aidat ödentileridir. Nizamnamede 1942 yılı itibariyle girmelik bedelinin 100 Lira, aidat yıllık ödentisinin ise 100 Lirayı geçmemek üzere umumi heyet tarafından belirleneceği hususu, bir kural olarak düzenlenmiştir. Günümüzdeki girmelik ve aidat bedelleri ile karşılaştıracak olursak, o dönemde belirlenen miktarların bir hayli yüksek olduğu dikkat çekmektedir.
Yusuf Ziya Kalafatoğlu Reisliğe altı yıl devam etmiştir. 25 Mart 1945 günü toplanan umumi heyette Necmettin Sadak’ın liderliğinde değişik isimler idare heyetine girmiştir. Zeki Rıza Sporel de, reis vekilliği görevini yeniden üstlenmiştir.
Moda Kulübünün kuruluşundan bugüne kadar başkanlık sistemi ile yönetildiğini söylemek yanlış olmaz. Başkan kendisi ile çalışmasını arzu ettiği isimleri listesine alır ve seçime bu liste ile girilirdi. Genellikle listeyi oluşturan kişi de ilk idare heyeti toplantısında reis olarak belirlenirdi. Umumi heyet toplantılarında farklı listelerin yarıştığına pek şahit olunmamıştır. Bu nedenle umumi heyet toplantıları büyük bir sükunet içinde geçer ve üyeler genelde ancak kulüpte yerine getirilmesini istedikleri konularda ortaya çıkan görüşler için tartışırlardı.
Bu umumi heyet toplantısı da yapıcı bir hava içinde geçmiş ve üyeler aşağıda belirtilen isimleri Kulüp yönetimi için görevlendirmişlerdir:
Necmettin Sadak : Sivas Mebusu, Akşam Gazetesi sahibi
Zeki Rıza Sporel : Milli Spor Mağaza Sahibi, Tüccar
Mahmut Pekin : İstanbul Ticaret Odası Umumi Katip
Nurullah Draz : Tüccar
Mahmut Baler : Tüccar
Aziz Derya : Deniz Yolları Umum Müdür Muavini
Ramiz Bakanoğlu : Avukat
Kamil Gören : Doktor
Daha önce de değindiğimiz gibi elimizde yeterli bilgi ve belge olmadığı için Kulübün mali yapısı hakkında geçmiş yıllarla ilişkili olarak maalesef yeterli açıklamalar getiremiyoruz. Kulüp, binada hep kiracı konumunda kaldığından, uzun yıllar bilançosunda önemli bir aktif değer gösterememiştir. Ancak kendisine bağış yolu ile intikal eden yatları ve deniz motorlarını, bu tespitin dışında tutmak gerekir.
Belirli bir döneme kadar gelir gider açısından da pek olumlu şeyler söylemek mümkün değildir. Moda Kulübü kuruluşundan bu yana, hep “yaz kulübü” niteliğinde kalmıştır. Başka bir ifade ile yaz aylarında elde edilen gelir, kış aylarında Kulübün sabit giderlerine ayrılır, eğer elde biraz para kalmışsa, onlar da yaz sezonun hazırlıkları için harcanırdı. Kış ayları belirli gecelerin haricinde genellikle sönük geçerdi. Mehmet Baler’in de anlattığı gibi alt salon, büyük etkinliklerin yapılmasına konumu itibariyle olanak vermezdi. Bir üst kattaki oyun salonu da bugün olduğu gibi ağır başlı çizgisini hep koruyarak gelmiştir. Diğer benzer kulüplerle karşılaştırıldığında, o bölümden de Kulüp hiçbir dönemde elle tutulur bir gelir elde edememiştir. Sözün kısası, Kulüp tüm şaşalı görünümüne ve hali vakti oldukça yerinde olan üyelerinin çokluğuna karşın, mali yönden yıllar boyu hep sıkıntı çekmiştir.
1946 yılına gelindiğinde yönetimin değiştiğini görüyoruz. Yapılan genel kurulda Muhlis Erdener başkanlığı, onun yanı sıra, Zeki Rıza Sporel de, eski konumunu koruyarak reis vekilliği görevini üstlenmiştir. Yönetim kurulu ise aşağıda belirtilen üyelerden oluşmuştur:
Muhlis Erdener : Sezim Şirketi Müdürü
Zeki Rıza Sporel : Milli Spor Mağaza Sahibi, Tüccar
Rıza Kuraner : İstanbul Belediyesi Hususi İdare Avukatı
Feridun Verdi : Matbuacı – Sanayici (Jeep Acentası)
Emin Onat : Yüksek Mimar
Mahmut Pekin : İstanbul Zahire Borsası Umumi Katibi
Tevfik Taşçı : Tüccar
Ziya Tonguç : Doktor, Dahiliye Mütehassısı
Nihat Bekdik(Aslan Nihat) : Tüccar
Muhlis Erdener 1952 yılına kadar başkanlık yapmıştır. Bu döneme ilişkin elimizde belge olmamakla beraber, Kulüp yaşamında önemli sayılabilecek bir değişiklik olmamıştır. Kulaktan dolma bilgilere göre, Kulüp muhasebesi 1950’li yılların başında bir yangın tehlikesi geçirdiği ve birçok belgenin o tarihte tahrip olarak yok olduğu söylenmektedir. Fakat şurası kesin ki, bugün elimizde geçmişe dönük hiçbir belgenin olmaması, sanki böyle bir olayı doğrular niteliktedir. Nedeni ne olursa olsun, bu durum çalışmamızda geçmişi derin-lemesine incelememizi ciddi şekilde engellemiştir. Dernekler Masası nezdinde yaptığımız araştırmalarda ise ancak sınırlı sayıdaki yazışmalar üzerinde çalışma yapabilme olanağı bulduk. Yapılan genel kurul toplantılarında, tutanaklara Kulübün bilançosu ve mali tablolar eklenmediği için, ne yazık ki ilgili yıllardaki mali yapıyı irdeleme olanağımız olamadı. Belki başka bir incelemede Maliye Bakanlığı ve İstanbul Defterdarlığı arşivine girilerek, salt mali konular araştırılabilir. Böyle bir araştırma, kuşkusuz geçmişi daha sağlıklı ve çarpıcı boyutta aydınlatacaktır.
Kulübün bu ilk 20 yıllık döneminde yaşanan canlılığı, bir yandan Kulübün içindeki yaşamın renkliliği, diğer yandan denizcilik alanında üyelerin yatçılığa karşı duyduğu heyecan, çok güzel biçimde yansıtır. Kulüpte yaşam, özellikle yaz aylarında bir başka türlü geçerdi. Önünde demirlemiş boy boy tekneler, yarışların yarattığı tarifsiz hareketlilik, Kulüpte kelimelerle anlatılamayacak kadar değişik bir yaşam tarzı oluştururdu.
Dilerseniz Kulübün sahip olduğu bu zenginliği ayrı bir bölüm halinde birlikte paylaşalım.
DENİZCİLİK VE MODA DENİZ KULÜBÜ
Her fırsatta değindiğimiz gibi, Moda Kulübü bir yat kulübü olarak kurulmuştur. Bugün tüzüğünde yer alan diğer işlevler ise zamanla genişlemiş ve uygulamaya alınmıştır. Denizcilik ve dolayısı ile yatçılık ana faaliyet alanını oluşturduğu için bu konuda Kulübün, gerekli olan diğer destek hizmetlerini de her zaman verilebilir durumda olması gerekmiştir. Bu bakımdan Kulüp binasının hemen yanında yer alan kayıkhanede, kulübün irili ufaklı teknelerinin bakımı yapılır ve tekneler her an denize hazır bulundurulurdu. Ahmet Reis ve Zikrullah Kaptan yelkenlerin onarımının yanı sıra, Kulüp tentelerinin de gerektiğinde yenilenmesi ile görevliydiler.
Deniz mecmuası, 1936 yılı Temmuz sayısında Moda Kulübünün denize olan aşkını ve deniz sporu girişimlerini, topluma aşağıdaki güzel cümlelerle anlatıyordu:
“Deniz aşkı, yelken zevki; içine girdikçe çoğalan sevgi kaynağıdır.
Her zevkin tadını deniz daha çok tamamlar. Başka memleketlerde bu aşkı fertler kadar kollektif teşekküller de temin eder. Oldukça masrafa dayanan büyük bir kotra; her deniz muhibbi tarafından temin edilemez. Kulüpler bu hususta rehber vazifesini görürler.
Bizde bir Yat kulüp varsa da bunun yalnız ismi “Yat Kulüp” olup elindeki bir kaç tane sandaldan başka denizcilikle bir alâkasını göremedik.
Boş kalan bu saha, yeni olmasına rağmen mühim bir varlık gösteren Moda Deniz Kulübü ile canlandırılmıştır. Henüz iki yaşını doldurmayan Moda Deniz Kulübü, görgülü bir kumandan, iyi bir erkânıharp gibi bütün malzemesini tamamlamadan denize çıkmadı.
Bizde birçok kulüpler üç beş arkadaşın fikir beraberliği ile doğar.
Fakat maksadına, teşekkül gayelerine birçok sebeplerden dolayı vasıl olamaz.
Moda Deniz Kulübü bu gibi acul hareketlerden çekindi. Denize lâzım olan vasıtaları hazırladı ve ondan sonra kapılarını dostlara, amatörlere açtı. Bugün bu sevgili kulübün Kalamış Koyu’nda uçan küçük tekneleri, Marmara Denizi’nde kanat açan kotraları ıssız deniz sathına can vermektedir.
Uzaktan; bu uçan amatör yelkenlilerini gördükçe gayri ihtiyari gözlerim yaşarır.” diye yazısını sonlandırıyordu yazar.
Kuruluşun hemen ardından, daha henüz 40’lı yıllara yeni ulaşıldığında, Kulüp her geçen gün sportif tekne filosunu güçlendirmeye davam ediyordu. Deniz sporlarına meraklı yeni üyelerin katılımı ile Moda Kulübü artık tam teşekküllü bir deniz sporları ve yatçılık kurumu olma yolunda idi.
Bu oluşumu pekiştirmek üzere çeşitli kurslar düzenlendi, gençlere denizcilik ve yelken dersleri verildi ve yarışlar tertip edildi. Bu yarışlar arasında, ilk bayan yelkencimiz Süheyla Berkmen’in 1936 yılındaki unutulmaz şampiyonluğu hâlâ anılardaki seçkin yerini korumaktadır. Bunun yanı sıra üye çocuklarına yüzme dersleri de verilmekteydi. Şimdiki küçük yüzme havuzunun rıhtımına portatif iskeleler yapılır, iki iskele arasında çocuk ve gençlere yüzme yarışları düzenlenirdi. Yarışlarda derece alanlara madalya ve kupaları Kulüpte düzenlenen özel törenlerle dağıtılırdı. O günlerinin heyecanını unutmak mümkün değildir. Ayrıca üyelerimizden İbrahim Sulu’nun gençleri yüzücülüğe teşvik etmek için gösterdiği çabalar, bu günlere her zaman örnek olacak nitelikteydi.
Denize yakın, deniz sever bir toplum oluşturabilmek amacı ile yapılan bu çalışmalar kapsamında, denizciliği öğrenen üyelere ve çocuklarına ayrıca çok ucuz fiyatlara tekneler kiralanırdı.
Kulübün kuruluşundan sonraki ilk yıllarda, daha önce de değindiğimiz gibi çeşitli denizcilik aktiviteleri gerçekleştirilmişti. Gerek Kulübün üyeleri ve gerekse üye olmayan ünlü sporcuların katılımlarıyla yüzme yarışları düzenlenmiştir. Bu çabaların sonucu üye çocuklarından pek çok yüzücü ve tramplen atlayıcı yetişmiştir. Örneğin Suna Sipahi’nin yüzme yarışlarındaki birincilikleri bugün de zihinlerdeki tazeliğini korumaktadır.
Ayrıca, yole ve dingi gibi ufak tekneler ile yapılan yelken yarışları da Kulübün, Moda Koyu’nda gerçekleştirdiği ilgi çekici aktiviteleri arasında yer almıştır. Örneğin İsmet İnönü’nün onuruna düzenlenen 6 Eylül 1936 tarihli etkinliğin bir bölümünde kürek yarışları, diğer bölümünde ise yelken yarışları yapılmıştır. İçinde bulunduğumuz günler için bir karşılaştırma yapmak amacı ile kürek programına bir göz atacak olursak; birlik klasik, iki çifte klasik, altı çifte alamanalar, altı çifte filikalar ile dörtlü klasik bayanlar yarışlarının o günkü yarış disiplini içinde yer aldığını görürüz. Yelken yarışlarında ise şarpiler, olimpik yole, yole, kaba yole ve dingiler. Evet, sene 1936. Her bir yarış, saat ve dakikasına kadar programda önceden belirlenir ve yarışlar büyük bir disiplin içinde tamamlanırdı.
Yat gezileri arasında Celal Bayar’ın girişimi ve katılımı ile 1937 yılında yapılan ünlü Yunanistan seyahati de bulunmaktadır. İpar kotrası ile sadece yelken kullanılarak yapılan bu gezide, birçok Yunan adasına uğranmış ve Pire’ye kadar gidilip dönülmüştü.
Kulübün kuruluşunun ardından gerçekleştirilen ilk etkinlikler arasında daha önce anlattığımız gibi, birçok Kulüp üyesi, sahip oldukları kotra ve yatları Kulübe armağan etmişlerdi. Kulübün, belki de küçük çapta bir filo olarak nitelenebilecek sportif teknelerinden bazılarını, özellikle arkalarında derin izler bırakanları yeniden anımsamakta yarar olacağını düşünüyoruz:
Şimdi “Caniko” olan İpar’ın, orijinal tipi Uskuna (Gulet) sonraları Ketch şekline dönüştürülmüştür. 1903 yılı yapımı, randa armalı, İpar, uzun yıllar Kulübün Amiral Gemisi olarak kullanılmıştır. Türkiye’nin ilk charter yatı olma özelliğini de taşımıştır. Sezon başlarında, Kulübe rezervasyonlarını yaptıran İstanbul’un seçkin deniz meraklıları, günlüğü 36 Liraya yatı kiralar, İpar’ı da, güvertesinde taşıdığı kalabalık misafir gurupları ile Marmara’da yelken açarken görürdük. Bu uygulamanın yıllarca devam ettiği İpar’da, korsan filmleri de dahil olmak üzere birçok Türk filmi çekilmiştir.
Deniz mecmuasının 40’lı yıllarda yayınlanan bir sayısında, İpar yatı ile Celal Bayar’ın o yıllarda gerçekleştirdiği Pire seyahati, çok ayrıntılı bir şekilde, fotoğraflarıyla beraber anlatılmıştı.
İpar yatı, 18 metre boyunda, yüksek bordalı, her iki tarafındaki mataforalarında vernikli birer bot taşıyan, son derece klasik ve asil görünüşlü bir yattı. Yaz başlarında İpar, Moda İskelesi’nin rıhtımına yanaşır, sezona burada hazırlanırdı. Daha sonra da, Yıldız yatı ile birlikte, Kulübün önündeki şamandıralarına bağlanır, gelecek müşterilerini beklerlerdi.
İpar yatının satışı parasal zorluklar nedeni ile 1960 yılında gündeme gelmiş ve takip eden yıl yoğun bir şekilde yatın satışı için çareler aranmıştır. O yıla ait faaliyet raporunda; “... Geçen Umumi Heyetin İpar Kotrasının satışı hakkında kabul etmiş olduğu karara uyarak mezkur kotrayı alabileceği tahmin edilen bir çok yerlerle temaslar yapılmış olmasına rağmen, fevkalade ahvalin getirdiği kriz dolayısı ile ciddi bir alıcı ve layiki fiyat bulamadığından satışın bu mevsime bırakılmasına mecburiyet hasıl olmuştur. Artık Kulübümüze bir fayda temin edemeyecek olan bu kotranın bir an evvel elden çıkartılmasında Kulübümüzün büyük menfaati olacaktır...” görüşü yer almaktaydı. Bu kararın bir devamı olarak, yılını tam olarak belirleyemediğimiz bir tarihte, tahminen 70’li yılların başında, artık iyice yaşlanmış olan İpar, Moda Deniz Kulübü tarafından, armatör Aslan Sadıkoğlu’na satılmıştır.
İkinci önemli tekne Rüya yatı idi. Atatürk’ün kotrası olarak da bilinen bu yat, siyah boyalı, iki direğinde de randa yelken taşıyan, o günler için biraz kaba görünümlü fakat son derece bakımlı bir “yawl” idi.
Büyük Önder, İstanbul’da olduğu günlerde, çalışmalarından fırsat buldukça Rüya ile Marmara’da geziye çıkmayı çok severdi. Uzun yıllar yelkenleriyle ve güzel siluetiyle Marmara ufkunu süsleyen Rüya, 1950 yılında Haşim Mardin tarafından Moda Deniz Kulübünden satın alınmıştır.
Yıldız ise o yıllarda İstanbul’un en büyük kotrası idi. Yıldız, 22 metre boyunda, randa armalı dev bir yawl tipi tekne olarak inşa edilmişti. Akdeniz şampiyonu olarak tanınan Yıldız kotrası, Celal Bayar’ın oğlu, Refii Bayar tarafından Fransa’dan getirtilmiş ve Moda Kulübünün kullanımına tahsis edilmişti. Yıldız, 1938 yılında Y. Deniz Ticaret Mektebine verilmişse de, kısa bir süre sonra tekrar Moda Kulübüne iade edilmiştir.
Yıldız’ın denizden borda yüksekliği ancak 120-130 cm. idi. Güverte boyunun 22 metre olduğu düşünülürse, ne kadar ince, uzun, zarif bir tekne olduğu anlaşılır. Pruva direği 28 metre boyunda olup, kırılan eski direği, Moda Kulübünün rıhtımında, yerde, boydan boya uzun süre yatmıştı. Yıldız tam bir yarış yatı idi. Bu nedenle motoru hiçbir zaman çalıştırılmadığı için, müşteriler daha küçük olmasına rağmen, kamaraları geniş, İpar’ı tercih ederlerdi.
Tertiplenen yarışlarda yatlar Moda’dan start alır, tüm Boğaz’a çıkılır, Beykoz’daki gemi şamandıralarından dönülüp tekrar Moda’daki finish hattına gelinirdi. O yarışlarda, birçok kotra, ya ipekten ya da paraşüt kumaşından yapılmış renkli balon kullanarak Boğaz’dan aşağıya, pupasına inerdi. Yıldız da yeniden Moda Kulübüne geçince, çeşitli dereceler aldığı bu yarışlara girmeye başlamıştır. Yazları Kulübün önünde, kışları çoğunlukla Fenerbahçe’de yer alan İpar’la Yıldız, bir defaya mahsus 1946 yılında kış sezonunu geçirmek için Bebek’te demirlemişlerdir.
Moda Kulübü ile Moda İskelesi arasında oluşan küçük limanda, Harun Ülman’ın Deniz Yollarında yaptırdığı irili ufaklı, randa yelkenli kabayoleler dururdu. Büyükleri motorlu olan bu tekneleri kulüp üyeleri kiralar, hafta sonları birbiri ardınca Marmara’ya dağılırlardı.
l Temmuz günlerinde, İpar ile Yıldız donanıp, gemilerin oluşturduğu koridorun Moda ağzında, hep arka arkaya şamandıralara bağlanıp yerlerini alırlardı. Onların Moda önlerinde yelken basıp Adalar’a doğru süzülüşünü herkes hayranlıkla izlerdi.
1948’in yazı idi. Bir pazar günü, Yıldız, Fenerbahçe Koyu’nda yelkenlerini basıp güvertesi misafirlerle dolu olarak Marmara’ya açılmıştı. Yıldız’ın bir âdeti vardı. Adalar’a giden vapurlarla yarışır, çoğu zaman da onları geride bırakırdı. Böyle günlerde, vapurdaki yolculara müthiş bir yelken ziyafeti çekilirdi.
O gün de, önünde yol alan bir yandan çarklı Ada vapuruna doğru yükselmeye başladı. Yıldız’ın yaklaştığını gören yolcular, bu heyecanlı olayı izlemek için yan tarafa birikince, ada vapuru sola doğru yatmaya başladı. Birden olanlar oldu. Önden giden çarklı vapura arkadan yetişen Yıldız, vapuru geçmeye çalışırken, burnundan cıvadrası ile vapurun iskele tarafındaki hareket halinde olan çarkına daldı. Kırılan cıvadraya bağlı baş donanım bağlantıları ve ipleri, vapurun çarkına sarıldı ve bir anda Yıldız tamamen yana yattı. Güvertedeki her şey denize aktı, döküldü. İnsanlar, eşyalar, minderler, ipler... Sonra tekne birden dikiliverdi, herhalde istralyası kopmuştu. Kalktığında güvertesinde hiçbir şey kalmamıştı artık.
Bu dehşetli olay sırasında o civarda seyir ederken olayı gören İpar ve bir başka tekne yardıma koştular, denize dökülenleri kurtardıktan sonra Yıldız’ı yedekleyip Moda’ya doğru çektiler.
Kazadan sonra Yıldız, Fenerbahçe mendireğine kıçtan bağlandı. Önce onarılması düşünülen tekne, yüksek onarım maliyetleri nedeniyle 1949 yılının içinde ne yazık ki tamamen söküldü. Böylece Moda Kulübünün ünlü ve güzel yatının adı, yalnızca anılarda kaldı.
Moda Koyu’nda, 1910 yılında kurulmuş olan İngiliz Yat Kulübünü saymazsak, İstanbul Yelken Kulübü açılıncaya kadar sadece Moda Deniz Kulübü vardı.
Hep değindiğimiz gibi iskele ile Kulüp binası arasında, pek çok sayıda kabayole demirlerdi. Başları, kıçları sivri baltabaş olan bu kamaralı, tek direkli, randa armalı tekneleri de Kulüp üyeleri büyük bir keyifle kiralar ve yelken basarlardı. Hemen hemen bu tekneleri kullanmayan Kulüp üyesi yok gibiydi. Bu nedenle teknelerin hizmet verdiği yıllarda, gençlerin bunlarda yaşadığı deniz serüvenleri, anlatılamayacak kadar zengindir. Sakin havada denize açıldıktan sonra, Marmara’nın aniden patlayan havasında, geri dönmekte zorlanan üye çocuklarının, üyelere ve ana babalara yaşattığı heyecan dolu saatler saymakla bitmez.
Kabayolelerin yanı sıra, 1950’li yıllarda Kulübe iki “Chris-Craft” marka tekne daha geldi. Bir tanesi, o yıllar için çok büyük bir sürat olan, saatte 42 mil yapabilen, beyaz renkteki “Rüzgar”, diğeri ise “Bayar II” adında, üzeri davlumbazlı, kamaralı, vernik boyalı mavun motor yattı. Bu tekneler de hız meraklıları için gösteriş yapmakta güzel bir olanak yaratmıştı. Fakat Rüzgar, kısa bir zaman sonra motorunu yaktı ve bir daha da tamir edilemedi. Sonunda, Kulübün kayıkhanesinin tavanına asılarak, Ömer İnönü’nün, 1936 Berlin Olimpiyatlarına Harun Ülman ve Behzat Baydar ile katıldıkları Marmara Starboatu’nun yanında yerini aldı. Bayar II motor yatı da bir süre sonra Kulüp tarafından İlkay Bilgişin’e satıldı. Böylece diğer tekneler ile birlikte Kulübün denizcilik ve yatçılık alanında attığı güçlü adımlar, yerini bir süre sonra sessizliğe terk etti.
Günümüzde yaşadığımız son dönemlerdeki denizcilik girişimlerini bir tarafa bırakacak olursak deniz sporlarından uzaklaşmamız, üzüntü verici olmuştur. Kulübün bu asli kuruluş amacından ne yapıp edip kopmaması gerekirdi. Zaman içinde üye yapısı ve alışkanlıkları değiştikten sonra artık eski günlere dönmesi ne yazık ki mümkün olamamıştır. Denizcilik ve yatçılık sporu, üyeler ile birlikte yaşayıp gelişmek zorundadır. Biri diğerinden koptuğu zaman, geçmişi onarmak gerçekten imkansız hale geliyor.
Bugün Kulübümüzün deniz kenarında sahip olduğu olağanüstü konuma rağmen, sanki arkasını denize dönmüş gibi davranması, eski günler adına hepimiz için üzüntü vericidir. Bu nedenle Kulüp flamamızdaki yelkenli amblemi de itiraf etmek gerekir, artık bizler için yabancı bir simge olmuştur. Tek umudumuz bu anıları okuyan genç üyelerimizin, silkinip tekrar eski günleri geri getirmesidir.
1950’Lİ YILLAR
Muhlis Erdener altı yıl başkanlık görevinde kalmıştır. 6 Nisan 1952 yılında yapılan seçimlerde yönetim kurulu başkanlığına Zeki Rıza Sporel, başkan vekilliğine de Tevfik Taşçı seçilmişlerdir. O gün tanzim edilen genel kurul tutanağında yönetim kurulunu aşağıda isimleri verilen üyeler oluşturuyordu:
Zeki Rıza Sporel : Rize Miletvekili
Rıza Kuraner : Avukat
Emin Onat : Ordinaryüs Profesör
Mahmut Pekin : Zahire Borsası Komiseri
Tevfik Taşçı : Tüccar
Sadri Tonguç : Doktor, Dahiliye Mütehassısı
Feridun Arısan : Profesör
Onnik Balık : Tüccar
Hanri Matalon : Matematik Öğretmeni
Moda Kulübünde Zeki Rıza Sporel’in başkanlığı on altı yıl başarılı şekilde devam etmiştir. Sporel, değişik yönleri olan, Kulüp yönetiminde ağırlığını hissettirmiş bir başkandır. Otoriter tavrı ile her zaman saygınlık kazanmış ve biraz da kendisinden çekinilen bir başkan olmuştur.
Takip eden yıllarda Zeki Rıza Sporel, birlikte çalıştığı idare heyeti isimleri üzerinde fazla değişiklik yapmamıştır. Genel kurul toplantılarından bir süre önce ya kendi evinde ya da Karaköy’deki Liman Lokantasında Kulübün önde gelen üyeleri ile toplanır, başkanlığa devam edeceğini ihsas ettikten sonra, diğer üyelerin isimleri üzerinde de mutabakat sağlardı. Bu toplantılar sonradan “Şura” adını alarak, devamlılığını uzun yıllar sürdürmüştür.
On altı yıl devam eden bu uzun süreli başkanlığında, değindiğimiz bu çekirdek yönetim kurulu üyelerinin yanı sıra, 1953 yılında Sait Selahattin Cihanoğlu’nun, 1954 yılında İsmail Ş. Nişli ve Vahram Şehirliyan’ın, 1956 yılında Bülent Danişmend’in, 1962 yılında Şehsuvar Menemencioğlu, Enver Ateşdağlı, İbrahim Baysal’ın, 1963 yılında Selim Berkol, Reşit Katipoğlu, Muzaffer Göksen’in, Neşet Karadoğan, Sadun Erdemir, Necati Gökçen ve İzzet Çıntav’ın, 1964 yılında ise Sabri Korur, Feyyaz Işıl, Haluk Renda, Ekrem Berkman ve Nedim Bayar’ın, 1966 yılında İlhan Sipahioğlu, Ahmet Kaya, Fikret Kırcan ve Enis Kontuş’un, 1967 yılında Fikret Evliyagil, Haluk Şarman ve Celadet Ali Sivrioğlu’nun, 1968 yılında ise Naim Tan ve Ziya Demirdöken’in aynı kurulda yer aldıklarını görüyoruz.
1961 yılında yapılan genel kurulda ise Bedii Yazıcı, başkanlığa ayrı bir yönetim kurulu listesi ile adaylığını koymuştur. Ancak yapılan oylamada başkanlığı kazanmasına rağmen, seçimler itirazlar sonucu, bilmediğimiz bir nedenle sonradan iptal edilmiştir. Birkaç hafta sonra tekrarlanan genel kurulda, yeniden Zeki Rıza Sporel başkanlığa getirilmiştir. Böylece Sporel, 16 yıl süren başkanlık dönemine yeniden devam etme imkanı bulmuştur.
Nizamnameye göre Kulübün üç yıl için umumi heyet tarafından seçilen bir Komodor’u ve birde Komodor yardımcısı vardı. Amiral yetkisi ile görevli deniz subayı anlamına gelen “Komodor” tanımı, denizcilikten gelen bir unvandır. Kulübün kuruluş amacının tamamen denizcilik olması nedeni ile bu unvan Nizamnameye girmiş ve bu görevi üstlenen kişiler Kulübün şeref başkanları olarak görev yapmışlardır.
Komodorlar, Nizamnamenin “İstedikleri zaman İdare Heyeti içtimalarında bulunup, istişari reyle heyeti tenvir eyleyecektir.” yetkisine dayanarak zaman zaman toplantılara katılırlar, fakat bu katılım konulara yön vermekten ziyade, bir nezaket ziyareti şeklinde gerçekleşirdi. Moda Kulubünün bu onur kurulunda; Celal Bayar, Kenny Whittall, General Pertev Demirhan, Tevfik Taşçı, Reginald Whittall, Nazmi Kuraner, Dr. Ziya Demirdöken, İlhan Sipahi, Mahmut Baler, İbrahim Cimcoz, Bülent Yazıcı, İzzet Çıntav, Osman Kavrakoğlu, Ercüment Berker, Necati Gökçen, Faruk Ilgaz görev almışlardır. Halen Kulübümüzün Komodorluk görevi Mehmet Baler ve Prof.Dr. Hıfzı Özcan tarafından temsil edilmektedir.
Zeki Rıza Sporel’in başkanlık döneminde de Kulübün sosyal yaşamı, önceki yılları aratmayacak şekilde devam ediyordu. Özellikle yaz aylarının anıları anlatılmakla bitirilmeyecek gibidir. Bu neşeli günlerin büyük çoğunluğu Kulübün yazlık terasında yaşanırken, Kulübün meşhur Raft’ını ve Tenis Kortunu da unutmamak gerekir.
RAFT’TA YAŞAM VE TENİS KORTUMUZ
Moda Kulübüne özgünlük veren görüntülerden birisi de “Raft” idi. Kulübün kurulduğu yıllarda sahilin denize girmeye elverişli olmaması, soruna bir çare bulmayı gerektiriyordu. Üyelerimizden Naci Erk tarafından yaptırılan ilk Raft, ilerleyen yıllar içinde Kulüple beraber anılır olmuştu.
Sahilden 100 m. açığa demirleyen Raft, o dönemin ifadesi ile bir sabit-yüzer deniz hamamı niteliğindeydi. Ön tarafında iki ayrı üçer katlı tramplen kulesi ve ortasında çocuklar için özel güvenlikli bir havuz bulunmaktaydı. Raft, kışları Fenerbahçe sahilinde Moda’ya bakan bir yere çekilir ve mevsimin ünlü lodoslarından bu şekilde korunurdu.
Buna karşın, 24 Eylül 1964 gecesinde zamansız çıkan şiddetli bir lodos fırtınası, onu tonoz zincirlerinden koparıp Moda plajına doğru sürükledi. Plajın ahşaplarına vurarak hem kendini hem de plajı parçaladı. Koydaki demirlemiş kırka yakın tekne de ayrıca o kuvvetli lodos fırtınasına dayanamayıp Kalamış sahiline sürüklenerek karaya vurmuşlardı. Teknelerin büyük bir kısmı tahrip oldu. Sabah erken saatlere kadar süren fırtınada, bacaklarını bir kaza nedeniyle kaybetmiş Sadık Kaptan’ın, bir Chris-Craft tekneyi Kulüp rıhtımı ile iskele yolunun buluştuğu köşede kurtarmaya çalışmasını ve tekneye yardım edememenin kendisinde yarattığı büyük üzüntüyü hep hatırlarız. Sonunda Sadık Kaptan, kollarından çekilerek yukarıya alınmış ve güçlükle teselli edilmişti.
Üyelerin denize girme isteklerini büyük ölçüde karşılayan Raft’ın fırtınada harap olup kaybedilmesinin ardından, Kulüp üyelerinin bağışları ve Kulübün olanakları ile 1965 yılında biraz daha büyütülerek yeniden yaptırıldı. Sonraki yönetimler döneminde ise, yani 1993 yılında, giderlerinin fazlalaşması nedeni ile tamamen sökülerek alt tabanı bir sal haline getirildi. Bu şekli ile bu günkü Kulüp binasının iskelesi önüne çekildi ve o şekli ile ancak bir yıl kullanıldı. 1994 yılında göreve gelen yeni yönetim, Raft’ı 1995 yılında yeniden inşa ettirdi. Bu kez Raft biraz daha büyütüldü ve daha kullanılır şekilde, eski bağlama yerine yeniden kondu. Böylece Kulüp, hiç değilse bir simgesini daha kaybetmemiş oldu.
Üyeler ve çevre açısından Raft, en az Moda Kulübü kadar önemliydi. Pek çok kimse Kulübü, yazları hemen önünde duran, o deniz eviyle tanırdı. Raft’ta anısı geçmemiş olan üye hemen hemen yok gibidir.
Bugün de aynı renkli günleri yaşayan Raft, gündüz olduğu kadar, bazı yaz gecelerinde de gençlere keyifli anlar yaşatabilmektedir. Mehmet Baler’in kendine özgü güzel anlatımı ile tekrar eski günlere dönecek olursak:
“Modalı üyelerin çoğu denize girmeye Raft’a gelirlerdi, O zamanın gençleri Cemil (Kocainan) ve Ümit’in (Deniz) Raft’ta yaptıkları muziplikleri ve şakaları hatırlamamak mümkün değil. Kadın kıyafetine girerler, türlü muzipliklerle bütün Raft’ı başlarına toplarlardı. Babam da onlara uyar, başına havludan bir sarık sarar, üstüne bol bir bornoz giyerek güya imam olur öne geçer, cemaati arkasına takarak yüksek sesle okuduğu uydurmasyon dualarla merdivenlerden aşağı inip hep beraber cümbür cemaat denize atlarlardı. İzmir Liman Reisi Niyazi Gülen Bey’in çömlekleme atlamasıyla fışkıran sulardan yukarı katta güneşlenen hanımlar sırılsıklam ıslanırdı. Bu gibi durumlarda üyelerin seyir için bir tarafına toplandığı Raft yana yatar, batma tehlikesine girer, Ali Baba bağırıp ikaz ederek kalabalığı Raft’ın ortasına çekmeye çalışırdı. Hepsi aramızdan göçtü gitti. Allah hepsine rahmet eylesin! Çoğu pazar günleri Raft tamamen dolar, bir kabinde on kişi soyunur, denizden dönenler olmadıkça Kulübün önünden servis sandalı hareket ettirilmezdi. Birçok kişi Kulübün alt terasında elinde mayosu ile Raft’ta yer açılmasını beklerdi.”
Kışın karaya çekilip yazın denize indirilmesi oldukça masraflı olduğu için Raft, zaman zaman üyelerin tenkitlerine neden olurdu. Fakat Mehmet Baler’in de anlatımlarında vurgulandığı gibi Raft, daima Kulübün keyifli günlerinin ayrılmaz bir parçasını oluşturduğu için yapılan eleştirilere pek kulak asılmazdı.
Bugün olduğu gibi geçmiş günlerde de Raft’ın vazgeçilmez isimleri vardı. İskeleden kampana sesi duyulduğunda, Sefer veya Mehmet Reis küreklere sarılırlar, bekleyenleri büyük bir misafirperverlikle sandala alarak Raft’ın üzerinde bekleyen dostlara ulaştırırlardı. Ahmet Reis, kendine has denizcilik yeteneğini kullanarak sandalı itinalı şekilde Raft’a bağlardı. O küçük ön bölümde sohbetler koyulaşır, belki de denizin ortasında olmanın bağımsızlığı ile hiç dertten tasadan söz edilmezdi. Lodosun aniden arttığı bir yaz gününde, neredeyse kendini Raft’ın sahibi konumunda hisseden Ahmet Hürel’in, endişeli gözlerle, “Yüzme pilmiyenler, sandala!.. Yani pen, yani pen!” diye bağırması, bugün de anılarda sıcaklığını korumaktadır.
Yukarıda da değindiğimiz gibi Raft’ta ilginç bir arkadaş grubu vardı. Sonraki yıllarda da, Reşadet Hanım, Çınna Hanım (Nebahat Kuran), Nejla Hanım ve İbrahim Hoyi başta olmak üzere, yaşı biraz önde gelenler ile gençler arasında derin sohbetler yapılır, gösterdikleri hoşgörüyle şakalaşmalar sürer giderdi. Özellikle Sandalcı Sefer’in çektiği kayıkta, biraz da Reşadet Hanım’ın teşvikiyle, denize düşmekten çok korkan Çınna Hanım’ı, sandalı biraz sallayarak endişelendirmek, gençlere müthiş keyif verirdi. Bu şekilde bağırış ve gülüşlerle, herkesin bakışları altında Kulübün iskelesine varılarak güzel geçen bir gün daha geride bırakılmış olurdu.
O günlerden bugüne Raft’ın havası hiç değişmemiştir. Tek fark, Raft’ın Kulüpten biraz daha uzağa demirlemesi ve küreklerin yerini kıçtan takma motorun almasıdır. Ahmet Hürel ise hala sert havalarda, atılacak lodos çapasının yeri konusunda, bugün de kendisinden yardım alınacak deneyimli bir denizci konumundadır.
Raft kadar olmasa bile Tenis Kortumuzun da Kulüp ile özleşen pek çok yönü ve anısı vardır. Kulüp binasından uzakta yer alması, ona biraz bağımsızlık da kazandırmıştır. Bugün Moda’ya gelirken çocuk parkının yanında, yaklaşık iki dönümlük kıymetli bir arazi üzerine yerleşmiş olan iki kortluk tesis, Moda’ya da ayrı bir güzellik kazandırmaktadır. Yer İstanbul Büyükşehir Belediyesine aittir ve Kulüp her sene Belediye tarafından belirlenen kirayı öder. Pek çok kimse Kort’un Kulübe ait olduğunu bilmese bile, Kort 1930’lu yıllardan bu yana, çok önemli ve heyecanlı günlere Kulüp adına imza atmıştır.
Kulübün kuruluş yıllarında Türk İngiliz Yat Kulübüne ait olan bu spor tesisi birleşme ile birlikte doğal olarak Moda Kulübünün yönetimine geçmiştir. Bozuk olan zemin Celal Uluğ, Sait Selahattin Cihanoğlu, Tevfik Taşçı, İbrahim Cimcoz ve Bülent Cimcoz’un gayretleri ile hemen onarılarak daha geniş bir kapsamda üyelerin hizmetine sunulmuştur. O yıllarda önce sahanın drenajı yapıldı. En alta kaba taşlar, üstüne ince çakıl, üstüne kum ve onun da üstüne kömür tozu serildi. Bu işlemler bittikten sonra Çamlıca’dan getirilen kırmızı toprak zemine yayıldı. Böylece kort zemini, neredeyse İstanbul’un en gözde ve aranılan bir sahası olmuştu. Bu hali ile Kort, 2005 yılında “antuka” zemine kavuşuncaya kadar, yaklaşık 70 yıl aynı niteliğini muhafaza ederek üyelere hizmet vermiştir.
Bugün hala saha kenarlarında duran iki adet hakem iskemlesini, Celal Uluğ, İbrahim Cimcoz ve Sait Selahattin Cihanoğlu, sırtlarında taşıyarak Kort’a getirmişler ve bizzat kendi elleri ile yerlerine yerleştirmişlerdir. Başlangıçta belki de biraz olanakların kıtlığından, Kortlar’ın çevresi kümes teli ile çevrili idi. Ancak kuvvetli bir top çarptığında, ikide birde aradan kaçan topu aramak için oyuna hep ara verilmek zorunda kalınırdı. Tenis sezonu genelde 1 Haziran’da başlayıp, 30 Eylül’de biterdi. Kış aylarında ise Kortlar, tellerin arasından sızan Moda’lı çocuklara futbol sahası olarak hizmet verirdi.
Bugün modern bir tesis haline dönüşen Kort’un sosyal bölümünde, o zamanlar biraz iptidai görünümlü bir baraka vardı. Barakanın Kort kapısına bakan tarafında küçük bir alet edevat odacığı, yanındaki dar bölmede iki adet filenin bulunduğu yer, onun da yanında basit bir soyunma kabini bulunurdu.
Fakat belirtmek gerekir ki, bu basit yapılanmaya rağmen, Kort’taki yaşam hep çok disiplinli bir ortamda geçmiştir. Oyun kurallarından giyim kuşama ve davranış biçimine kadar her şey, adeta İngiliz prensiplerine göre yönetilirdi. Bunda, üyelerin sahip olduğu Kulüp kültürünün yanı sıra, Celal Uluğ’un aynı zamanda Wimbeldon Tenis Organizasyon Komitesinde yer alması da önemli bir rol oynamıştır.
1960’lı yıllardan sonra ayrıca bir tenis komitesi kurularak, Kort’taki sportif yaşam kendi içinde belirlenmeye başlamıştır. Kulüp yönetiminin Kort’a mesafe olarak uzakta kalması, böyle bir komiteyi hep önemli kılmıştır. Kortta yaşanan olayları, oyun disiplin ve kurallarının belirlenmesi, davranış disiplininin sağlanması ve ayrıca gelir gider hesaplarının tutulması yönünden, komite Kulüp yönetimine hep yardımcı olmuştur. Eser Arkun ve Cem Göknar bu komitede uzun yıllar görev almıştır.
İlk yıllarda yapılan ve uzunca bir süre hizmet veren meşhur barakamız, Malik Yolaç’ın ve Necati Gökçen’in başkanlıkları döneminde elden geçirilerek kagir bir yapıya dönüştürülmüştü. 2005 yılında ise köklü şekilde ele alındı; sosyal tesisler tamamen yenilenerek, çağdaş bir tenis kortu şekline dönüştü. Bu arada uzun yıllar Kort’a bakıcı, işletici ve hoca olarak hizmet veren Kemal Yazgan’a teşekkür edilerek, işletmeyi tamamen Kulüp üstlendi. Üye çocuklarına tenis sporunu sevdirmek için de spor okulu mezunu iki tenis hocası ile anlaşma yapıldı.
Tenisçileri, kış aylarında yağmur nedeni ile sıkıntıya sokan önceki toprak sahalar da bozularak, kortlar günümüzün gereklerine uygun antuka (En Tut Cas) saha haline dönüştürüldü.
1940’lı yıllarda kortların bakımını Horen Usta yapardı. Mösyö Mina ise bir İngiliz tenisçisi kıyafeti içinde, beyaz uzun pantolon, beyaz Fred Perry T-Shirt, beyaz kolsuz kazak ve beyaz kasketi ile tenis dersleri verirdi. Dünün bu “Beyaz Sporu” bugün ne yazık ki yerini anlamsız bir renkliliğe terk etmiştir.
Horen Usta iri kalın camlı gözlükleri ve ilerlemiş yaşına rağmen, akşam saat 19.00 gibi kortları sulamadan önce her iki fileyi sudan zarar görmemesi için sökerek odaya koyar, sonra kortları sulama işlemini tamamlardı. Sabah erken saatlerde kortlara silindir çeker, bu iş bittikten sonra da eline kireç fırçasını alarak çizgileri şablon kullanmadan bir sanatçı ustalığı ile çizer, yeniden fileleri takar, elindeki mastar sopa ile file yüksekliklerini ölçerdi. Bu yıllarda Almanya tenis şampiyonu olan von Kramm’ın, Kulübümüzün önde gelen tenisçileri ile Kortumuz’da karşılaşmalar yapması, sadece Moda’da değil, İstanbul’da da büyük ilgi uyandırmıştı.
Raft’ta olduğu gibi Tenis Kortu’nun da müdavimleri ve renkli simaları vardı. Örneğin Sedat Erkoğlu’nun hem tenisteki başarılarını hem de giyim kuşamı ile yarattığı havayı hatırlamamak mümkün değil. Sırf anıları tazelemek ve yarınlara kalıcı bir anı bırakabilmek için gelin isterseniz diğer isimleri de birlikte hatırlamaya çalışalım:
Tevfik Taşçı, Sait Selahattin Cihanoğlu, İbrahim ve Bülent Cimcoz, Celal Uluğ, Şakir Sabuncu, Galip Yenel, Canbeden Hrant, Bülent ve Cahit Davran, Selman Açba, Taki Karidis, Tonguç Gürcan, Muammer İsen, Nazım Sadıkoğlu, Mösyö Klod, Semih Tuğlu, Ahmet Uygurmen, Aydın Erman, Zeynep Erman, Roli, Mehmet Draz, Atıf Aksel, Vecihe Gökçen, Zeki Rıza Sporel, Hazel Sporel, Feyhan Sporel, Süheyla Berkmen, Ada Levi, Leyla Ziyal, Nur Oktar, Erdal-Ergün ve Bülent Altan Kardeşler, Eser Arkun, Arzu ve Murat Altan Kardeşler, Nejat Sönmez, Mustafa ve Mehmet Toner, Erdoğan Gökçeler, Koko ve Nuran Talas, Meline Talas, İnci ve Ümran Tarhun, Melih Ertüzük, Sinan Berkmen, Cem Göknar, Taylan Sezer, Ruhi ve Refii Berent Kardeşler, Teoman Hakkut, Ergin Minisker, Cem-Can-Ali Güvendiren, Selim Ergüder, Bülent Meriç, Engin Aydın, Fahir Atakoğlu, Önder Akınal, Umur Kalaç, Erdoğan Bey (Pepe lakaplı- halen Miami’de tenis hocalığı yapıyor), Necati ve Harun Güran, Emine ve Hatice Kardeşler ile Erdoğan Karamancı, Habib Mordo, Ali Civelek, Seymur Acar, Mahir Ülken ve daha aklımıza gelmeyen pek çok sporcu üyemiz, Tenis Kortumuz’a her zaman hatırlanması gereken güzellikler katmışlardır.
Kortlar’da yılda iki defa büyükler, gençler, kadınlar ve mix kategorilerinde kapalı turnuvalar düzenlenirdi. Düzenlenen ilk turnuvaya Fehmi Kızıl, Beliğ Baler ve Suat Nemli katılmışlardı. Bunlar ilkbahar ve sonbahar karşılaşmalarıydı. Ödüller önceleri Kort’ta ve hemen turnuva bitiminde, terler kurumadan Kulüp Başkanı tarafından verilirdi. Sonraları ise bu törenler Kulüpte bir kokteyl eşliğinde yapılmaya başladı. Tevfik Taşçı’nın vefatından sonra ve onun anısına bu turnuvalara “Tevfik Taşçı Turnuvası” adı verildi.
Turnuva fikstürleri yapılırken, seri başları tespit edilir, sonra kuralar çekilerek fikstür belirlenir, karşılaşmalar kesinleştirilirdi. Maç saatinde Kort’ta olmayan oyuncuyu, rakibi 15 dakika bekler, gelmediği takdirde gelmeyen oyuncu “walk-over” yapılarak turnuva dışında kalırdı. Kuşkusuz takip eden gün ve haftalarda da konunun tartışması, keyifli bir şekilde sürüp giderdi.
Her sene Moda Deniz Kulübü Tenis Üyeleri olarak, Taç Spor, Uğur Tenis Tesisleri (Erenköy), Raket Kulüp ile karşılıklı ziyaret ile müsabakalar düzenlenir, gelen kafileye ve gidilen kulüplerde karşılıklı yiyecek içecek ikramlarında bulunulurdu. Tevfik Taşçı Turnuvaları’nda derece alan oyuncular, ayrıca bu maçlarda Moda Deniz Kulübü Tenis Kortları’nı temsilen oynama hakkını elde ederlerdi.
Söz Tenis Kortumuz’dan açılmışken, birkaç kelime de “Garip” için ayırmamız gerekir. Garip, yıllarca Kort’un bekçiliğini üstlenen, son derece cana yakın, istisnasız tüm üyelerin dostu olan köpeğimizdi. Şansız olarak özürlü doğmuş, fakat yavru olarak sokaktan bulunup getirildikten sonra, adeta Kort’un parçası haline gelen Garip’in, hiçbir zaman adımını sahaların içine atmaması, ona duyulan sevgiyi bir kat daha artırmıştı.
Kort’ta yaşam bugün de aynı canlılığını korumaktadır. Yer olarak Kulüpten biraz uzakta olmasına rağmen, Tenis Kort’u Kulübün ayrılmaz bir parçasıdır. Mevcut kurallar harfiyen uygulanır, sportmenlik ve dostluk hep ön planda tutulur. Sporcular arasında dün olduğu gibi bugün de güzel bir arkadaşlık ve dayanışma vardır. Bugün ve gelecekteki sporcu üyelerimizin, Kulübün bu çok eskilere varan faaliyetini ve geleneğini aynı disiplin ve heyecanla devam ettireceklerine içtenlikle inanıyoruz.
KULÜP AKŞAMLARI
Raft’ta ve Tenis Kortumuz’da yaşanan güzel günleri kısaca da olsa anımsadıktan sonra, Kulübün yaşamında derin izler bırakmış “Kulüp Akşamlarını” hatırlamadan geçemeyiz. Kurulduğu yıldan bugüne kadar akşam saatleri, üyelerin buluştuğu ve Kulübün eşsiz güzelliğinin yaşandığı anlardır. Özellikle yaz aylarında güneşin hafif çekilerek, Kalamış Koyu’nun daha da güzel göründüğü sularda, Kulübün her alanını, anlatılması güç bir şıklık kaplardı. Adeta kendinizi bambaşka bir dünyada hissederdiniz.
Önceki binamızın iskeleye bakan geniş terasında ve onun alt kısmında, masalar büyük bir özen ile hazırlanır, o akşamki rezervasyon göz önünde tutularak, son detaylar yetkililer tarafından gözden geçirilirdi. Pırıl pırıl giyimli şef ve garsonların hafif heyecanlı bakışları arasında üyeler yavaş yavaş Kulübe gelirler, önce yazlık barda içkilerini aldıktan sonra masalarına yerleşirlerdi.
Kulüp her gece sanki bir defile podyumu gibiydi. Bu kadar şık ve zarif insanları ancak seçerek bir araya getirmeniz mümkün olabilirdi. Belki de o yıllarda bugünkü restoran ve eğlence yerlerinin yaygın olmaması ve hatta Büyük Kulübün bile henüz bugünkü yerine taşınmamış bulunması, Moda Kulübünü şıklığın ve güzelliğin odağı haline dönüştürmüştü. Bunların içinde on beş günde bir yapılan dine dansan toplantıları ve özellikle yaz baloları, tanımlanması güç bir renklilik içinde geçerdi. Geç saatlere kadar süren sohbetler ve her dakika dolu olan dans pisti, aynı heyecanla iskeleyi dolduran Modalılar tarafından da hayranlıkla izlenirdi.
Orkestralar için de, Moda Kulübünde müzik yapmak önemli bir ayrıcalıktı. Hatta pek çok müzisyen ve orkestranın önce Moda Kulübünde performans göstermesi ile şöhrete kavuştuğunu iddia etsek, pek abartmış sayılmayız. Dilerseniz eski günlerden ismini hatırlayabildiğimiz müzisyen ve orkestraları biraz gözümüzün önünde canlandırmaya çalışalım:
Henüz Kulüpte büyük orkestraların yer almadığı dönemlerde piyanist Kokinaki, kemancısı Mirel ve baterist Zareh veya Ercüment’ten oluşan bir üçlü müzik yapardı. Bu dönemde Süreyya da yaz aylarında bir iki yardımcısını yanına alır, daha önce değinildiği gibi Kulübün restoran ve yemek hizmetlerini üstlenirdi. Onun mutfak ve sunum konusundaki deneyiminin izleri, günümüze kadar kendisini hissettirmiştir. Başka bir ifade ile Süreyya da Kulüp akşamlarının en az müzik kadar önemli bir parçasıydı.
1952 yılında Fritz ve Egon Kerten Orkestrası, saksafonda Corradi ve bateride Zeki Akantürk ile birlikte, Kulüpte çalan ilk orkestralar içinde anılır. Onu takip eden yaz aylarında İspanyol Jose ve Carmen orkestrası da hafızalarda güzel bir iz bırakmıştır. Bunun yanı sıra Ankara’dan gelen Orhan Avşar Grubu ve 1955 yılı yazında Kulüpte çalan İspanyol Romero Orkestrası yine hatırlanması gerekenler arasındadır.
Romero her salı ve perşembe akşam üstleri de müzik yapardı. Özellikle 60’lı yıllarda gençler matinelerde büyük bir keyifle dans ederlerdi. Saat beşte, her yer pırıl pırıl güneş ışığı ile parlamasına rağmen, önce slow, sonra hızlı, arkasından twist ve samba ile final yapılarak yemek saatine ulaşılırdı. Büyükler orkestrayı ve dans edenleri keyifle izlerlerler, çay veya soğuk meşrubatlarla ongruvaz ve cips servis edilirdi. Eski Kulüp binasının banketlere uygun olmaması, üyelerin eğlence gereksinimini ön plana çıkartmıştı. Bu nedenle yaz aylarında, Kulüpte orkestrasız bir geceyi düşünmek bile olanaksızdı.
1961 yazında çalan Renzo Bonaveri Orkestrası da Kulüpte oldukça beğeni kazanmış, birkaç yaz performansına devam etmişti. 1963 yılında ise yerini Şerif Yüzbaşıoğlu Orkestrasına bırakmıştı. Şerif Yüzbaşıoğlu ile birlikte Ayten Alpman, Ayla Dikmen, Özkan Kaymak, Salim Ağırbaş ve Atilla Özdemiroğlu, Kulüp üyelerine güzel akşamlar yaşatmışlardır. Daha sonra gruba Selçuk Ural, Rober ve Sermet katılmışlardır. Hatta bazı akşamlar, o yıllarda şöhretinin ilk yıllarını yaşayan Ajda Pekkan da şarkı söylemek için orkestraya alınırdı.
1966 yazında Durul Gence ve Emin Fındıkoğlu, 1967 yılında Özdemir Erdoğan, 1968’de Kanat Gür, 1969’da Vero Kapitol Orkestrası, 1970’de İvo Meletti, daha sonraki yıllarda sırası ile Ankara’dan Erol Pekcan ve Arkadaşları, Beş Yıl Önce On Yıl Sonra Grubu, Doruk Onat Kut, Eşi Nilgün ile Mehmet Horoz, Kulübün gecelerini yaptıkları güzel müzik ve sesleri ile süslemişlerdi.
1979 yılına gelindiğinde orkestraların yerini günün modasına uyarak dikotek müziği almıştır. Ahmet Çapa, Metin Fadıllıoğlu ve Mehmet Tuna “Yeni Moda” adı altında bir diskotek çalıştırmaya başlamışlardır. Daha sonra üyelerimizden Cem Gündeş’in yaptığı müzik bir hayli sükse yapmıştı. Yeni Binaya geçtiğimizde Selim Selçuk ve eşi Nuket Ruacan’ın yaptığı güzel caz müziği hala kulaklarımızdadır. Daha sonraki yıllarda Candan Erçetin, Hayko, Fatih Erkoç gibi müzisyenlerin şöhret basamaklarına Moda Kulübünden başlamaları, bizler için de gurur kaynağı olmuştur.
Kulüp, her zaman yaz aylarında tanınmış simaların akşamlarını geçirdiği bir yer olmuştur. Politik yaşamın önde gelen isimlerine, bilim adamlarına, ünlü gazetecilere, sanatçı ve edebiyatçılara, iş adamlarına, o dönemin tanınmış sporcularına her gece Kulüpte rastlamak mümkün olurdu.
Bütün bu üst düzey havaya rağmen, Kulüp disiplini yönetimler tarafından daima ön planda tutulmuştur. Zaman zaman biraz da alkolün etkisi ile çizgiyi zorlayanlar olduğunda, önce nazik bir şekilde ikaz edilir, devam etmesi halinde hiç çekinilmeden gerekli önlemler alınırdı. Hatta bir gece çok ünlü bir gazete sahibi, şampanya kadehini yere atıp kırmaya teşebbüs ettiğinde, masada yer alan ünlü simalara bakılmadan, biraz da hiddetle hemen Kulüpten dışarı çıkartılmıştır.
Yaz aylarının tüm sıcağına rağmen, kimsenin aklına ceketini çıkartmak gelmezdi. Bir yaz günü, öğle yemeğinde, Firuzan Tekil, Samet Ağaoğlu, Emin Kalafat ve Celal Yardımcı, Yahya Kemal Beyatlı ile birlikte sohbet ederlerken, Yahya Kemal’in Kulübün üst katına çıkarak, terden ıslanan gömleğini değiştirdiğini bir anı olarak hep hatıralardadır.
Eski günleri dolduran ve güzelleştiren daha pek çok anı hepimizin belleğinde ve gönlünde yatmaktadır. Bugün bir araya geldiğimizde yer ve zamana göre sohbetlerimizde ne mutlu ki hepsini yaşatmaya çalışıyoruz. Bu nedenle Moda Deniz Kulübünün özünde yatan köklü kültürü, o güzel günlere daha derin anlamlar kazandırıyor. Bugün bir kez daha o günleri yaşatan ve geride bu güzel anıları bırakan insanlara, Kulüp adına teşekkür etmemiz gerekir.
ZORLU GÜNLERE DOĞRU
Yaşanan bu güzel günlerin ardından tekrar yaşamın gerçeklerine dönecek olursak; 1950’li yılların üzerinde durulması gereken gelişmelerinden birisi de Moda Turistik Otel ve Tesisleri Türk Limited Şirketi’nin kurulması ve bu şirketin Moda Kulübü ile olan ilişkileridir.
Şirket, 500.000 Lira sermaye ile 15.7.1953 tarihinde kurulmuştur. Şirketin kurucu ortağı %35 payla Kulüp Başkanı Zeki Rıza Sporel’dir. Başlangıçta üç ortakla kurulan şirket, birkaç yıl içinde genişleyerek ortak sayısını artırmıştır. Zeki Rıza Sporel’in payı sabit kaldıktan sonra arta kalan hisseler, Selman Turhan, İhsan Doruk, Emin Onat, Fahri Uygurmen, Süreyya Nomyak, Onnik Balıkçıyan, Saffet Fişekçi, Münire ve Rıza Kuraner, Haydar Seber, Hamdi Halim Mayatürk ve Necla Öke arasında dağılmıştır.
Şirketin kuruluşundan kısa bir süre sonra şirket ile Kulüp arasındaki ilişkilerin yoğunlaştığını görüyoruz. Kulübün bina sahibi ile yaşadığı sorunlar ister istemez Kulüp yönetimini de yer konusunda bir arayış içine itmiştir. Aslında Moda Kulübünün eski binadan çıkma fikri 1955 yılında yapılan genel kurulda ortaya atılmıştı. O yıllara ait belgeler Kulüp arşivinde olmadığı için gelişmeleri ancak sonraki yılların kaynaklarından tespit etmek mümkün olabilmiştir. Örneğin, yönetim kurulunun 1961 yılı faaliyet raporunda bu olay, geriye dönük olarak aynen şu şekilde aktarılmaktadır: Binadan çıkartılmak tehlikesi göz önünde tutularak, “... Keyfiyetin tetkik edilerek bir proje hazırlanması 1955 yılında idare heyetine tevdi edilmişti. İdare heyeti bu direktif üzerine, bir proje ve maket hazırlayarak Turistik Şirketten vaki teklif ile birlikte 1956 Umumi Heyetine arz eylemiştir. Keyfiyetin Umumi Heyet tarafından kabul edildiği 25.3.1956 zabıtnamesinde:
Şimdiki Kulüp binasının ittisalindeki arsanın Turistik Şirketten satın alınmasına ve maketi toplantı salonunda Umumi Heyet muvacehesinde teşhir edilen projesi mucibince gerek bankalardan ve gerekse azalardan istikraz ve diğer kaynaklardan istifade temini sureti ile bina inşaatı için İdare Heyetine mezuniyet ve salahiyeti tamme verilmesine ittifakla karar verildiği...” ifade edilmekteydi.
Moda Turistik İşletmeler Şirketi kuruluşundan hemen sonra, ilk adımda Moda Burnu’nun sırtlarını oluşturan meyilli arazideki falez nitelikli arsaları satın alarak işe başlamıştır. Daha sonra Yugoslav RAD firmasına, kıyı çizgisinden belirli bir mesafe tutarak, tüm araziyi kapsayacak şekilde bir rıhtım inşaatı yaptırıldı. Böylece şirket arada kalan denizi de doldurmak sureti ile 17 dönüm gibi oldukça geniş ve çok kıymetli bir arazi kazanmış oldu. Ancak kazanılan arazinin tapu tescili işlemleri, temelde yatan hukuki sorunlar nedeni ile uzun müddet bir türlü şirket üzerine yaptırılamadı.
Zeki Rıza Sporel aynı zamanda Kulüp başkanlığını da yürüttüğü için kurucusu olduğu şirketle daha rahat bir ilişki içindeydi. Bu nedenle esas amaç olarak, doldurulan arazinin tüm mülkiyetinin önce şirket üzerine geçmesi düşünülmüştü. Böylece kazanılacak değerli arazi üzerine yapılacak tesislerle, doldurulmuş topraklar daha da değerlendirilmiş duruma getirilecekti. Bu amaca yönelik olarak da arazinin denize uzanan burun kısmında yer alması düşünülen bir otel ve ona bağlı bir marina inşa edilmesi planlandı. Projeyi şirket ortaklarından ve aynı zamanda yönetim kurulu üyemiz Prof. Dr. Emin Onat çizdi. Toprakların Kulüp binasına komşu olan kısmı da Kulübe satılarak, orada bir Kulüp binası, yine Emin Onat’ın çizdiği proje uyarınca inşa edilecekti. Böylece kiracı durumunda olan ve ev sahibi Sofu Ailesi ile sorunlar yaşayan Kulüp için de sonuçta uygun bir çözüm sağlanmış olacaktı. Ancak işler ne yazık ki planlandığı şekilde gitmedi.
Kulüp ile bir protokol imzalandı. Koşullar belirlenerek, inşaata 1956 yılında başlandı. Yasal işlemler de tamamlanmıştı. Turistik kompleksin ilk bölümü olarak öngörülen Kulüp binasının yapımına, Belediyeden alınan 13.6.1956 tarih ve 8/4 sayılı inşaat ruhsatı ile başlandı. Başka bir deyimle, inşaata başlarken görünen hukuki sorunlar temelde neredeyse çözümlenmiş görünüyordu. Bu doğrultuda Kulüp binası kaba inşaatının büyük bir kısmı, sorunsuz şekilde kısa zamanda tamamlanmış oldu.
Şirket ile yapılan anlaşmada Kulüp binasının finansmanın, bizzat Kulüp tarafından avans niteliğinde ödenecek paralarla sağlanması gerekiyordu. Şirketle, inşaat maliyeti olarak toplam 3.000.000 TL bedel ödeneceği konusunda mutabık kalınmıştı.
Takip eden yıllara ait genel kurul tutanaklarından, Kulüp binasının kaba inşaatı için avans niteliğinde ilk adımda 1.492.940 Liranın ödendiğini görüyoruz. Bu paranın bir kısmı Kulübün öz kaynaklarından ve üyelerin yaptıkları ayda 10 Liralık bağışlardan, diğer kısmı ise bankalardan alınan kredilerden karşılanmıştır.
Ancak genel kurul tutanaklarından aktardığımız konuşmalardan da göreceğiniz üzere, kurgulanan bu model, Kulüp ile şirket arasında sonradan çok ciddi sorunların çıkmasına neden olmuştur.
Nitekim 27 Mayıs müdahalesinden sonra işler iyice çıkmaza girdi. Dönemin askeri yönetim anlayışının etkisi ile Kulüp işlerinin yürütülmesi bir hayli zorlaşmıştı. Bu karmaşa içinde de 1961 yılında inşaat durduruldu. Bu nedenle karkas halinde kalan bina, 1983 yılına kadar, yani 22 yıl el değmeden bu şekli ile kaldı. Çevre çocuklarının futbol alanı olarak kullanılan inşaat, deniz üstünde olması nedeniyle de oldukça hasar gördü.
Yönetim Kurulunun 1961 yılı faaliyetleri kapsamında genel kurula sunduğu raporda; “... İnşaat faaliyetinin muvakkaten durması dolayısı ile bu sene için esaslı bir yardımda bulunulmamıştır. Ancak zaruri masraflarına karşı yapılan yardımlarla 1961 senesi sonuna kadar yeni Kulüp binası inşaatı için 1.492.940.65 Liralık bir tediyenin yapılmış olduğu anlaşılmıştır. Şirketin Ortaklar kararında rıhtım inşaatı ve istinat duvarları masrafları şirkete ait olmak üzere Kulübümüze 3200 m2’lik bir sahanın tahsis edilmesine ve bu sahanın beher metre karesinin de 300 Lira bedel ile Kulübümüze verilmesi hususunun kabul edildiği bildirilmektedir...” denilmekteydi.
Genel kurula sunulan bu faaliyet raporu üzerine, 1.4.1962 Pazar günü yapılan genel kurul toplantısı bir hayli tartışmalı ve bizim için de bir o kadar ilginç olacak konuşmalara sahne olmuştur. Bugün içinde oturduğumuz binaya Kulübümüzün hangi koşullarda ve ne gibi güçlüklerle sahip olduğunu, eminiz pek çok üyemiz bilmemektedir. Sırf yaşanan olayları yeniden anımsatmak için o gün yapılan genel kuruldaki konuşmalardan, aşağıda bazı aktarmaları yapmanın, geçmişe ışık tutma yönünden yararlı olacağını düşünüyoruz.
“Tevfik Taylan: ...... Gerekli keşif yapılmadan inşaata başlandı. Bilahare projenin tadil edildiğini duydum. Rapordan öğrendiğimiz rakamlara göre kaba inşaata 1.400.000 TL sarf edilmiş bulunmaktadır. Kaba inşaat bir işin %30’u demektir. Bunu daha da geniş tutarak yarısının ikmal edildiğini telakki etsek, inşaat için 1.400.000 TL , arsa bedeli olarak 930.000 TL , bahçelerin tanzimi için 30.000 TL , binanın tefrişine de en az 500.000 TL asgari bir hesapla sarf edilmesi icap eder. 3.000.000 TL’lık bir işe de evvelden keşif yapılmadan ve masrafı karşılayacak imkanlar tetkik ve tespit edilmeden harekete geçmek esasen doğru değildi. Bu sebeple inşaat yardımını ödemedim. Kulübümüz için ayda 10 TL değil, daha fazlasını vermeyi memnuniyetle kabul ederiz....”
Gültekin Sonzuzoğlu: “... Tapu muamelesi hakkında malumat rica ediyorum...”
Zeki Rıza Sporel: “... Ancak proje bilahere tevsi edilmiş değildir. Yalnız salonları bin kişi alacak şekilde geniş tuttuk. İşe projesiz başlamadık...”
Tevfik Taylan: “... Kulüp Başkanının ifadesi beni tatmin etmedi. Azalardan toplanacak para ile inşaatın 30 senede ikmali ancak mümkündür...”
İbrahim Baysal: “..... İnşaata bugüne kadar 1.400.000 TL sarf edilmiştir. Hariçten yardım 300.000 TL dir. İnşaata müteallik iki faktör vardır. Bunun birincisi turistik şirkete terk sureti ile emaneten yapılan işler, ikincisi ise limited şirkete tescil edilecek sahanın metre karesi 300 Liradan rıhtım inşaatı da kendilerine ait olmak üzere Kulübümüze satmayı vaad etmiş olmalarıdır. Bugüne kadarki çalışmalarla tescil işi nihayetlenmemiştir...”.
Gültekin Sonsuzoğlu: “... Limited şirketin sermayesi 500.000 TL dir. Mahdut mesuliyeti bu kadar olan şirkete bir buçuk milyon Lira verilmesi hatadır...”
Rıza Kuraner: “... Muhterem arkadaşlar! ‘Tapu neye alınmadı’ suali eza verici olmaktadır. Uğraşıldı, normal yollarla iki defa tescili de yapıldı. Yalnız tapu alınamadı. Buna sebep şifahen, tahriren ve hatta neşren yapılan ihbarlardır...”
Ercümend Berker: “... Hazinenin arsasına bina yapılmış, para sarf edilmiştir. İnşaatı şirket yapmış ise de parayı bilfiil sarf eden Kulüptür. Tazminat hakkı Kulübe taalluk eder...”
Genel kurul bu hava içinde devam eder; herhangi bir sonuca varılamaz ve her zaman olduğu gibi konu bir inceleme kuruluna havale edilerek çözümü sonsuza terk edilir.
Yıllar sonra, yamaçlardaki yerler ile birlikte kazanılan 17 dönümlük arazinin 17. parselde yer alan 2.3 dönümlük kısmı Hazineye (Kulüp bugün bu arazi üzerinde 29 yıllık irtifak hakkına sahiptir), geriye kalan 14.7 dönümlük kısmı ise Moda Turistik İşletmeleri’ne kalır. Halen Kulüp binasının bulunduğu 3.8 dönümlük yer ise toplantı tutanaklarındaki ifadelere göre, 930.000 Lira bedelle şirket tarafından Moda Kulübüne satış vaadi ile satılmıştır. Kulüp de şirkete, yukarıda belirtildiği gibi kaba inşaat için ayrıca 1.400.000 Lira ödemiştir. Fakat şirket uzun yıllar doldurduğu arazinin sahibi olamadığı için yapılan satış vaadi dahil, bütün bu hukuki ilişkiler, havada kalmıştır. Başka bir ifade ile Kulüp ile şirket arasındaki tüm edimler sadece bir protokol ile belirlenmek zorunda kaldığından, Kulüp tapu kayıtları üzerinde doğal olarak herhangi bir ayni hak elde edememiş ve bu fiili durumun yarattığı sıkıntı da Kulübü yıllarca zor durumda bırakmıştır.
Bugün geriye dönüp baktığımızda, ister istemez akla şu sorular geliyor: Moda Turistik İşletmeleri Ltd. şirketi hangi amaca hizmet etmek için kurulmuştur? Kulübün inşaatı kendisi yapabilecek durumda iken, neden bu şirkete yaklaşık 3.000.000 TL bir bedelle inşaat işini devretmiştir? Ve hangi gerekçe ile bu şirket, büyük olasılıkla finansmanını kulüpten sağladığı bir dolgu alanının 14.7 dönümünü kendi üzerine tescil ettirmiştir? Nihayet, şirketin ortakları aynı zamanda Kulüp yönetiminde yer alırken, şirket ile Kulüp arasındaki işbirliğini hangi dengeye oturtmak gerekir?
Bu soruların cevabı gerçekten biraz düşündürücü ve tartışmalıdır. Tartışmalı olduğu için de Turistik İşletmeler Şirketi ile Kulübümüz hep ciddi sürtüşmeler yaşamıştır. Kulübün 1996 yılında 12 dönümlük şirket arazisini satın alma aşamasında ortaya çıkan sıkıntılara, diğer bölümlerde daha yakından değinmek istiyoruz.
Kulübün, Turistik İşletmeler Şirketine, toplamda 2.3 milyon Lira avans ödemesi yapmasına rağmen, hiçbir şeye sahip olamaması, değinildiği gibi üyelerle yönetim arasında bazı hoşnutsuzluklara yol açmıştı. Diğer taraftan tapu sorunu çözülmemiş olsa bile, yıllarca yarım kalan inşaatın bitirilmesi gerekiyordu. Bu nedenle 1962 yılının yaz aylarında Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in Kulübümüzü ziyareti, güzel bir olanak yaratmıştı. Başta Zeki Rıza Sporel, yönetim kurulundan Selim Berkol ve Rıza Nazmi Kuraner olmak üzere bir heyet, toplantıda Kulüp binası inşaatının tamamlanabilmesi için Cumhurbaşkanımız’dan ricada bulunmuşlardı.
Her ne kadar Cemal Gürsel konuyla ilgilenme vaadinde bulunmuşsa da Ankara’ya döndükten sonra, sorun yeniden bir bilirkişi heyetinin incelemesine terk edilmişti. Bu sonuca rağmen umutlar yine de artmış ve hatta Maliye Bakanlığı 1963 yılında tescil konusunda olumlu mütalaa bile vermişti. Ancak bir süre sonra bu kararlardan bilinmeyen bir nedenle dönülmesi, Kulübü yeniden bir çıkmazın içine itmişti. Tapu sorunu çözümlenmeden Kulüp binaya sahip olamıyor, sahip olmadığı için de inşaat bir türlü bitirilemiyordu. Sonuçta Kulüp, çaresizlik içinde kalarak sorunu 1964 yılında yargıya taşımak zorunda kalmıştır. Sonraki gelişmelere yeri geldikçe yeniden değineceğiz.
İnşaat sorununun yanı sıra bu yıllarda Kulübün başını ağrıtan diğer bir konu da, yıllardan beri süre gelen üye borçlarının giderek artmasıydı. Üyeler, adisyon fişinin altını imzalayarak Kulüpten hizmet alma hakkına sahiptiler. 1964 yılı sonunda üye borçları 248.000 Liraya ulaşmıştı. Yani Kulübün o yıl 1.226.000 Lira olan toplam gelirinin içinde üye borçları, % 20 gibi büyük bir oran oluşturuyordu. Her ne kadar 11 üyenin Kulüpten bu nedenle kaydı silinmişse de, bu oran sonraki yıllarda yine artarak devam etmiştir.
Zeki Rıza Sporel 16 yıllık bir hizmetten sonra, 1968 yılında vefat etmiştir. Feridun Arısan 2. Başkan olarak genel kurula kadar olan süreyi tamamlamıştır. Sporel de başkan olarak, Kulüp’te derin izler bırakmış bir lider olarak her zaman anılacaktır.
SPOREL SONRASI
Başkanımız Zeki Rıza Sporel’in vefatından sonra genel kurul, Kulüp başkanlığını 1970 yılında Tevfik Taşcı’ya tevdi etmiştir. Rauf Dizdar, Nedim Bayar, Ziya Demirdöken, Ercüment Berker, Sebahattin Tanman, İzzet Çıntav, Haluk Eczacıbaşı, ve Celadet Ali Sivrioğlu da yönetim kurulu üyeleri olarak yönetimde yer almışlardır. Tevfik Taşcı’nın başkanlığı ise 1972 yılına kadar üç yıl devam etmiştir. 25 Mart 1973 tarihinde yapılan genel kurul toplantısında, Rauf Dizdar Kulüp başkanlığına seçilmiştir. Yönetim kurulu da; Nedim Bayar, Süha Toner, Haldun Oksar, Hanri Matalon, Feyyaz Işıl, Yusuf Lakay, Celal Üryani ve Tuğrul Oktemus’dan oluşmaktaydı.
Bu dönemde artık kiracı konumunda olan Kulübün, yavaş yavaş bina sahibi Ziya Sofu ile uyuşmazlığa düştüğünü görüyoruz. İlk ihtilaf kira bedelinden çıkmış ve maalesef konu uzlaşma ile çözümlenememiş, sonunda sorun mahkemeye intikal etmiştir. Arada geçen üç yıllık bir süreçten sonra temyiz edilen kira bedeli, ancak Yargıtay aşamasında belirlenebilmiştir. Biriken farkın ödenebilmesi bile o tarihte yönetim için bir yük oluşturmuştur. Diğer taraftan Kulüp çalışanlarının sendikalaşması, her geçen yıl personel maliyetlerine ağır yükler getirmeye başlamıştı.
Artık Kulübün bu yıllarda, mali sorunlarla ciddi şekilde yüz yüze geldiğini ve adeta onlarla boğuşmak zorunda kaldığını görüyoruz. Bu sıkıntılar ister istemez üyeler arasında huzursuzluğa ve yönetimle sürtüşmelere yol açıyordu. Sorunların başında önceki yıllarda olduğu gibi hep adisyon alacakları geliyordu. Bu nedenle, yönetimlerce yapılan bütçeler çoğunlukla tutturulamamış, parasını zamanında ödeyenlerle ödemeyenler arasında sorunlar oluşmuş ve tahsildar arkadaşımız Şükrü Düzgüner para toplayabilmek için tatsız şekilde kapı kapı dolaşmak zorunda kalmıştır. Sonuçta yıl sonlarında önemli miktarlara ulaşan bu üye borçları, genel kurullarda yönetimler için hep tenkit konusu olmuştur.
Yeni binanın inşaat yardımı ödemelerinde de gecikmeler ve zorluklar aynı şekilde devam etmekteydi.
1976 yılında yapılan genel kurulda muhasip üye olarak Haluk Berker, 1 milyon Lirayı aşan aza nezdindeki hesaplar hakkında izahat verirken, “... Bu alacaklı hesap, yurtdışında bulunan azaların borçları ile inşaat yardımından kalan borçlardan kaynaklandığını, iki yüz bin Liraya yaklaşan bu alacakların tenzilinden sonra bu günkü yüksek fiyatlı adisyon fişleri ile meydana gelen lokanta sirkülasyonundan mütevellit bakiye kalan alacak miktarından oluştuğunu, bunun da normal kabul edilmesi lazım geldiğini” söyleyerek, üye tenkitlerine cevap vermeye çalışıyordu. Tenis Kortu kira bedelinin, Belediye tarafından beş bin Liradan, on sekiz bin Liraya yükseltilmesine bile, sırf yeni bir sorunla uğraşmamak için sessiz kalınmıştı.
Bu arada üyelerden, Kulübün denizcilik faaliyetlerinin de azaldığı yönünde yakınmalar geliyordu. Rauf Dizdar, “Deniz sporu masraflı bir şubedir. Birçok kulüplerde bulunan tekneler şahsi mallardır. Kulüp ancak bunlar arasında faaliyeti organize eder. Kulübün çeşitli tekneler tedarik ederek azaya tahsis etmesi, bugün için muazzam bir külfet olur. Kulübümüz, mali kaynaklarının mahdut olması hasebi ile böyle bir külfetin altından kalkamaz” diyerek, Kulübün denizcilik ve yatçılık alanında yaşadığı o görkemli günlerin, artık gerilerde kaldığını ne yazık ki bir Başkan olarak ilan etmek durumuna düşmüştü.
Oysa ki önceki bölümlerde de aktarmaya çalıştığımız gibi Moda Kulübü, yalnızca yatçılık ve denizcilikle yetinmemiş, 1 Temmuz Kabotaj Bayramları’nda da İstanbul’un odak noktası olmayı başarabilmişti. Bu günlerin Moda’da ve Moda Kulübünde yaşanması, gerçekten çok şeye bedeldi. Anlatılması güç bir coşku her tarafı kaplardı. Söz Kabotaj Bayramı kutlamalarından açılmışken, şimdi biraz olsun Kulübün günlük sorunlarından ve yönetilmesinden kopup, dilerseniz o eski günlerin 1 Temmuz kutlamalarının anılarını birlikte hatırlamaya çalışalım.
Haziranın son günlerinde römorkörler, Kalamış Koyu’ndaki törenlerin yapılacağı alanı markalayacak olan demir dubalarını getirirler, haziranın son günü veya 1 Temmuz sabaha karışı koyda gemiler, dizideki yerlerini almış olurlardı.
İstanbul şehir hattı vapurları, büyük uzun yol yolcu gemileri, donanmanın muhripleri ve zaman zaman da denizaltıları o göz alıcı konvoy dizisini hep birlikte oluştururlardı. Ayrıca, sportif denizciliğin simgesi niteliğindeki Moda Deniz Kulübü de İpar ve Yıldız kotraları ile gruptaki yerini alır; bütün gün yarışlar ve ona bağlı etkinliklerle geçerdi. İskele ve mendirek, iğne atılsa yere düşmeyecek şekilde insanlarla dolu olurdu. Aynı şekilde Moda Burnu’ndan, plaja kadar ayakta duracak yer bulmak imkansız olurdu. O günün akşamı da Kulüpte bir balo düzenlenir, devletin ve mahalli yönetimin önde gelenleri ile Kulübün her zaman fevkalade şık olan üyeleri Kabotaj Bayramı’nı birlikte kutlarlardı.
Her ne kadar günümüzde eski yıllarda olduğu ölçüde koyda görkemli kutlamalara tanık olunamıyorsa da, bu durum Kulübün asla 1 Temmuz heyecanını kaybetmesinden değil, Kalamış Koyu’nun atıklarla dolmuş olması nedeni ile gemilerin artık koya girememesinden kaynaklanmaktadır. Kulüp, bugün olduğu gibi kuruluşundan itibaren, Moda Koyu’nda düzenlenen denizcilik şenliklerine büyük ölçüde katkı sağlamış ve etkinlikleri her zaman sahiplenmiştir. Son yıllarda, Donanma Komutanlığı, Kuzey Deniz Saha Komutanlığı, Deniz Harp Okulu ile Kulüpte kutladığımız bu güzel bayram, hepimizi duygulandırmakta ve biraz olsun eski günlere götürmektedir.
Evet, tekrar kaldığımız yere, yani genel kurula dönecek olursak, Başkan Rauf Dizdar’dan sonra Kemal Kurt söz alarak tenkitleri sıralamaya devam etti. “... Kulüp kanalizasyonu açıkta akıyor. Bu hususta ciddi bir tedbir alınmadı. Kulüp gelirleri de sağlam bir kaynağa dayandırılmadığından, Kulübün atisi hakkında endişe duyuyorum...” diye yakınıyordu.
Bu arada Zeki Rıza Sporel’den sonra da devam etmekte olan “Şura” toplantıları bu kez sorun olmaya başlamıştı. Adeta yönetimin dışında kontrol edilemeyen bir muhalefet haline dönüşmüştü. Başkan Rauf Dizdar yaşadığı sıkıntıları aşağıdaki şekilde dile getiriyordu: “... Şura gecesini takip eden sabah, bir genç arkadaşın elinde 70 – 80 kişilik bir liste gördüm. Ne olduğunu sordum, Kulüp yöneticileri gençliğin ihtiyaçlarına değinmediklerinden, gençliğin de bir hareket yapmak istediği cevabı ile karşılaştım. Ben şahsen gençliğe çok kıymet veririm. Onların arzularının karşılanmasını düşünürüm. Ancak, gençliğin Kulüp toplantılarına gelerek dertlerini, dileklerini açıkça dile getirmeleri şarttır. Gizli toplantılar benim anlayacağım şekiller değildir. Burada emrivaki yaratılması Kulübün atisini tehlikeye düşürür. Listede Avni Korur gibi ağırbaşlılığı ile tanınan arkadaşları ve idare heyetimizden Dr. İsmail Petorak’ın da adını gördüm. Kendisinden bu konuda izahat istedim. ‘Katiyen haberim yok; benim haberim ve rızam dışında bu listeye derç etmişler’ dedi...”
Kulübün dışında yetkisiz bir kurulun, yani “Şura” adı verilen toplantının, adeta Kulübün iç işlerine müdahale eder duruma gelmesi, Başkan Rauf Dizdar’ı bunaltır hale getirmişti. Rauf Dizdar, çözümü Kulüp Tüzüğünde değişiklik yapmada buldu. Ona göre bir “Divan Kurulu” oluşturmak belki boşluğu doldurma yönünden bir çözüm oluşturabilirdi. Nitekim Rauf Dizdar bu düşüncesini “....Bu bakımdan yeni yönetim kurulunun Kulübe girişte, yönetim ve denetimi seçmede ağırlığını koyacak bir divan heyeti teşkil etmek sureti ile ilerde vuku bulacak ve Kulübün atisini tehlikeye sokacak sarsıntıları önlemek hususunda bir tadilat yapılması lazım gelip gelmediğini teemmül ederek bir karar almak gerekir.” şeklinde ifade ediyordu.
Bu döneme kadar Kulüp başkanı, yönetim kurulu üyeleri, komodorlar ve diğer Kulüp organları, genel kurulda ayrı ayrı oylanarak seçilirlerdi. Aynı günlerde başkan ve yönetim kurulunun tek liste halinde seçilmesi görüşü üyeler arasında konuşulmaya başlanmıştı. Pek çok üye bu görüşe karşıydı. Nitekim Ercüment Berker, “....Kulüp reisinin yönetim kurulundan ayrı seçilmesi yolundaki tatbikatın Kulüp için çok yararlı olduğu düşüncesindeyim. Bu tatbikat değişmemelidir...” diyerek, muhalefetini dile getirmişti.
Evet, görüldüğü gibi kuruluş yıllarının görkemli havası ve heyecanı, yerini Kulüpte bazı çekişmelere terk ediyordu. Üye sayısı ister istemez artıyor, doğal olarak ortaya çıkan farklı görüşler Kulübü kuruluşundaki temel felsefeden yavaş yavaş uzaklaştırıyordu. Kanımızca 1960’lı yılların sonlarına doğru hissedilmeye başlanan bu gelişmelere neden olarak, mali konulara yeterince önem verilmemesi ve Kulübün iyi yönetilememesini de eklemek gerekir.
21.3.1976 tarihinde yapılan seçimlerde Rauf Dizdar’ın başkanlığı son bulmuştur.
Yapılan oylama sonucunda Tevfik Taşçı 92 oy alarak Kulübün yedinci başkanı olarak bu göreve ikinci kez getirilmiştir. Yönetim kuruluna ise oy sırası ile Necati Gökçen, Gültekin Sonsuzoğlu, Mithat Güldü, Cahit Demirdöken, Şahabettin Karaca, Fikret Evliyagil, İbrahim Baysal ve Ömer Urkon seçilmişlerdir.
Bu yılda Kulübe girmelik 25.000 Liraya çıkartılmıştır. Üyelerin ödeyeceği yıllık aidat da 1.200 Lira olarak belirlenmiştir. Bunun yanı sıra Kulüpte en az 5 yıldan beri asil üye olanların çevresinde ve Kulüpte takdir, sevgi ve güven kazanmış, üyelik vasıf ve şartlarını taşıyan 30 yaşını geçmemiş erkek çocukları ile evli olmayan kız çocuklarının Balotaj’dan geçmek kaydı ile yarım girmelik ödeyerek asil üye olabilecekleri kabul edilmiştir. Yaşı 30’un üzerinde olan üye çocuklarına bir defaya mahsus, bu olanaktan yararlanma kolaylığı gösterilmiştir. Yapılan genel kurulda, üyelerimizden Saim Göknar 8 imzalı bir takrir vererek kulüp başkanı ve yönetim kurulu üyelerinin tek liste halinde seçilmesini istemişse de teklif kabul görmemiştir.
Başkan Tevfik Taşçı’nın, 1930’lu yıllarda Moda’da yerleşik İngiliz ailelerden intikal eden tenis kortunun gelişmesinde, daha önce de değindiğimiz gibi çok önemli katkıları olduğu tartışmasızdır. Tevfik Taşçı, Kort’un kullanım koşullarını iyileştirerek, o günlerde artık unutulmuş halde olan denizcilikten, Kulübün hiç değilse tenis sporuna geçişini sağlamıştır. Bugün her yıl Tevfik Taşçı adına düzenlenen tenis turnuvaları ve 2007 yılında Kort’a onun adının verilmesi ile bu hizmetlerinin anısı canlı tutulmaya çalışılmaktadır.
13 Mart 1977 yılında yapılan genel kurulda, Kulüp binasına ödenen kiranın yüksekliği ve hala yeni binaya geçilememiş olması yönetimin tenkit edilmesine neden oldu. Toplantıda daha sonra başkan, yönetim kurulu üyelikleri ve diğer kurulların seçim maddesine geçildi. Seçimde iki başkan adayı yarışıyordu. Adaylardan Feyyaz Işıl, yaptığı konuşmada; kulübü çok sevdiğini vurgulayarak yapacağı yenilikleri sıralıyordu. Diğer başkan adayı Malik Yolaç, genel kurulda bulunmadığı için üyelerin kendisini dinleme şansı olmadı.
Daha sonra seçimlere geçildi ve Malik Yolaç 90 oy alarak Kulüp Başkanlığına getirildi. Yönetim kurulu üyelikleri de; Fethi Arman, Dr. Kemal Lakay, Ahmet Bakırcıoğlu, Haldun Oksar, Yıldırım Berkol, Bülent Altan, Cüneyt Korur ve Eser Arkun’dan oluştu.
Genel kurulda Şahap Karaca, “... Optimist teknelerin Kulübümüzde değerlendirilemediğini, İstanbul Yelken Kulübüne hediye edilmesi veya sembolik bir fiyatla satılmasını...” teklif ederek, neredeyse Kulübün denizcilik sporundan artık elini ayağını çekmesi gerektiğini vurguluyordu. Dr. Ziya Demirdöken ve Eser Arkun ise “... Optimistlerin, Kulüp mensuplarımızın çocuklarının denizciliğe heveslerini temin için faydalı olduğunu, yeni idare heyetinin denizcilik faaliyetini artırmaya gayret edeceğini bu itibarla optimistlerin Kulüpte muhafazası gerektiğini...” belirttiler. Fakat ne yazık ki bu çabalar da sonuç vermedi ve Kulüp elinde kalan son tekneleri de birbiri ardına satışa çıkartmaya devam etti.
Yeni yönetimin getirdiği açılımlarla, yıl oldukça hareketli geçti. Yönetim kurulu üyeleri görev taksimi yaparak kurulan komitelerin başında görev aldılar. Örneğin oyun komitesi başkanlığına Ahmet Bakırcıoğlu, spor komitesine Eser Arkun sosyal işlere Cüneyt Korur, bakım ve tefriş komitesine Bülent Altan, hukuk komitesi başkanlığına ise Yıldırım Berkol geçti.
Bunun yanısıra restoranda yapılan değişikliklerle üyelerin Kulübe gelmesi teşvik edildi. 1977 yılı yaz sezonu sonuna kadar, diskotek, alt ve üst lokantalarda yapılması düşünülen değişiklikler doğrultusunda, buraların işletme hakkı Ahmet Çapa – Metin Fadıllıoğlu’na verildi. Hatta gerekli olan mutfak personeli de işleticiler tarafından temin edilecekti. Yaklaşık bir sezon devam eden bu uygulamadan daha sonra vazgeçildi. Lokanta işletmesini yine Kulüp üstlendi. Ancak yönetim bu yerlerin, 1979 yazında yeniden işleticilere devredilmesini kararlaştırdı. Bu kez yönetim kurulu üyesi Cüneyt Korur bu görevinden istifa ederek Kulüp üyeleri Osman ve Hasan Billi ile birlikte restoranın işletme işini aynı modelle üstlenmiş oldu.
Her toplantıda olduğu gibi takip eden genel kurulda da bazı üyeler buna rağmen tenkitlerini esirgemediler. Ekrem Berkman, “... Çok iş yapmış olan lokantanın neden zarar ettiğini” sordu. Haldun Oksar çok misafir gelmesinden ve kravat takılmamasından şikayetçi oldu. Buna karşın Rıza Tarhan “...Şimdiye kadar görülmemiş bir müspet faaliyet gösterilmiştir. Tenkit yerine bu heyetten istifade edilmelidir...” diyerek yönetime destek vermeye çalışıyordu. Toplantı sonunda seçimlere geçildi. Yine Malik Yolaç’ın başkanlığında, bu kez boşalan yönetim kurulu üyeliklerine Burhan Sargın, Semih Petorak ve Reşit Ronabar getirildiler.
Bu yıllarda da toplu sözleşme görüşmeleri artık Kulübün başını ağrıtır hale gelmiştir. Yeni yönetimin göreve geldiği aylarda da toplu sözleşme görüşmeleri bütün sertliği ile devam ediyordu. Yıldırım Berkol ve Nihat Türel’in başkanlığında yürütülen görüşmeler uyuşmazlık safhasına geldikten sonra nihayet mayıs 1977 sonlarında imzalanabilmişti. Gerek ücret zamları ve gerekse diğer yan ödemelerin Kulübe getirdiği mali yük bir hayli ağırdı. Buna rağmen iki yıllık süre çabucak geçmiş, Kulüp bu zorluklarla uğraşırken, kendisini yeniden toplu sözleşme masasında bulmuştu. 1979 yılında yapılan genel kurulda Yıldırım Berkol, “... Personel ve sendika, Kulübün ödeme gücünün üzerinde talepte bulunmuşlardır. Bu nedenle görüşmeler uyuşmazlığa gitmiş ve Kulüp grev tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır...” diyerek sıkıntıları açıklamaya çalıştı. Bunun üzerine Malik Yolaç, genel kuruldan lokavt yetkisi istemek zorunda kalmıştır. Sonuçta bu yetki kullanılmadan anlaşma sağlanmış, ancak personel ödemelerinin getirdiği yükle, giderler biraz daha kabarık hale gelmişti.
Yönetim kurulu 1979 yılı faaliyet raporunda bu sıkıntılı durumu şu cümlelerle ifade ediyordu: “...Kulübümüzün lokantasının devamlı olarak zarar ettiği malumunuzdur. Geçen toplantıda konuyu huzurlarınıza getirmiş ve lokantanın kiraya verilmesi hususunu tetkik yetkisi almıştık. Elinizdeki bilançoda görüldüğü gibi, lokanta konusunda yapmış olduğumuz tecrübe, rakam olarak lehimize değildir. Yeni yönetime kolaylık olması bakımından lokantayı işletenlerle tecrübe mahiyetinde yapmış olduğumuz anlaşmayı iptal etmiş bulunuyoruz...” Gerçekten bir işletmeciye devredilen restoran o yıl 2.000.000 Lira’nın üzerinde zarar etmişti.
Bu arada aynı raporda Kulübün bitmeyen bina sorunu için de gayet gerçekçi cümleler kullanılmaktaydı: “... Mevcut binanın durumu hepinizce malum. Yıllar boyu başımızı kuma sokup bu hakikati görmekten kaçınmışız. Konu mevzuu bahis olunca hepimiz aslan kesilmişiz, iş fiiliyata dökülünce ortada kimse kalmamış. Her gün satıldı, satılıyor, satılacak denilen bir binanın içinde günümüzü gün ediyoruz. Aslında mal sahibinin istemiş olduğu bedel bu bina için çok sayılmaz. Ancak, Kulüp menfaatine olarak yaptığımız haklı zamlara dahi çok büyük reaksiyonlar gördüğümüz de hepimizin malumudur. Bu bakımdan İdare Heyetiniz olarak bu binanın satın alınması hususunda herhangi bir yardım kampanyasına girilmemiştir...” denilerek, yılların sıkıntısı bütün açıklığı ile bir kez daha vurgulanıyordu.
Bina Sahibi Ziya Sofu ile kavgalar daha 1975 yılında başlamıştı. Kira konusunun tespitini dahi yargı yolu ile belirleme zorunluluğunda kalan tarafların birlikte yaşamaları neredeyse olanaksız hale gelmişti. Kayıkhanede bazı değişiklikler yapmak gerekiyordu. Amaç orasını hem onarmak, hem de üyelerin istifadesine sunulur bir hale getirmekti. Durumu sezen Ziya Sofu, hukukçuluğunun da verdiği kolaylıkla hemen mahkeme yolu ile bilirkişi tespitine gitmiş ve bilirkişilerce verilen 18.8.1975 tarihli raporla, “... Mevcut kayıkhane binasının sağ bitişiğinde 8.20 metre genişliğinde bir sahaya blokaj yapılmakta olduğu, bu saha sağ cephesinde mevcut 6 adet ahşap 12/12 direği zemine ankre etmek için iki yerde sömel çukurları açılmakta olduğu, keşif esnasında bu işleri yapmak için 5 amelenin çalışmakta bulunduğunu...” tespit ettirmiştir. Ziya Sofu bu tespitten sonra vakit geçirmeden Kadıköy Belediyesine müracaat ederek, inşaatın durdurulmasını istemiştir.
Daha önce de işaret ettiğimiz gibi Ziya Sofu’nun babası Celal Sofu, Kulübümüzün yönetim kurullarında bulunmuş ve Kulübe hizmetleri geçmiş, değerli bir üyemizdir. Fakat iş, menfaat çatışmasına döndüğünde, bütün bu ilişkilerin bir kenara itilip arada olması ve yaşaması gereken manevi bağların hemen kopartılabildiğini görüyoruz. Kulüp ile mümtaz üyeleri arasındaki bu tür sürtüşmeler, herkesi hemen her zaman üzmüştür. Kötü bir örnek oluşturmasına rağmen, Ziya Sofu’nun Kadıköy Belediyesine yazdığı şikayet mektubunu gelin birlikte okuyalım:
“ Belediye Şube Müdürlüğüne 21.8.1978
Kadıköy
Kadıköy, Cafer Ağa Mahallesi, Devriye Sokağında kain 303 ada, 13 parsel sayılı Moda vapur iskelesinde (Moda Deniz Kulübü namı ile maruf) kain gayri menkulün malikiyim. Moda Deniz Kulübü de bu mahalde kiracımdır.
Yurt dışından döndüğüm zaman, bilgim tabiatıyla rızam olmaksızın, kaçak bir inşaat ile karşılaştım. Derhal kiracım Kulübe, faaliyetlerini tatil etmeleri için şifahi ihtarda bulundum.
İhtara rağmen, usulsüz ve kanunsuz fiillerine devam ettiklerini görünce, Kadıköy 1. Noterliğinden 14.8.1978 tarih ve 53620 sayılı ihtarname çektim. İnşaat faaliyetleri durmayınca, Kadıköy 1. Sulh Hukuk Mahkemesine, 18.8.1978 tarih ve 1978/429 D. İş. Sayı ile tespit yaptırttım.
Tespit sırasında, (Ek-1) fotoğrafta da görüldüğü üzere, temel kazmak, blokaj yapmak, ağaç direkler dikmek, çatı kurmak suretiyle, beledi suçları işlemektedir.
Malik sıfatı ile, kiracım Kulüp tarafından kanunsuz bu fiillerden ötürü, şahsım raci olabilecek her hangi bir mesuliyetle ilzam edilmemem için, Belediyenizce keyfiyete derhal el konmasını teminen işbu ihbarı yazılı olarak yüksek makamınıza sunarım.
Ziya Sofu (İmza)”
Bu ihbar üzerine Kadıköy Belediyesi, bir “yapı tatil tutanağı” ile aynı gün Kulübün gıyabında faaliyeti durdurmuş ve Ziya Sofu’nun el yazılı ikinci müracaatı üzerine, Belediye, Kulübe “.... Bundan sonra hiçbir çalışmanın yapılmaması, aksi takdirde 20. madde tatbik olunacağı hususunu” ihtar etmiştir. Daha sonra 14.9.1978 tarihinde Kulüp, Belediyeden “.... Kayıkhaneye ait sundurma yerinin kendi cins ve malzemesi ile onarılması için gerekli ruhsat belgesinin verilmesi” istemişse de, durumu öğrenen Ziya Sofu, derhal Belediyeden “ .... Bu hususta mal sahibi olarak, kesinlikle, hiçbir surette, muvafakatim olmadığı ve kiracım Moda Kulübüne tamir teskeresi verilmemesini...” talep etmiştir. Kadıköy Belediyesi de başkan Malik Yolaç’a, 20.9.1978 tarihinde gönderdiği bir yazı ile “.... Yaptığınız talebin 6785 sayılı İmar Kanunun 4. maddesi muacelesinde yerine getirilmesine kanuni imkan bulunmadığı...” hususunu bildirmiştir.
Taraflar arasında yaşanan mücadele daha da büyümüş, Kulüp yönetimi bu kez sorunu, İmar Bakanlığına taşımış ve Bakanlıktan İstanbul Valiliğine hitaben yazılan 25.12.1979 tarihli yazıda; “.... Konu incelenmiştir. İlgi yazınızda belirtilen imar durumu meri imar planına göre konu olan her iki binaya aynı kontur ve gabare ile sadık kalmak şartıyla yeni inşaat ruhsatı verilmesine imar mevzuatı açısından bir sakınca yoktur.” ifadesi ile Kulübe tadilat yapması konusunda yeşil ışık yakmıştır.
Ancak Ziya Sofu herhalde bu mücadeleden yorulmuş olacak ki, binanın tamamını 22.4.1980 tarihinde, Mustafa Özkan’ın sahibi olduğu bir şirkete 39 milyon Lira bedelle satmak zorunda kalmıştır.
Kulüp binasının el değiştirmesinden sonra da yeni malikle kavga ne yazık ki devam etmiştir. Bu kez Mustafa Özkan veya Eski Eserler Anıtlar Yüksek Kurulu kendiliğinden müdahale ederek, İmar Bakanlığından alınan inşaat ruhsatını 30.1.1981 tarihinde yeniden durdurmuştur. Arkasından Anıtlar Kurulu, “... Kadıköy, 303 ada, 13 parselde bulunan binanın korunmasına gerek olmadığına, yerine ise yeniden bina yapılamayacağına, bu yerin halka açık sahil bandı olarak korunmasının gerekli olduğuna...” karar vermiştir. Kadıköy Belediyesi ise 11.8.1981 tarih ve 5146 sayılı yazısı ile “... 39 pafta, 303 ada, 13 parsel sayılı gayrimenkul üzerindeki kiracı Kulüp tarafından kaçak olarak yapılan tesislerin, 11 parsel ve denizden dolma alanda kaldığı tespit edilerek, ekli revizyon paftasına işlenmiştir...” şeklindeki tespitini Kulübe bildirmiştir.
Bu tarz sürtüşme ve yazıların Kulübün yeni binasına taşınma tarihi olan 1984’e kadar devam ettiğini üzülerek görüyoruz.
Bugün, Kulüp eski binası Mustafa Özkan tarafından bir üçüncü şahsa satılmıştır. Kulüp yönetimi aradan uzun zaman geçmesine rağmen, Mustafa Özkan’dan binayı satın almak için 2003 ve takip eden yıllarda çok yoğun şekilde uğraşmıştır. O yılların anılarını anlatırken eski binamızın bitmeyen hüzünlü öyküsüne yeniden değineceğiz. Ancak burada konuya son vermeden önce, sizlere sıkıcı geleceğini bilmemize rağmen, sırf gelecek yılların yönetimlerine ışık tutması için iki belge daha açıklamak istiyoruz.
Kulüp, eski binadan taşındıktan sonra, Mustafa Özkan, binanın fonksiyonlarının “okul”a dönüştürülmesini Kadıköy Belediyesi’nden isteyerek, 1998 tarihinde yeni bir inşaat müsaadesi talebinde bulunmuştur. Ancak, Anıtlar Kurulu 28.5.1998 tarihli kararında “... Parseldeki yapının rölöve ve restorasyon projesinin uygun bulunmadığına, R2 Rekreaktif alanda kalan yapı için önerilen okul fonksiyonunun uygun bulunmadığına, 1930’lu yılların sosyal yaşantısının önemli odak noktası olmuş bir yapı olması nedeni ile eski fonksiyonun devam ettirilmesine...” karar vermiştir. Yani kurul, eski binanın 2. derecede tarihi bir eser olduğu yönündeki görüşünü, bu kararı ile de devam ettirmiştir. Söz konusu karar bağlayıcı olarak bugün de aynı kapsamı ile geçerli bulunmaktadır. Bu nedenle eski Kulüp binası içinde ancak küçük tamir ve tadilat yapılabilir. Binanın fonksiyonunu değiştirecek herhangi bir farklılık yapılamamaktadır.
YENİ BİNAYA GEÇİŞ SIKINTILARI
Günler artık bu tür sıkıntılar içinde, koşuşma ve mücadeleler ile geçiyordu. Sanki keyifli yaşam gerilerde kalmış gibiydi. Yönetim kurulu üyeleri içinde de bazı huzursuzluklar başlamıştı. 1979 yılı başlarında önce Yıldırım Berkol, daha sonra da Atacan İncili yönetim kurulu üyeliklerinden istifa ettiler. Haldun Oksar ise Derneğin Genel Koordinatörlüğü görevine getirildi.
30 Mart 1980 Pazar günü olağan genel kurulu yapmak üzere üyeler yine Kulüpte toplandılar. Divan başkanlığı için Osman Kavrakoğlu ve İlhan Sipahioğlu üyeler tarafından aday gösterildi. Oylama sonunda toplantıyı yönetmek için Siphahioğlu seçildi. Toplantıda lokanta işletmesinin üçüncü şahsa verilmesine rağmen, neden zarar ettiği konusu yeniden gündeme getirilmişti. Haluk Berker söz alarak; “... Seçilen Yönetim Kurulundan kaç kişi kalmıştır? Yönetim Kurulu gerekli sayıyı muhafaza etmiş midir? Raporda Hazine arazisinin kiralandığı ifade edilmiştir? Kira sözleşmesi yapılmış mıdır? Ve kaça kiralanmıştır? Lokanta brüt hasılatının % 10’unu Kulübe verecektir; bu husus üyelere şifahen duyurulmuştur. Buna göre Kulüp lokantadan nasıl zarar etmiştir?...” diye, sorularını sıralamıştı.
İleride de söz edeceğimiz gibi 17 sayılı parsel üzerindeki Hazine arazisi ile olan sorunlar bu yıllarda yeniden kendisini göstermeye başlamıştı. Kulüp, o tarihte mali imkansızlıklar nedeni ile Hazine arazisini maalesef satın alamayınca, 2.2 dönümlük alan üzerine de kiracı durumuna gelmiş ve zorunlu olarak imzalanan kira sözleşmesi, sonraki yıllarda Kulübün başına çok ciddi sorunlar açmıştır.
Genel kurulda yöneltilen sorulara, yönetim tarafından gerekli açıklamalar yapılmış ve arkasından seçimlere geçilmiştir. Bu kez Genel Kurul Necati Gökçen’i Kulüp Başkanlığına getirmiştir. Necati Gökçen’in yanı sıra yönetim kurulunda, Fethi Arman, Yıldırım Berkol, Refik Sunol, Mehmet Gürpınar, Cahit Faga, Sedat Toydemir, Semih Petorak ve Eser Arkun yer almışlardır. Kulüp Komodorluklarına da Ercüment Berker ve İlhan Sipahioğlu seçilmişlerdir.
Yönetim Kurulu üyelerinin belirlenen komitelerin başına getirilmesi sistemime bu dönemde de devam edilmiştir. İlginç olan, eskilerin yanına, “Yeni Bina Çözüm Komitesi” ile “Eski Binayı Satın Alma Komitesi”nin de ilave edildiğini görüyoruz. İlk Komitenin başına İlhan Sipahioğlu, ikincisine ise Ercüment Berker getirilmiştir.
Günlük yaşamda olduğu gibi 12 Eylül Müdahalesi ve akabinde ilan edilen sıkıyönetim ile Kulüpte de pek çok faaliyet sınırlanmıştı. Tuğgeneral Selahattin Akıncı imzası ile alınan yazıda, toplantılarda “... Milli Güvenlik Konseyi ve Sıkıyönetim bildirileriyle duyurulan yasaklama ve sınırlamalara uyulması, seçim ve mali konuların dışında herhangi bir görüşme veya beyanatta bulunulmaması... “ duyuruluyordu.
Bir yandan bu can sıkıcı sıkıştırmalar, diğer yandan Turistik İşletmeler Şirketi ile arazi sorununun hala çözümlenememiş olması Kulübü neredeyse çaresiz konuma sokmuştu. Buna bir de gelir gider arasındaki dengesizlik ve mali sıkıntılar eklenince, yönetimin yüzü gülmez hale gelmişti.
Bu olumsuz koşullar içinde 12 Nisan 1981 tarihinde yapılan genel kurul oldukça gergin geçti. O günlerde yaşanan havayı aktarmak amacı ile yapılan konuşmalara kısaca değinmek gerekirse; kürsüye gelen Ahmet Sinoplu, “... Lokanta tatminkar değil, oyun salonunun üst kısmından istifade edilmiyor. Kulüp bilançosunda bütün faaliyetlerden zarar gösteriyor. İyi idare edilmiyor. Fiyatlar çok pahalı, Koço’da yemek yiyoruz. Belki de yakın bir zamanda çıkacağımız bina için aşağıda yapılan tadilatlarla büyük masraflar yapılmıştır. Yeni bina işinin kesin bir şekle sokulması için yönetime bir mehil tanınsın...” diyerek sıkıntıları dile getiriyordu.
Temel konu, taşınılacak yeni bina ve onun bitmeyen hukuki statüsü idi. Konuşmalar hep bu yöne odaklanıyordu. Nitekim Mithat Güldü, “... Yeni binanın arsası evvela bir satış vaadi ile satılmıştı. Ne oldu?...” diye soruyordu. Arkasından söz alan Enver Berkmen, “... Arazi üç kişi arasında taksim edilmiştir...” şeklinde ortaya yeni bir sav atmıştı. Haluk Eczacıbaşı, “...Mesele hal yoluna girmezse, üç ay sonra bina meselesi hakkında tek gündemli bir umumi heyet toplantısı yapalım.” teklifinde bulundu. Rıza Tarhan, “... Şirket müdürünün aynı zamanda Kulübün ikinci Komodoru (Ercüment Berker) ve saygı değer bir insan olduğunu, ancak bu gibi işlerin devamlı olarak aynı şahıslarla kaim olmadığını, vazifelerde her vesile ile değişiklikler olabileceğini, bu sebeple bu kıymetli arkadaşın zamanında bu işin hal yoluna sokulmasını...” istiyordu.
Söz alan Komodor Ercüment Berker, “...Ben şirketin ve Kulübün menfaatlerini müsavi tutarım. Kulübün üyesi ve İkinci Komodorluk payesinin bana verilmesi hayatımın en şerefli varlığıdır. Ben, bir müddet verilmesi hususuna karşıyım. Bulunduğum vaziyetim itibariyle mühletli iş yapmam. Bina satış vaadi ile satılmıştır. Protokol’da Kulübün binaya sahip olduğu yazılıdır. Şirket ile Kulüp arasında menfaat ayrıcalığı olmadığını kesinlikle ifade ederim...” diyerek, yaptığı konuşmada şirket ile Kulüp arasındaki ilişkileri açıklıyordu.
Toplantının devamında girmelikler 300.000 Liraya çıkartıldı. Arkasından Haysiyet Divanı ve Denetim Kurulu seçimlerine geçilerek toplantıya son verildi.
Daha önce de değinildiği gibi toplantılar Sıkı Yönetim Komutanlığının denetimi altında yapılıyordu. 23 Mart 1982 tarihinde de genel kurul toplantısının gerçekleştirilebilmesi için pek çok engelden atlamak gerekmişti. O gün Osman Kavrakoğlu’nun başkanlığında yapılan toplantıda, Yıldırım Berkol geniş açıklamalar yaparak “... Yönetim Kurulu ve Başkanın bina sorununu çözmek için her çareye başvurduğunu, bina sahibinin de anlayış gösterdiğini, komşumuz Moda Turistik Tesisleri ile de menfaat birliğine varılmıştır...” dedi. Toplantının devam eden bölümünde de bilinen konular, yakınmalar şeklinde dile getirilerek yönetim kurulu seçimlerine geçildi.
Necati Gökçen yeniden başkanlığa seçildi. Onun yanı sıra yönetim kurulunda Eser Arkun, Haluk Berker, Yıldırım Berkol, Cahit Faga, Uğur Gündeş, Tuğrul Oktemus, Semih Petorak ve Sedat Toydemir yer aldılar. Ancak Haluk Berker aradan iki ay geçtikten sonra yönetim kurulundan istifa etti. Yerine yedek üyelerden Selahattin Altaş geçti.
Kulüp belki de yaşamının en sıkıntılı, en karanlık günlerini yaşıyordu. Bir taraftan bina sahibinin açtığı tahliye davasının kaybedilmiş olması, diğer taraftan yeni binanın geleceğinin hangi istikamete doğru gideceğinin bilinememesi, herkesi umutsuzluğa itiyordu. Fakat her şeye rağmen, o dönem yönetimde bulunan üyeleri gönülden kutlamak gerekir. Tüm sorunlara karşı nefes almaksızın mücadele veriyorlardı. Gelin o günleri üyelerin kendilerinden dinlemeye devam edelim:
Genel Sekreter Yıldırım Berkol, “...İnşaata her türlü vecibeler yerine getirilmiş olarak başlandığını, böyle olmasına rağmen bir gün Belediyeden bir ekip gelerek, şikayet vuku bulduğu için alel usul bir mühür koyduklarını, fakat tekrar bir heyet gelerek, hazine arazisine tecavüz vuku bulduğunu ifade ederek, inşaatın kesin şekilde mühürlediğini, bu durumda ya yargı yoluna gitmeyi veya yeni çıkacak İmar Yasasına dayanarak binanın sahibi olmayı...” öneriyordu. Haldun Oksar ise alınan belgenin bir ruhsat değil, bunun bir tamirat belgesi olduğunu öne sürerken; İlhan Sipahioğlu, şirketle yapılan satış vaadi sözleşmesinin, artık Kulübe kesin satış şekline çevrilmesini istiyordu. Kemal Kurt ise “... Yeni binanın üç parsel üzerine kurulmuş olduğunu ve ruhsat alınmasının zor olduğunu...” vurguluyordu.
Ercümet Berker söz alarak, bütün açıklığı ile “ 26 yıllık sorunu bu hale düşüren Yönetim Kurulunu haksız töhmet altında bırakmayalım. 1. İnşaatın durumu nedir? 2.Yönetim Kurulu neler yapmıştır? 3. İnşaat neden durmuş ve akıbeti ne olacaktır? Sorularına cevaben, iki çetin sorunun karşısındayız; tahliye davası ve yeni binanın kurtarılması. Tahliye davası gerektiği kadar sürdürülmüştür. Ve mukadder netice çıkmıştır. Yani yeni binaya geçilmesi zarureti doğmuştur. Kulübün hayatiyetinin devam etmesi lazımdır. Yönetim Kurulu eski yönetim kurullarından farklı olarak, şirketle tam bir anlayış ve iyi niyet içine girdi. Bu binayı Kulübe mal etmenin kanuni vecibelerini yerine getirmiştir. Tapu ifrazı yapabilmek için Belediyeye soruldu. Hazine arazisi satın alınırsa, bu işin hal olacağı bildirildi. Satın almaya güç olmadığı için kiralandı. 1957’den evvel yapılmış binaların tamamı yeni İmar Yasasının 3 ve 4 üncü maddesinde bulunan binamızın bütün tanımına uyuyor ve Belediye ile hiçbir işimiz kalmıyor. Belediyeye yaptığımız müracaatta hemen mühürün kaldırılması lazım geldiğini bildirdik.” diyerek, yılların sorunlarını bir ölçüde özetliyordu.
Toplantıda herhangi bir sonuca ulaşılmadan, yakınmalar ve savunmalar tarzında geç saatlere kadar konuşuldu. Yönetim kurulu ibra edildi; 1983 yılı bütçesi de kabul edilerek toplantıya son verildi.
Bu toplantı bittiğinde tarih 17 Nisan 1983’ü gösteriyordu. Toplantı bitmesine bitmişti, fakat sorunlar çözülmeden pek çok kez olduğu gibi yine masanın üzerinde kalmıştı. Tahliye davasının kaybedilmesinden sonra, bina sahibinden alınan ek süre de, sonuna yaklaşmaktaydı. Tabir caizse, çözüm bulunamadığı takdirde, Kulüp “sokakta kalacaktı.”
O günlerde yaşanan sıkıntının boyutlarını yansıtabilmek için dilerseniz yönetim kurulunun 8 Eylül 1982 tarihli kararına bir göz atalım. “Hazine arsasının aylık m2 kirasının 30 Lira olarak takdir edildiği özel olarak öğrenilmiş bulunduğundan durum tartışmaya açıldı: Yapılan konuşmalar sonunda Kulübün tahliye kararı verilerek sokağa atılacağı bir ortamda, yapılan bilirkişi incelemelerine göre verilen raporlar Ticaret Odasınca 9.58 Lira Emlak Komisyoncuları Derneğince 10 Lira, Milli Emlak Müdürlüğünce gönderilen 1. heyetin 12 Lira, 2. heyetin 14 Lira, arsanın aylık metrekare kira yükü taşıyabileceği bildirilmiş olmasına rağmen, komisyonun sırf Kulübümüzün bu Hazine arsasını kiralamaya mecbur hatta mahkum ortamda olduğu mütalaa edilerek m2 aylığının 30 Lira olarak karara bağlanmıştır. Bu durum karşısında yapılacak hiçbir şey olmadığına ızrar halinde olduğumuza ve Kulübün 15 Eylülde tahliye kararı verilebileceği göz önünde tutularak, bu karara hiçbir itirazda bulunmayıp, bir an evvel kira mukavelesinin imzalanmasına ve kira mukavelesi imzalandıktan sonra Kulüp yeni binasına geçip, sokakta kalmak endişesi kalmadığı tespit edildiğinde tenkis için gerekli kanuni yollara baş vurulmasına, oy birliği ile karar verilmiştir.” Bu karar üzerine Yıldırım Berkol’a yetki verilerek Defterdarlık ile üç yıllık bir kira sözleşmesi imzalanmıştır.
Tek çıkış yolu vardı. Ne yapıp edip mühürü kaldırtıp inşaata bu kez Kulüp olarak devam etmek gerekiyordu. Hatta bu konuda; “...Umumi Heyet toplantısının ışığında mühürlenmiş olan yeni binanın mühürünün fekki ve inşaatın devamı için tam yetkilerle mücehhez bir komite kurulmasına ve netice alabilmek için her imkanın bu komiteye sağlanmasına...” şeklinde, sonradan üstü çizilmiş bir yönetim kurulu kararı bile alınmıştı. Ardan otuz yıl geçtiği için bu kararı sizlerle paylaşmakta pek sakınca görmedik. Ancak Kulübümüz yönetim kurulu üyelerinin, yeri geldiğinde ne denli riskleri Kulüp için göğüslediklerine örnek oluşturması amacı ile sizlerin takdirine sunmak istedik.
Evet, bu koşullar karşısında yönetim kurulu üyeleri seferber olup her biri, bir resmi dairenin kapısını çalıyor ve durumu izah etmeye çalışıyordu. Bu arada başta Uğur Gündeş olmak üzere Kulübün mimar mühendis üyeleri de inşaatın içine girmişlerdi. Biran önce başımızı sokacak, üstü kapalı bir yer oluşturmak gerekiyordu.
Yönetim kurulu, konuya daha kurumsal yaklaşmak amacıyla Uğur Gündeş başkanlığında teknik bir komite oluşturuldu. Bunun yanı sıra bir de “Onarım Emanet Heyet”i kurdu. Üyeliklerine de Cahit Faga, Uğur Gündeş, Semih Petorak, Cahit Demirdöken ve Faruk Ilgaz seçildiler. Bu kurulun temel görevi ise üyelerden alınacak inşaat yardımlarını koordine etmek ve inşaat harcamalarını tek yetkili olarak ödemekti.
Uzun yıllar karkas halinde kalan inşaatın taşıyıcı sistemlerinin yıpranıp yıpranmadığı inceledi. Herhangi bir sorun tespit edilmedi. İlk hazırlıklar böylece tamamlandıktan sonra, onarım faaliyeti üç aşamalı olarak planlandı. Binanın ilk bölümü temmuz 1983’te kullanıma açılacaktı. İkinci adım olarak da 1984 Yılbaşı Balosunu orada tertipleyerek, tamamen binaya yerleşmek ve nihayet 1984 tarihinden sonra da kalan dekorasyon işlemlerini tamamlamak geliyordu. İlk kademede oyun salonu ile buna hizmet edecek üst kat servis ofisi ve müdüriyet kullanıma açıldı. Bu bölüm bir yandan kullanılırken, diğer yandan binanın tesisat ve dekorasyon çalışmalarına devam edildi. Ara aşama olarak teçhizatı ve demirbaşları ile yenilenen mutfak işletmeye açıldı. İkinci aşama olarak lokanta, balo salonu bölümü ile buna bağlı bölümler, tesisat sistemleri, depolar ve yardımcı üniteler yılsonuna kadar işletmeye hazır hale getirildi. Bundan da sonra da kalan dekorasyon işleri, yazlık kısımların tamamlanması ve çevre düzenlemesi yapıldı.
Belki ilginçtir, Kulüp ne zaman bir çıkmaza girip, önündeki kapılar kapansa, hiç beklenmedik desteklerin Kulübe el verdiği görülmüştür. Ya devletin bir kurumu veya üyelerden bir gurup yardımlarını hiç esirgememişlerdir. Örneğin Cahit Faga, o günlerde Aksan Alüminyum fabrikasını ziyaretinde, üyemiz Özmen Aktar’a zorluklardan söz ederken, Özmen Aktar, “Yeni binanın tüm alüminyum çerçeveleri, benim fabrikam tarafından bedelsiz temin edilecektir”, demiştir. Bu ve buna benzer yardımların o zorlu günlere katkısı çok anlamlı olmuştur.
Kulübün mali durumu da hiç iç açıcı değildi. Yönetim kurulu bu nedenle 22.12.1982 tarihinde aldığı bir kararla, üyelerden mali yardım talebinde bulunma kararı aldı. Bir pazar günü, tüm üyelere bir kokteyl verilecek ve bu toplantıda kendilerine karşılaşılan mali sıkıntı, tüm boyutları ile anlatılacaktı. Toplantı yapılmasına yapıldı. Hatta katılmayanlara durum mektupla da bildirilmesine karşın, ancak bu kez beklenenin tam aksine 15 – 20 üyemizin dışında yardım kampanyasına katılan maalesef olmadı. Fakat bu olumsuz yaklaşım yönetim kurulu üyelerinin azmini kırmadı. Bunun üzerine iki kişilik komite oluşturuldu ve Kulüp üyesi olmayan varlıklı üyeler tek tek dolaşılarak kendilerinden Kulübümüze üye olmaları talep edildi.
1983 yılının yaz ve sonbahar ayları da bu sıkıntı ve zorluklarla geçti. Fakat geceli gündüzlü sürdürülen amansız bir çalışma ile mutlu sona ulaşılmıştı. Bu arada Kulüp, Maliye Bakanı Adnan Başar Kafaoğlu’na ve Kenan Evren’in Baş Yaveri Cengiz Seren’e verdiği destek için ne kadar teşekkür etse azdır. Onların yardımları olmasaydı, sorunları çözüp taşınmayı gerçekleştirmek gerçekten olanaksız olurdu. Nihayet her türlü zorluğa rağmen Kulüp, başını yeni binanın çatısı altına sokmayı başarmıştı. Planlandığı gibi de 1984 yılının girişi güzel ve heyecan dolu bir Yılbaşı Balosu ile büyük salonda kutlandı.
Aradan geçen kısa bir süre sonra da, Kadıköy Emniyet Amirliğinin 23 Şubat 1984 tarihinde vilayete gönderdiği yazıda, aynen şu cümleler yer almaktaydı:
“İl Makamına, İstanbul.
İdare merkezi ilçemiz dahilinde olmak üzere kurulu bulunan “MODA DENİZ KULÜBÜ DERNEĞİ” 23.2.1984 tarihli dilekçe ile müracaatta bulunarak dernek merkezini Moda Cad. No: 276 sayılı yerden, yine ilçemiz Kadıköy Moda Cad. Ferit Tek Sok. No: 1 sayılı yere naklettiğini bildirmişlerdir. Adres değişikliğine havi gazete ilanları ilişikte gönderilmiştir. Bilgilerinize arz ederim.
Ergun Gökçay
Kadıköy Kaymakamı”
Amansız koşunun bitiş ipi göğüslenmişti. Moda Deniz Kulübünün artık kendisine ait bir yeri vardı. Kuruluşundan bu yana 49 yıl, yani yarım asır geçmesine rağmen, Kulüp ilk defa, sahibi olduğu bir gayrı menkulün içinde oturuyordu.
Böyle mi olmalıydı? Kesinlikle hayır. Moda Deniz Kulübü, bu sıkıntıları çekmesi gereken, bunu hak etmiş bir kurum değildi. Sizlerin çok iyi bildiği, bizlerin ise burada anlatmaya çalıştığı o görkemli günleri yaşayan Moda Kulübü, gönül isterdi ki bu tür sıkıntılara düşmemiş olsaydı...
Burada filmi biraz geriye alıp bir yorum yapmak gerekirse; her şey bir tarafa, Kulüp, kanımızca eski binayı başlangıçta mali yönden satın alabilecek durumdaydı. Bina sahibi Ziya Sofu’nun, fevkalade beyefendi bir insan olduğu söylenir. Her ne kadar son zamanlarda Kulüple kavgalı hale gelmişse de, burada kabahati birazda kendimizde aramak gerekir, diye düşünüyoruz. Örneğin, ne kadar doğru olduğunu bilmiyoruz ama, bir ara Ziya Sofu Kulüp yönetimine, “Ben sürekli olarak İngiltere’de yaşıyorum. Sadece yazları Moda’ya geliyorum. Bana Kulübün üst katında kalacak bir yer ayırın, Kulübü size makul fiyatla devredeyim.” dediği söylenir.
Kanımızca, taraflar arasında kesinlikle bir uzlaşma yolu yaratılabilirdi. Hele 1953 yılında Turistik İşletmelerin doldurmaya başladığı ve daha sonra üzerinde kaba inşaat haline dönüştürdüğü binaya, 2.2 milyon Lira avans verebilecek durumda olan kulüp, o dönemde elindeki olanakları, binayı satın almak için kullansaydı, bu sıkıntılar yaşamazdı diye düşünüyoruz. Ayrıca, önce deniz kenarındaki arazileri satın almak ve sonra da inşaatı yaptırmak için neden Turistik İşletmeler Şirketi’ni kullandığı sorusu, daha önce de ifade etmeye çalıştığımız gibi üzerinde durulmaya ve araştırmaya muhtaç bir konudur.
Bu nedenler ve yaşananlar yönünden 1984 yılı, Kulübün uçurumun kenarından dönüş yılıdır. 1 Nisan 1984 pazar günü saat 14.30’da ilk kez kendi binasında toplanan genel kurula girilirken artık üyelerin yüzlerdeki kızgınlık, yerini tebessüme bırakmıştı. Hiçbir şey mükemmel değildi; inşaatın ne tür zorluklarla tamamlandığı binanın her yerinden anlaşılıyordu. Olsun, bundan sonrası kolaydı. Bu kadarı başaranlar için artık zorluktan söz edilemezdi. Divan Başkanı Osman Kavrakoğlu yönetime, genel kurulda bu kez teşekkür etmek için söz almak isteyen üyelerin, konuşma sırasını düzenlemekle uğraşıyordu. Çoğu zaman gergin geçen toplantıların aksine, Kulübü haklı bir gurur ve sevinç havası kaplamıştı.
Kulübün geleceğinin tartışıldığı yıllarda üyelik girişleri de azalmıştı. Girmelik ödentisi 300.000 Lira olarak uzun yıllar devam etmesine rağmen, kimse Kulübe itibar etmemişti. O gün toplantıda söz alan Selahattin Altaş “... Kulübün girmelik aidatının 2.000.000 Liraya çıkarılmasını öneriyorum.” dediğinde, bütün eller havaya kalkmış ve salonu “Kabul!” sesleri kaplamıştı.
Seçimlere geçildiğinde, Necati Gökçen yeniden başkanlığa getirildi. Onun yanı sıra yönetim kurulu üyeliklerinde, Selahattin Altaş, Cahit Faga, Orhan İyiler, Hayim Kori, Avni Korur, Rıfat Karakimseli, Tansu Tolan ve Önal Ulusoy yer aldılar.
18 Kasım 1984 tarihinde Kahraman Bapçum’un divan başkanlığında toplanan genel kurulda da önceki tüzük değişikliğinin İçişleri Bakanlığından geri çevrilen maddeleri düzeltildi. Yeni tüzük yürürlüğe girdi.
Biraz olsun nefes alan yönetim, yaz aylarını keyifli geçirmeye, geçmiş yılların sıkıntılarını biraz olsun unutmaya kararlıydı. Eski günlerin denizciliği asla akıllardan çıkmamıştı. Elde hiç büyük boy tekne kalmamasına rağmen, yine de denizciliğe dönük bir şeyler yapmak gerekiyordu. Optimist sayısı 16’ya çıkartılarak, antrenör nezaretinde yelken kursları verilmeye başlandı. Ayrıca 3 adet windsurf satın alındı.
“Vakko Rama Pupa Yelken Yarışları” organize edildi ve yarışlar bir hayli ilgi topladı. O günlerde her şey müsaadeye tabi olduğundan, akşam düzenlenecek kupa merasimi için Valilikten “4 adet gök bombası ve 2 adet kayış güneşi havai fişeği kullanılmasına”, izin istenerek, sanki eski günler çağrıştırılıyordu. Akşam oldukça eğlenceli ve görkemli geçti; kupalar dağıtıldı, konuşmalar yapıldı, anılar aktarıldı.
Hatta bu tür yarışlarda giyilmek üzere Kulüp için özel spor kıyafetleri hazırlanmış ve bunlar için Beden Terbiyesi Müdürlüğünden izin alınarak kıyafetlerin Kulüp adına tescili istenmişti. Arkasından da Beden Terbiyesi Müdürlüğüne müracaat edilerek, Kulübün federe olması bile talep edilmişti. Aynı günlerde Kulübe resmi dairelerden, taşınılan yeni binada lokal açma müsaadesi de geldi.
Yeni binada olanakların genişlemesi, yönetime sanat ve kültür etkenliklerine yönelme fırsatı verdi. Alt salonda bir resim galerisi oluşturuldu. O yıllarda açılan Manfred Ebster, Kadri Aytolon, Birsel Bosut Gürbüz, Abdurrahman Öztoprak, Zehra Say, Orhan Tamet ve Birim Bozok sergileri büyük ilgi gördü. Hatta galeride çok ünlü Avusturyalı mimar ve ressam F. Hundertwasser’ın bazı eserlerinin sergilenmesi planlanmıştı.
Yıllardır peşinden koşulan meşhur tapu da alınmıştı. Açıkçası artık dert edilecek pek önemli bir sorun kalmamış gibi gözüküyordu.
Buna rağmen 31 Mart 1985 tarihinde yapılan genel kurulu toplantısında, sayıları az da olsa bazı üyeler yine tenkitlerini esirgemediler. Söz alan Rıza Tarhan, “Kalorifer ve havalandırma tesisatının iyi çalışmadığından...” şikayetçi idi. Arkasından söz alan başka bir üye ”...İnşaata büyük paralar sarf olunduğunu, basit bir kaldırıma 800.000 Lira harcandığını, suiistimale en müsait yolun inşaat olduğunu, vezir, küpünü doldurması için tayin ettiği şehremininin, küpün dolmadığından şikayet etmesi üzerine, kendisine inşaat! inşaat! diye yol gösterdiğini, inşaata harcanan 64 milyon Liranın nereye gittiğini bilmediğini, suiistimaller olduğunu, üye girmeliklerinden alınan 140 milyonun nereye gittiğini bilmediğini, 100 milyon civarında suiistimal olduğunu, bu yönetim kurulunun yeteneksiz, basiretsiz ve şaibeli olduğunu...“ gayet kızgın ve çok ağır bir üslupla ifade ediyor, yönetim kurulunu açıkça suçluyordu.
Başkan Necati Gökçen suçlamalara cevap vermedi. İkinci Başkan Cahit Faga söz alarak, “... Bu ağır ithamların hesabı yasal yoldan sorulacaktır. Çok zor şartlar altında eski binamızdan çıkıp yeni binamıza geçmek zarureti karşısında, inşaata hız vermek zorunda kalınmıştır. Zamanla yarış edildi. Yönetim kurulunun bu işi cesaretle yürütmesi sonucunda bugün burada toplanabiliyoruz. İnşatta zamansızlık nedeni ile bazı hatalar, yıkıp, yapmalar olmuştur...“ diyerek, ağır suçlamalara cevap vermeye çalıştı. Suçlamada bulunan üye tekrar söz isteyip, konuşmakta direnince, Divan Kurulu Başkanı Kahraman Bapçum, genel kurul üyelerinin de büyük desteğini alarak ilgili kişiyi, polis yardımı ile toplantı salonundan çıkarttırdı.
Sanki, “hiçbir hizmet, cezasız kalmaz” sözünü hatırlatırcasına, zaman zaman sayıları bir veya ikiyi geçmese de, bazı üyeler yapılan işlere karşı çok acımasız olmuşlardır. Başkan Necati Gökçen deniz subaylığından emekli olmuştur. Mali konulardaki yetkinliği belki sınırlı olabilirdi, fakat bu kadar ağır suçlamaları, hiçbir zaman hak etmemişti. Üyemizin bu rahatsız eden çıkışı, diğer üyeler tarafından da haklı olarak tepki ile karşılanmıştı.
50. YIL KUTLAMALARI
Her şeye rağmen yeni binanın yarattığı rahatlık ve nereye kadar uzayacağı belli olmayan o karanlık günlerin geride kalması, üyeleri ve yönetimi büyük bir yükten kurtarmıştı.
8 Nisan 1985 tarihinde Kulübümüz, kuruluşunun 50. yılını kutlayacaktı. Kutlamaların görkemli geçmesi ve arkada bırakılan bunca güzel günün anılarını yaşatabilmek için beş kişilik bir kutlama komitesi oluşturuldu. Komite Haluk Berker başkanlığında Merih Gürkaynak, Ayşe Gürcan, Türkan Eczacıbaşı ve Esma Kümbetlioğlu’ndan oluşmaktaydı. Etkili ve zengin bir program hazırlanarak üyelere gönderildi. Programda konferanslar, konserler, sergiler, spor yarışmaları, turnuvalar, defileler, özel eğlence geceleri ve kuşkusuz balolar yer almaktaydı.
Hemen, nisan ayı içinde pazar günleri saat 11’de başlayan 3 konferans düzenlendi. Konuşmacı olarak günün önde gelen isimlerinin yer aldığı bu toplantılara ilgi büyük oldu. Nitekim sonraki yıllarda, yani 1994 yılında yeniden başlatılan “Moda Sohbetleri” sanki temeli o günlerde atılan bu kültürel girişimin bir devamı gibi olmuştu.
Tertiplenen konferansların yanı sıra, Atatürk Fotoğrafları Sergisi, Moda Koyu Etkinlikleri Sergisi, Resim ve El Sanatları Sergileri de Kulübümüzün bu yönde attığı anlamlı adımların ilkini oluşturmaktaydı. Ayrıca üyemiz ve sanat eleştirmeni olan Gültekin Elibal’ın bireysel gayretleri ile oluşturduğu “Altı Amatörler’in Kadıköy Fotoğrafları” sergisi bu etkinlikler arasında bir hayli ilgi çekmişti.
Program kapsamı içersinde konserlere de ilgi büyük olmuştu. Ajda Pekkan başta olmak üzere üç batı müziği konseri ve bir Türk müziği konseri zevkle izlendi.
Kutlamaların en heyecan veren adımını 18 Temmuz 1985 günü tertiplenen 50. Yıl Balosu oluşturmuştur. Geceye Kulübümüzün ilk Başkanı Celal Bayar’ın katılması, günün önemini bir kat daha artırmış ve adeta kuruluş yıllarını anımsatan bir coşkunun oluşmasını sağlamıştı. Atılan havai fişekler ve yine geceyi renklendiren Ajda Pekkan’nın verdiği konser, günlerce basınımızda yer aldı.
Eğlenceye dönük diğer aktiviteleri de “Özel Geceler” oluşturuyordu. İsmini aldığı ülkenin dekor, müzik ve mutfağı ile özelliklerini yansıtan bu gecelere, ilgili ülkenin elçi ve konsolosluk yetkililerinin katılması, ayrı bir heyecan yaratmaktaydı. Örneğin Paris Gecesi, Viyana Ormanları ve Budapeşte Gulaş Gecesi, unutulmayanlar arasında sayılır.
50. yıl kutlamalarının en hareketli bölümünü sportif yarışmalar oluşturmuştur. O yılların coşkusu ile adını “Deniz” den aldığını hatırlayan kulübümüz, bu bilinçle yeniden yelken yarışlarına ağırlık vermiştir.
İlk yarış 1 Haziran 1985 cumartesi günü ilk başkanımız Celal Bayar onuruna düzenlenmiştir. Yarış ve gezi sınıfını oluşturan teknelerin Moda Koyu’nu doldurduğu gün start, Kulübün önüne atılan iki şamandıra arasından verilmiş, rota Sivriada iskele, Kaşıkadası önüne atılan şamandıra iskele, Fenerbahçe Kulübü önündeki şamandıra yine iskelede kalmak üzere, Kulübün önünde tamamlanmıştır.
Gayet keyifli ve mücadele dolu geçen Cumhurbaşkanlığı Yat Yarışı’nın ödülleri yapılan görkemli bir tören ile Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından verilmiştir.
Yaz sezonunda 50. yıl kutlamaları adına üç yat yarışı ve üç windsurf yarışı daha düzenlenmiştir. Moda Deniz Kulübü ve İstanbul Yelken Ajanslığı Gençlik Kupası adına yapılan bu iki yarışın kupa töreni ise 17 Kasım 1985 tarihinde düzenlenen bir kokteyl ile gerçekleştirilmiştir.
Açıkdeniz Yat Kulübü ve Moda Deniz Kulübünün birlikte düzenlediği yat yarışı da bir hayli ilgi toplamıştır. Üyemiz Osman Özdemiroğlu’nun sahibi olduğu Vanessa yatı birinciliği, Samim Arduman’ın Tay yatı ise en iyi zaman ödülünü almıştır. Diğer ödüller ise Deli Dumrul ve Proveza yatları arasında paylaşılmıştır.
İlginçtir; Kulüp yine o yıl bir voleybol turnuvası da düzenlemiştir. “Moda Deniz Kulübü 50. Yıl Voleybol Turnuvası” adıyla yapılan etkinliğe, Arçelik, Galatasaray, Samsun Irmak Sanayi ve Lozan Şöhretler Karması kulüpleri katılmışlardır.
Spor etkinliklerinin dışında “Moda Deniz Kulübü 50. Yıl Dörtlü Briç Turnuvası” ile altı milli oyuncunun katıldığı Satranç Turnuvası da kutlamaları süsleyen girişimler olarak belirtilmelidir. Bu güzel aktivitelerin yanı sıra, üyemiz Vural Gökçaylı tarafından temmuz ayında düzenlenen defile de yine kutlamalar arasında hatırlanması gereken şık bir olay olarak yer almıştır.
YÖNETİM DEĞİŞİMİ
Genel kurulların değişmez Başkanı Osman Kavrakoğlu , 23.3.1986 günü, yani aradan bir yıl geçtikten sonra, divan kurulunda yerini aldığı zaman, salon neredeyse insan almıyordu. İki başkan adayı, Necati Gökçen ve Süha Toner yarışacağı için seçimlere ilgi yoğun olmuştu.
Üyeler, yönetim kurulunun yaptığı hataları bir bir sıralıyorlardı. Dikkat çekici şekilde genel kurulda birbirinden farklı iki denetim kurulu raporu oluşmuştu. Bu şansız gelişme üyeleri de rahatsız etmiş ve toplantı havası birden bire gerilmişti. Haluk Eczacıbaşı durumun açıklanmasını istedi. Necati Gökçen, “... Bu ikinci raporu aldıklarını, murakıplarla görüştüklerini ve tenkitlerini dikkate aldıklarını bundan sonra da aynı murakıpların ikinci raporlarını düzenleyip, yönetimin ibrasını istediklerini...” belirtti. Söz alan Rıza Tarhan ise “... İdaredeki aksaklıkları belirterek, Şirket - Kulüp münasebetlerinin Kulübün zararına işlediğini ve 13.000.000 Liraya yakın bir meblağın şirket adına ve vergi şeklinde ödenmeye mecbur kalındığını...” açıkladı.
Toplantıda konu yeniden Turistik İşletmeler ile Kulüp arasındaki ilişkilere geldi. Konuyu yakından bilen Ercüment Berker söz alarak, “Kulüp ile Şirket münasebetlerinin Kulübün zararına bir seyir takip etmemiştir. Vaktiyle doldurulan sahanın Kulüpçe değil, kendiliğinden dolduğunun ortaya atılması üzerine, müşkülatın başladığını ve o günün otuz bin Lirası ile halli mümkün olan bir itilafın, bugüne kadar sürüp geldiğini ve bu yüzden bahsedilen on üç milyonun tapuya ödenmesi zarureti doğduğunu” ifade etti. Rıza Tarhan yönetim kurulunun ibra edilmemesini istedi. Ancak yapılan oylamada beş muhalif oya karşın, ekseriyetle yönetim kurulu ibra edilmiş oldu.
Başkanlık seçimi, isimler tek, tek okunarak yapıldı. 820 üye oy kullanmıştı. Üyelerin büyük dikkat ve ilgisi ile yapılan açık tasnif sonunda Süha Toner başkanlığa seçildi, yönetim kurulu üyeliklerine ise Yusuf Lakay, Haldun Oksar, Mustafa Yemeniciler, Adnan Gürkaynak, İbrahim Yazıcı, Muhtar Yiğit, K.Teoman Taşpınar ve Tarık Şehmen seçildiler.
Göreve gelen yeni yönetimin attığı önemli adımlardan birisi, o güne kadar büyük sıkıntı yaratan kredili tüketimin kaldırılması olmuştur. Rahatsızlık yaratan bu eski alışkanlıktan tam olarak vazgeçilmese bile, 1985 yılındaki 64.4 milyon lira olan tüketim borcunun, takip eden yıl 24.7 milyon Liraya düştüğü görülmektedir. Ayrıca özel olarak bastırılan 100 bin Lira limitli kredi kartı uygulaması, başlangıçta ilgi gördüyse de, uygulama sonradan kaldırılmak zorunda kalınmıştır.
Süha Toner aynı zamanda Yıldız Teknik Üniversitesinde Rektörlük görevini yürütüyordu. Yüksek mimar olması, inşaat işleri alelacele tamamlanmış olan Kulüp binasında, kendisine müdahale edebileceği pek çok alan bırakmıştı. Her ne kadar Kulübün mali durumu pek iç açıcı olmasa bile, Süha Toner elindeki olanakları kullanarak binada dekorasyon yönünden epeyce değişiklik yaptı. İç kısımda şimdiki balo salonu ile küçük salonun birleştiği köşede büyükçe bir şömine, hemen yanında geniş bir bar ile her iki salona bir bütünlük kazandırılmıştı. Bar, daha sonra balo salonun önündeki alana boydan boya yerleştirilerek, buranın müdavimleri için güzel bir konum oluşturulmuştu.
Şimdiki pazartesi sinemasının perdesinin asılı olduğu yerde, ayrıca bir kış bahçesi ve orada da küçük bir şömine yapılmıştı. Bahçede küçük süs havuzları ve nilüferler içinde dolaşan renkli balıklar, başkanın bu yöndeki yeteneğini ve hayal gücünü gösteren örnekleri oluşturuyordu.
Bu dönemin hatırlanması gereken olaylarından birisi de, Kulübün en alt katında boş halde duran yerlerin, yap-işlet modeli ile Avusturyalı “Fitness-Centre” isimli firmaya kiralanmasıdır. Avusturyalılar buraya oldukça şık görünümlü küçük bir yüzme havuzu, jimnastik salonu, kuaför, sauna vs. yaparak kısa zamanda üyelerin kullanımına açtılar. Bir iki sene işler iyi gitti. Daha sonra beklenen elde edilemeyince, işletmenin Kulüp tarafından satın alınmasını istediler. Yönetim ilgi duymadığını söyledi ve bunun üzerine işletmeyi Dündar Kılıç satın aldı. Bir süre sonra Dündar Kılıç şirketin mülkiyetini, kızı Uğur Kılıç’a devretti. Onun öldürülmesinden sonra da, yer, eşi Alaattin Çakıcı’ya geçti. Böylece Kulüp Çakıcı ailesi ile iç içe yaşar duruma gelmişti. Takip eden yıllarda göreceğimiz gibi bu durum, Kulüp için yine oldukça önemli sıkıntılar yaratacaktı. Bugün şirket hisselerinin ve işletmenin Kulüp tarafından, Avusturya firmasından satın alınmamış olmasını, ciddi bir hata olarak yorumluyoruz.
Süha Toner, Kulübe olduğu kadar, kendi giyimine de özen gösterirdi. İtina ile seçtiği ceketlerinin üst cebine yerleştirdiği mendiller, “Church” marka ayakkabıları ile hep kendine özgü bir görünüm vermiştir. O dönemin bar sohbetleri, koyuluğu ve renkliliği ile ün yapmıştır. Genellikle başkanın etrafında yüksek iskemlelere tırmanılır, yer bulamayanlar ayakta kalmaya razı olarak geçmişin anıları birbiri ardına sıralanırdı. Genellikle bu sohbetler geç saatlere kadar uzar, ülke birkaç kez kurtarıldıktan sonra, birisi saati söyleyerek dağılma zamanını işaret ederdi. Genel Sekreter Haldun Oksar da ilginç bir kişilikti. Söze, “Ben Turizm Bakanlığı İşletmeler Müdürü iken” diye başladığında, herkes arkasından bir başarı öyküsünün geleceğini, birbirlerinin gözlerine bakarak teyit ederdi. Süha Toner ile olan çok eski ve yakın dostlukları, arada bir tatlı sürtüşmelere neden olsa bile, yaptığı eleştiriler, başkana olan saygının derinliğinden ertesi güne ertelenir, onun olmadığı bir anda cümle aralarına sokuşturulurdu.
Bu sakin hava kendisini, takip eden genel kurulda da gösterdi. Nezahat Arkun, yönetimin gösterdiği başarıdan dolayı kendilerini kutlarken, “tertip edilen yılbaşı, konser v.s. geceler gibi daha uygun fiyatlar tespit edilmesini ve yemek tarifelerinin daha makul ölçülerde belirlenmesini” istiyordu. Yapılan konuşmalarda yönetime benzer tenkitler yöneltildiyse de, toplantıda kayda değer bir gelişme olmadı. Ancak Kulüp üyeleri önceki başkana olan vefa borçlarını yerine getirmek için Necati Gökçen’i, İbrahim Cimcoz ile birlikte Komodorluk görevine getirdiler. Murakıp ve Balotaj Kurulu seçimleri yapılarak toplantıya son verildi.
1988 yılında yapılan genel kurul toplantısında seçim maddesi vardı. Başka aday çıkmadığı için Süha Toner başkanlığa devam etti. Yönetim kurulu üyelerinden İbrahim Yazıcı ve Muzaffer Tansal’ın yerine, Tulga Erdoğru ile Sedat Günertem yönetim kuruluna katıldı. Üyeler genel kurulda, girmelik ödentisinin 12.000.000 Lira aidatların ise yılda 120.000 Lira olmasını kabul ettiler.
Kuşkusuz arada geçen yıllar, bir süre sonra yönetimleri de yıpratır hale geliyor. Üyeler, doğal olarak hep talep eden durumunda olunca, bir zaman sonra istekler kaçınılmaz olarak yerine getirilemez hale dönüşüyor. Nitekim, 1989 yılında yapılan mali genel kurulda Rıza Tarhan, “... Kulüp içinde Moda Deniz Kulübü üyesine saygı duymak gerekir. Böyle gelmiş böyle gider havasını değiştirmek lazım” diyerek, bir gazetede çıkan “Moda Deniz Kulübü” başlıklı yazıyı okudu. Belirli masaların belirli kişilere tahsis edilmesinden ve oyun salonunun havasızlığından şikayet ederken, Kulüpte yaşanan genel rahatsızlıkları da ifade etmeye çalışıyordu.
Yönetim kurulu ise genel kurula sunduğu faaliyet raporunda, yine Kulübün Toleyiş Sendikası ile imzalamış olduğu toplu sözleşmeden yakınıyordu: “... Toplu sözleşme Kulübümüze büyük sorumluluklar getirmiştir...” diyerek işletme giderlerinin artık Kulübü adam akıllı sıkıştırdığının mesajı verilmeye çalışılıyordu.
Takip eden genel kurulda ise sesler biraz daha yükselmişti. İlhan Tandoğan, Kulüpteki ortamın bozulduğunu, Nejat Onan ise işletmenin zarar etmemesi gerektiğini öne sürüyorlardı. Yine başka aday olmadığı için Süha Toner, üçüncü dönem için de başkan seçilmişti. Yönetim kurulu üyeliklerinde ise K. Teoman Taşpınar’ın istifası ile boşalan yere Enis Tokcan seçilmişti. Toplantı sonunda Komodorluk görevine bu kez İbrahim Cimcoz’un yerine Osman Kavrakoğlu getirildi.
Süha Toner mali konuların konuşulmasından pek hoşlanmazdı. Kendisinin akademik yapısı göz önünde tutulacak olursa, belki de biraz haklı sayılırdı. Gelir gider dengesi her zaman olduğu gibi onun döneminde de uç uca gidiyordu. Kulüpte hemen hergün bir ödeme sıkıntısı ile karşılaşmak mümkündü. Yönetim kurulunda, mali konuların konuşulması hep arka maddelere atılır ve Haldun Oksar, ne zaman “işler pek iyi gitmiyor” diye söze başlasa, ne yapılıp edilir toplantıya bir çeşit son verilirdi.
1991 sonbaharında, Haldun Oksar’ın istifası ile boşalan yönetim kurulu üyeliğine ve genel sekreterliğe getirilen Altan Edis, bir mali analiz raporu hazırlayarak Kulübün ciddi şekilde dar boğazda olduğunu bütün açıklığı ile ortaya koymuştu. Rapor üzerinde aksi iddia edilecek fazla bir şey yoktu. Gelecek yıl çok detaylı bir mali plan hazırlanarak işletme cirosunu artırmak ve bir o kadar da giderleri azaltmak kaçınılmaz gözüküyordu. Sendikal taleplerin de etkisi ile genel giderler katlanarak büyüyor, buna karşılık gelirlerde hiç bir kıpırdama gözükmüyordu. Kısacası işler yeniden terse gider olmuştu.
Başkan Süha Toner’in, bu çıkmazı bütün açıklığı ile gördüğünü tahmin ediyoruz. Bu nedenle yılın son aylarının yaklaşıldığı günlerde, yönetim kurulu üyelerine, gelecek seçimlerde adaylığını koymayacağı kararını açıkladı. Fakat kuruldaki herkes başkanın devam etmesini istiyordu. Yakın arkadaşları, kendisini bir akşam Kulübe yemeğe davet ederek, ikna etmeye çalıştılar. Süha Toner “hayır” dedikçe, arkadaşları ancak onun başkanlığında Kulübün düzlüğe çıkacağında ısrarcıydılar. Sonunda Süha Toner, 1992 yılında yapılan seçimlere yeniden başkan adayı olarak girmeyi kabul etti.
MALİK YOLAÇ İKİNCİ KEZ BAŞKAN
O gün genel kurul salonu, her gerilimli toplantıda olduğu gibi üyelerle dolmuştu. Osman Kavrakoğlu toplantıyı yönetmek üzere divan başkanlığına seçildi. Genel sekreter Haldun Oksar, yönetim kurulundan altı ay önce ayrıldığı için faaliyet raporunu divan sekreterlerinden birisi okudu. Bir biri ardınca sert ifadelerle yönetime sorular sıralanıyor ve tenkitler çekinilmeden dile getiriliyordu. Bir üye, bilanço kalemlerinden birisinin takdim tehir ile yanlış yazıldığını fark edip bu kasti olmayan hatayı, büyük bir kusur gibi sununca, salonun yönetime gösterdiği reaksiyonundan yapılacak seçimlerin hangi yöne gideceği açıkça anlaşılmıştı.
Alınan oylar açık tasnifle sayıldığında Süha Toner seçimi kaybetmiş; Malik Yolaç, Moda Deniz Kulübünün ikinci kez başkanı olmuştu. Onun yanı sıra yönetim kurulu üyeliklerine de Mete Akyol, Osman Üçüncü, Orhan Atalay, Rıfat Karakimseli, Oktay Barlas, Yüksel Tiryakioğlu, Mehmet Yerebakan ve Atacan İncili seçilmişlerdi.
Yeni yönetim hemen kolları sıvayıp işe koyuldu. Getirilen yeniliklerle 1992 yaz ayları bir hayli hareketli geçiyordu. Bugünkü teras restoran, o günlerde üstü açık olarak hizmet veriyordu. Onun denize bakan kısmına güzel bir bar yapıldı. Arka kısmına masalar yerleştirilerek bar hizmetleri genişletilmişti. Güneşlenme terasının üstündeki bölüme de, İstanbul Hilton Dragon Çin Lokantası ile anlaşılarak ayrı bir restoran işletmeye alındı. Kulübe pek çok nedenle gelmeyen üyeleri çekebilmek için fiyat indirimine gidilerek ciroda artış sağlanmaya çalışıldı. Ayrıca Garanti Bankası ile anlaşılarak yeniden kredi kartı uygulamasına geçildi.
29 Kasım 1992 tarihinde olağan üstü bir genel kurul toplantısı yapılarak Turistik İşletmeler Ltd. Şirketine ait olan ve Kulüp tarafından kullanılan güneşlenme bölümündeki 1040 m2 alanındaki yer satın alındı. Atılan bu adım çok önemliydi; zira bir süre sonra şirket, Kulübün o alandaki kullanımını engelleyip sorun çıkartabilirdi. Ayrıca bir dönüm dahi olsa, bu büyüme Kulüp için bir kazanç sayılırdı.
Yaz akşamları çeşitli eğlencelere sahne oluyor, dikkat çekici bir hareketlilik Kulübün her tarafında hissediliyordu. Mevsim bu canlılıkla geçti. Sonbaharın son aylarına doğru, önce Kulübün ön bahçesinde, sonra da iç kısımlarında aniden bir inşaat faaliyeti görülmeye başlandı. Yapılacak olanlar doğal olarak önceki yönetimin iş planında ve bütçesinde olmadığı için inşaat girişiminden hiçbir üyenin haberi olmamıştı.
İnşaat, üyelerimizden Bülent Altan’ın denetiminde yürütülüyordu. Bahçeye büyükçe bir dozer getirilerek önce Emin Onat’ın çizip uyguladığı dışa açılan kavisli merdiven yıkıldı. Daha sonra süs havuzları kaldırıldı. Yazlık alan kazanmak amacı ile çeşitli kotlar kaldırılarak değişik bir düzen getirildi. Bugün küçük havuzun ve deniz barın bulunduğu alanın ön kısmına, anfi şeklinde bir eğlence platformu yapıldı.
Kış aylarının da sakinliğinden yararlanılarak daha sonra inşaat faaliyeti iç bölümlere, yani salonlara kaydırıldı. Balo salonu ile küçük restoran arasındaki şömine kaldırılarak her iki salon bir duvarla kapatıldı. Böylece balo salonu, dışarıdan girişi olan bağımsız bir bölüm haline sokulmuştu. Bu ayırımdan sonra balo salonu bir şirkete kiralanarak şans oyunlarının oynatıldığı bir bölüm haline dönüştü.
Kış aylarında inşaatın devam etmesi, işletme cirosunu hissedilir şekilde azaltmıştı. Ayrıca Kulübe gelen üyelerin, kiraya verilen yandaki oyun salonunu tercih etmesi de buna eklenince, gelir gider dengesi olumsuz hale dönüşmüştü. Bu arada yönetim kurulu üyelerinden Rıfat Karakimseli’nin istifası ile boşalan üyeliğe, Necat Onan yedek üyeler arasından getirildi.
Ağustos ayının sonlarına doğru mali olanaksızlıklar, çalışanların ücret ödemelerini aksatmaya başlamıştı. Sendikanın da yönlendirmesi ile personel zaman zaman direnişe geçiyordu. 10 Eylül 1993 günü yine sendikanın etkisi ile toplu direnişe geçen işçiler, Kulübü bir anda hareketsiz hale getirdiler. Hatta Saraçoğlu ailesinin o gün yapılacak düğün davetinde, başkan başta olmak üzere yönetim kurulu üyeleri servis ve masa düzeninin sağlanması için bizzat çaba göstermişlerdi. Bu tatsız olayı başkan Malik Yolaç, üyelere gönderdiği yazıda aşağıdaki cümlelerle aktarıyordu: “ ... Ertesi gün, kapı önünde eylemi devam ettiren işçiler, polisle çatışmaya girerek Kulübe zorla girmeye kalkışmış, bu arada şişe, sopa ve taş kullanılmıştır. Polisiye olay, emniyet güçleri ile bu fiili durumu yaratan işçiler arasında cereyan etmiş olup, olay polisin şikayeti üzerine savcılığa intikal ettirilmiştir. % 300 gibi bir artışla kabul edilen toplu sözleşme, Kulübümüze ağır bir yük getirmiş olmasına rağmen personelin maaşları, ikramiyeleri zamanında, ayrıca toplu sözleşmeden doğan farklarda aramızdaki protokol gereği vaat edilen tarihlerde tamamen ödenmiştir. Yani toplu sözleşmeden dolayı alacakları mevcut olup, protokol gereği bu farklar yılsonuna kadar ödenmesi gerekmektedir. Birkaç günlük aksamalar bahane edilerek Kulübümüzde, sendikaca bir güç gösterisi yapılmak istenmiş ve çalışmak isteyen personel ile yönetim kurulu devamlı tehditlere maruz kalmıştır...”
Yaşanan bu tatsız olayın sonunda, yönetim olaya katılan Kulüp çalışanlarının hizmet akitlerine kıdemsiz ve ihbarsız şekilde son verdi. Onlar da birleşerek, hizmet akitlerini haksız feshettiği iddiası ile Kulübe karşı tazminat davaları açtılar. Kulüpteki iş barışı da esaslı şekilde bozulmuştu.
Bu durum karşısında çaresiz kalan yönetim, sonbahara doğru tüm lokanta işletmesini dışarıdan “Panorama” isimli bir yemek firmasına 3 yıl için kiraladı. Kulüp bazı işletme ünitelerini dışarıdan gelecek firmalara kiralamayı geçmiş yıllarda da birkaç kez denemişti. Fakat bu tür deneyimler, daha doğrusu kiralama modeli, genelde aksamalarla veya üye yakınmaları ile son bulmuştur. Kulübün yapılan cirodan pay alma hedefi ile işletmeci firmanın karını maksimize etme çabası, hep çelişki yaratmıştır. Kulüp fiyatları sabit tutmak istedikçe, ilgili firma kaliteden kısıntı yapmaya çalışmıştır. Bu nedenle işletmecinin hizmetten tasarruf etmeye çalışması, genelde üyelerin tepkisini çekmiş ve sonuçta model hep hüsranla sonuçlanmıştır. Bu defa da aynı şekilde Panorama Yemek firması ile imzalanan ve cirodan pay verme esasına dayalı anlaşma, yine sıkıntılara yol açarak hoşnutsuzluklara neden olmuştu.
Bir taraftan inşaat ödemelerinin sıkıştırması, diğer taraftan eldeki kaynakların neredeyse erimiş olması, yönetime zor günler yaşatıyordu. Mali yapı aslında önceki yıllardan bozuk geliyordu. Bu temel olumsuzluk toplu sözleşmenin yarattığı ağır parasal yükler ile birleşince, işler iyice zorlaştı. 1993 yılının yaz ayları da, durumu olumluya çevirebilecek bir etki yaratmadı. Bir önceki yıl gelir fazlası veren bütçe, 1993 yılında ciddi ölçüde gider fazlası vererek terse dönmüştü. Bu nedenle Kulüp yıl sonunu 9.7 milyar TL zarar ile kapatmak zorunda kaldı
Yönetimin bütün uğraşısına rağmen, işler her yönü ile olumsuzluk gösteriyordu. Bazı üyelerde de yönetime karşı hareketlilik başlamıştı. Hatta, Kulübün kıdemce yaşlı üyeleri zaman zaman bir araya gelip, çareler üzerinde konuşmaya bile başlamışlardı. Bir yönü ile eski günlerin “Şura”sı yeniden oluşturulmaya çalışılıyordu. 1994 şubat ayında Yeşilköy’deki Kaşı Beyaz Lokantasında 25-30 üyenin katılımı ile bir toplantı yapılmış ve sıkıntıdan çıkış yolları üzerinde etraflıca konuşulmuştu. Bu toplantıyı diğerleri takip etti; son toplantı ise Kalamış’ta, Borsa Lokantasında çok geniş bir katılımla yapıldı. Toplantıya katılan üyeler, sonuçta gelecek seçimlerde bir alternatif yönetim yaratma konusunda mutabık kaldılar. Fakat toplantıda hiç kimse Kulübün içine düştüğü sıkıntı nedeni ile başkan adaylığı görevini üstlenmeyi kabul etmiyordu. Zira üstlenilmesi gereken sorumluluk, geçmiş yıllarda yürütülen hizmetlere hiç benzememekteydi. İş gerçekten zordu. Yılların getirdiği problemler artık bir yumak haline dönmüştü. Bu nedenle Kulüp dışında yapılan bu toplantıda uzun konuşmaların sonunda bir başkan adayı, itiraf etmek gerekir ki, biraz zorlama ile bulunabildi. Altan Edis, başkan adayı olarak gelecek seçime katılacaktı.
YAŞAM İÇİN YOL AYIRIMI
26 mart 1994 cumartesi günü yapılan genel kurul toplantısına ilgi büyük olmuştu. Toplantıya 638 üye katılmıştı. Genel kurul Ercüment Berker’i divan kurulu başkanlığına seçti. Denetim kurulunun vermiş olduğu olumsuz rapor nedeni ile toplantı oldukça gergin bir havada geçti. Daha sonra seçimlere geçildi ve Altan Edis’in başkan olarak adaylığını koyduğu liste, oy çokluğu ile seçimleri kazanmış oldu. Yönetim kurulu üyeliklerine de Sedat Altunay, Ahmet Başar, Güven Cankat, Selim Ergüder, Fevzi Kale, Aytaç Kanan, Hıfzı Özcan, Ali Özkırış, Ümran Tarhun, Fahim Tobur ve Mustafa Toner seçildiler.
Zor bir yapı devralınmıştı. Bir yandan devlete ödenmemiş olan vergi borçları, diğer yandan birikmiş sosyal sigorta ödemeleri, hizmet akitleri feshedilmiş personele olan tazminatlar ile tedarikçi firmalara ve bankalara olan borçlar yaklaşık 700.000 USD’lık bir yük getirmekteydi. Aslında bu ağır tablo uzun yıllardan bu yana Kulüpte yaşanan gelir gider dengesizliğinin yarattığı bir sonuçtu. Kulüp ne yazık ki köklü yatırımlar düşünmemiş, adata günü yaşayarak hayatını sürdürmek zorunda kalmıştı.
Gelir olanakları ise fevkalade olumsuz bir görünüm vermekteydi. Hatta yok denecek kadar azdı. Göreve gelen yönetim bu nedenle çeşitli alternatifleri göz önünde tutarak bir kurtarma planı yapmaya çalışıyordu. Fakat mevcut tablo pek moral verici nitelikte görünmüyordu. Aradan bir aylık bir süre geçmişti. Alacaklıların neredeyse her gün kapıda dizili durması, tüm yönetimi umutsuzluğa itmişti. O yıllarda henüz yüksek divan kurulu bulunmadığı için durum, kıdem yaşı önde gelen üyelere aktarılmak istendi. Bir pazar sabahı Kulüpte tertiplenen toplantıya, çağrılan üyelerin istisnasız tamamı katılmıştı. Başkan mali durumu detayları ile kendilerine aktardı. Ortaya konan tablo çok olumsuzdu. Yıllarını Kulübe vermiş bu değerli insanların, karşılaştıkları bu olumsuz hali kabullenmeleri gerçekten çok güç olmuştu.
Yapılan yoğun tartışmalar sonunda üzerinde karar verilmesi gereken iki alternatif ortaya çıktı. Ya içine düşülen çıkmaz bütün çıplaklığı ile üyelere anlatılacak ve mevcut borç yükünü hafifletmek üzere kendilerinden aidatın dışında bir kurtarma yardımı talep edilecek veya bir sonraki sene altmışıncı yılını dolduracak olan Moda Deniz Kulübü maalesef tasfiye edilecekti. Genel kanı, üyelerin parasal yönden bu kadar ağır bir yükü kaldıramayacakları yönünde oluşmuştu. Geriye sadece ikinci alternatifi uygulamak kalmıştı. Yani Kulübün tasfiyesi... Çaresizlik içinde alınan bu karar bir yol ayrımı idi. Yarım asırdan fazla bir zaman, sosyal yaşama ismini yazdırmış olan böyle bir kurum, gerçekten ödeme zorluğu içine düşmüştü.
Başkan Altan Edis, durumu ve çaresizlik nedeni ile tavsiye edilen kararı, hemen yönetim kurulu üyelerine aktardı. Zira, eğer tasfiye yoluna gidilecekse, bu kararı alması gereken ilk yetkili organ, yönetim kurulu idi. Genel kurulu olağanüstü toplantıya çağırmaya vakit bile yoktu. Ayrıca altmış yıllık Moda Deniz Kulübünü kapatma kararının getirdiği manevi yük, taşınamayacak kadar ağırdı. Yönetim kurulu odasını bir sessizlik kapladı; bir süre sonra üyelerden birisi etkileyici bir üslupla “Koşullar ne olursa olsun, yola devam etmeliyiz. Biz tasfiye kurulu değiliz” diye ayağa kalktı. İlginç bir şekilde, bütün yönetim kurulu üyelerinin sanki üzerinden büyük bir yük kalkmış gibiydi. Evet, koşullar ne olursa olsun, yola sonuna kadar devam edilecekti!
Ertesi gün hesaplar yeniden masanın üstüne yatırıldı. Köklü bir borç yapılandırmasına ihtiyaç vardı. En kritik ödemeler öne alınarak bir planlama yapıldı. Fakat üzerinde durulması gereken kritik konu, gelir gider dengesi arasındaki uçurumdu. Kurtuluş yolu kesinlikle toplam gelirlerin artırılmasından geçiyordu. İşletmeci konumunda olan Panorama isimli yemek şirketinin verdiği hizmetlerden dolayı üyeler de artık kulübe gelmez olmuştu.
Yönetim kurulu hemen hemen hergün toplantı halindeydi. Ciddi bir prensip kararı alındı. Ciroyu artırıp mevcut borç oranını, artan hacim içersinde küçültme politikası izlenecekti. Bunun için yatırım yapmak gerekiyordu ve her yatırılan kuruşun da geri dönüşünün çok hızlı olması şarttı. Hemen hizmet akitlerine son verilmiş eski personel ile temasa geçildi. Neredeyse tamamı ikna edilerek davaların geri alınması sağlandı. Hepsine, tazminat haklarının son kuruşuna kadar ödeneceği sözü verildi. Onlar da koşarak yeniden görevlerinin başına döndüler. Moda Deniz Kulübünün personeli her zaman saygılı ve Kulübüne karşı vefakar olmuştur. O günlerin olanaksızlıkları karşısında, çalışanların yaptığı fedakarlıkları, bugün şükranla anmak gerekir.
Diğer taraftan nakit akışını hızlandırmak için üyeler arasında bağış kampanyası başlatıldı. Fakat bu girişimden olumlu bir sonuç maalesef alınamadı. Sadece 33 üye bağışta bulunmuştu. Elde tek silah kalmıştı; bu da girmelik gelirlerini artırmaktı. Girmelik ödentisi 50 milyon liraya düşürülerek geniş bir kampanya başlatıldı.
Nakit akışında sağlanan bu rahatlama ile bir yandan İstanbul Defterdarlığı ve SSK Müdürlüğü ile, diğer taraftan tedarikçi firmalara olan ödemeler bir plana bağlandı. Arkasından yeni yatırımlar tasarlanarak Kulübe üyelerin ilgisini çekebilecek bir çehre kazandırılmasına çalışıldı. Yemek şirketi Panorama ile olan anlaşma, sözleşmede yer alan yüklü tazminat koşuluna rağmen feshedildi. Bugünkü küçük yüzme havuzu bir ay içinde tamamlanarak o yaz hizmete açıldı. Üyelerin Kulübe gelmelerinde de ciddi bir canlanma olmuştu.
Sene sonuna yaklaşıldığında 18.8 milyar TL borç ödemesi yapılmıştı. Toplam gelirler girmeliklerin de etkisi ile bir önceki yıla göre % 300 oranında artarak büyük bir patlama göstermişti. Hiç beklenmedik şekilde Kulüp 1994 yılını, bir önceki yılın 9.7 milyar TL’lik zararına karşılık, 22.5 milyar TL kâr ile kapatıyordu. Kısacası umutların kesildiği bir ortamdan çıkılarak artık tünelin sonundaki ışık fark edilir hale gelmişti.
Ulaşılan bu büyük başarıda her zaman olduğu gibi Kulübün en büyük şansı, yönetim kurulunun çok değerli insanlardan oluşması idi. 1994 yılında da sorumluluğu üstlenen bu üyelerin her biri, kendi iş yaşamlarında büyük başarılara imza atmış kişilerden oluşmuştu. Altını çizmek gerekir ki, bu insanlar Kulüp sorunlarını da, kendi işlerinden ayırmaksızın sorumluluk içinde yönettiler. Onlar için “olmaz” diye bir kavram yoktu. Kulübün ulaştığı her başarıdan da, anlatılması zor bir mutluluk duyuyorlardı.
Fakat ne yazık ki bu sevinçler çok uzun sürmedi. Tam işler iyi gidiyor derken, noterlikten alınan bir ihtarname ile yüzler tekrar asılmak durumunda kaldı. Yıllardır sorun olan Moda Turistik Otel ve Tesisleri Şirketi, bu kez yine kendisini göstermiş ve arazisini otopark yeri olarak kullanan Kulübe, artık benim arazimden hemen çık diyordu. Sırf örnek oluşturması için gelin 23.9.1994 tarihli ihtarnamenin bir kısmını birlikte okuyalım:
“....... Moda Deniz Kulübü, 2000 m2 bir sahayı şirketimize danışmadan ve arada hiç hukuki anlaşma olmadan asfaltlamıştır. Bu bölgeyi de otopark haline getirerek o günden beri kullanmaktadır. Yaptığımız tespitlere göre yaz aylarında 300 araç park etmektedir. Bu yetmezmiş gibi arazinin geri kalan kısımlarına da muhatap adım adım ilerlemektedir. Aldığımız karar uyarınca arazinin tüm sınırlarında, sınır telleri çalışması yapılacak ve arazi girişlerine işgalleri önleyecek nöbetçi kulübesi konulacaktır. Bu sebeple işgal ettiğiniz araziyi derhal boşaltmanızı, arazide kalan araç ve gereçlerinizi almanızı, uğrayacağımız her türlü zarar için tarafınıza rücü edeceğimizi, ecri misil talebimiz olduğunu ve bu konuda dava açacağımızı ihtaren bildiririz. Moda Turistik Otel ve Tesisleri Şirketi”
İhtarname tek kelime ile üzücü ve şaşırtıcı idi. Şirket sahiplerinin neredeyse tamamı Kulüp üyesi olan ve şirket kurucu hissedarının 16 yıl gibi uzun bir zaman Kulüp başkanlığı yaptığı bir kurumdan, Moda Deniz Kulübü bu tür bir yazı almamalıydı. Ayrıca üye araçlarının yıllardır boş duran bir araziye park edememesi, uygulamada da büyük sorunlar yaratacaktı. Diğer taraftan çevre sokaklarında her gün üyelerin park olanakları arayarak sıkıntı çekmeleri, bir süre sonra üyeleri de Kulüpten kopartmış olacaktı.
Şirket yöneticileri ile yapılan temaslar soruna çözüm sağlayamadı. Geriye yapılacak tek iş kalıyordu araziyi Kulübün satın alması. Fakat nasıl? Bir yandan alacaklılarla uğraşırken, ek olarak gelen böyle bir yükün altından kalkmak, gerçekten olanaksızdı.
Başka çıkış yolu olmadığı için ortaklarla satın alma konusunda müzakere kararı alındı. Kurucu hissedarların çoğunun vefatı nedeni ile varisler bulundu. Kulüp neredeyse 40 kişiye yakın ortaklar grubu ile pazarlık masasına oturdu. Pazarlıklar bir yılı aşkın bir süre devam etti. Kulüp yönetimi olarak konuşmaların mümkün olduğunca uzatılması gerekiyordu; zira bu süreç içinde diğer acil ödemelerin tamamlanması, en önemli sorunu oluşturuyordu. Sonunda 12 dönüm dolayında olan arazi için yaklaşık 1.1 milyon dolar satış bedeli üzerinde anlaşıldı. Uzlaşmanın sağlanmasında hissedarlardan başta Ercüment Berker olmak üzere Nezih Onat ve Şirket Müdürü Av. Hüseyin Aldoğan’ın Kulüp lehine gösterdikleri çabaları bugün teşekkürle anıyoruz.
Satış protokolunda ödemeler için altı aylık bir süre belirlenerek tüm sahiplere dövize endeksli senetleri teslim edildi. Arazinin doğrudan Kulübün üzerine geçirilmesi büyük vergi yükü getirdiğinden, şirketin tamamının devir ve satın alınmasına karar verildi. Böylece Moda Turistik Otel ve Tesisleri Ltd. Şirketi, Kulübün doğrudan iştiraki şekline dönüşmüştü. Bugün Moda Deniz Kulübü, Moda Turistik Otel ve Tesisleri Ltd. Şirketinin %99 payına sahiptir. Kalan %1 oranındaki pay ise hukuki zorunluluk nedeni ile şeklen yönetimde bulunan Kulüp başkanının adına kayıtlıdır. Bu payı başkan, yerine seçilecek olan başkana devretmek zorundadır. Evet, bu zorlu mücadeleden sonra, esas sorun üstlenilen borcun ödemesine kalmıştı.
Bugün geriye dönüp baktığımızda, dostça da olsa bazı tenkitlerin yapılması kaçınılmaz oluyor. 17 dönümlük bir arazinin 1953 yılında başlayan rıhtım ve dolgu işlerinden sonra Kulüp (daha önceki bölümlerde de ifade edildiği gibi) bu şirkete 1956 yılında neredeyse 2.2 milyon Liraya yakın bir finansman sağlamıştır. Belki o dönemde sağlanan bu maddi olanak olmasaydı, şirketin bu araziyi doldurması dahi mümkün olamayacaktı. Kulüple şirket arasında yıllarca süren hukuki sorunların ardından, aradan 40 yıl geçtikten sonra, Kulübün bu arazilere tekrar 1.1 milyon dolar ödeyerek büyük güçlüklerle satın almak zorunda kalması, anlaşılır gibi değildir. Ancak vurgulamak gerekir ki, eğer satın alma cesareti gösterilmemiş olsaydı, Moda Deniz Kulübü bugün yaşamını bu binada sürdürmüyor olabilirdi. Neyse ki sonuçta, belki daha başlangıçta kendisinin sahip olması gereken topraklar ve hatta şirket, yıllar sonra Kulübe yeniden geri dönmüş oldu.
26 Mart 1995 tarihinde yapılan mali genel kurul toplantısında başkan Altan Edis, bir önceki yıl karşılaşılan zorlukları ve buna karşın verilen mücadeleyi üyelere bütün açıklığı ile anlatıyordu. Yaptığı konuşmada “Bir önceki yıla göre bilanço aktiflerinin % 500 büyüme göstermiş, elimizdeki hazır değerler % 122 artarak 376 milyar TL’den 834 milyar TL’ye yükselmiştir. Maddi duran varlıklarımız ise % 354 artış ile 4.114 milyar TL’den 18.690 milyar TL’ye ulaşmıştır” diyerek Kulüpteki büyümeyi üyelere aktarıyordu. Ulaşılan sonuç Kulübün kurtulma sürecine girdiğini açıkça göstermekteydi.
Bunun yanı sıra, genel kurulda başkan Altan Edis sözlerine devam ederek “ Kulübümüzü gençlerimize sevdirebilmek ve güçlü bir genç kuşağın yetişmesine katkıda bulunabilmek amacı ile “Genç Üye Adaylığı” adı altında bir hareket başlatmak istiyoruz. Ayrıca dernek tüzüğümüzü yeniden gözden geçirdik. Tüzükte bazı şekilsel ve yapısal değişiklikler önererek düzenlemelerin günün koşullarına uyum sağlamasını amaçlamaktayız. Örneğin otuz yılını doldurmuş üyelerimizden bir “Yüksek Divan Kurulu” oluşturarak, köklü Kulüp geleneklerimizin bozulmadan devamını sağlamayı veya yönetim kurullarının gerekli gördükleri takdirde bu kurula danışarak kendilerini daha rahat hissetmelerini sağlamayı hedefledik” diyerek atılacak kurumsal adımların işaretini vermeye çalışıyordu. Kulübümüzün en üst organları arasında yer alan yüksek divan kurulunun ilk temelleri böylece 1994 yılında atılmaktaydı.
Kulübün neredeyse uçurumun kenarından dönmesine rağmen, her zaman olduğu gibi genel kurulda bulunan bazı üyelerimiz yine de tenkit ve suçlamalarını sürdürdüler. Söz alan bir üye, “ ... Geçen genel kurulda 200 milyon olarak tespit edilen girmelik 50 milyon Lira olarak tahsil edilmiştir. Bu durum hem üyelerin üyeliklerinin geçersizliğini hem de aradaki farkı üyelerin ödemeleri tehlikesini gündeme getirmiştir. Sonuçtan yönetim kurulu sorumludur. Yönetim kurulu genel kurul kararına uymayarak suç işlemiştir....” diyerek, yönetimi ağır bir şekilde suçluyordu. Diğer bir üye ise “... Ayrılan personelin yeniden işe alınmasını...” bir kınama şeklinde dile getiriyordu.
Söz alan başkan Altan Edis ise “... Geçen yönetimden devralınan 18.8 milyar Lira borcun alacaklıları, yönetime gelir gelmez haciz için kapıya dayanmıştır. İşletmenin geleceğini güvenceye almak için böyle bir operasyona girişmek zorunda kalınmıştır. Bu sayede Kulüp bir yıllık süre içinde bütün borçlarını ödemiş, gerekli yatırımları yapmış ve ona rağmen 22.7 milyar Lira net kâr sağlamıştır...” diyerek insiyatif kullandıklarını ve her türlü sorumluluğu göze aldıklarını üyelere net bir şekilde ifade ediyordu. Yönetim kurulu genel kurulda bir muhalif oya karşın, oy çokluğu ile ibra edildi.
1995 yılı da yoğun faaliyetler içinde geçmiştir. Alt restoran yani bugünkü adı ile “The Club” bütünü ile elden geçirilerek Kulübümüze yakışır bir dekorasyona kavuşmuştur. Bu konuda yönetim kurulu üyesi olan Mustafa Toner’in katkıları hiçbir zaman unutulmamalıdır. Onun yiyecek içecek sektörü üzerindeki derin deneyimini mimari yapılanmaya aktarmasındaki başarılarından Kulübümüz önemli ölçüde kazanımlar elde etmiştir. Yarattığı güzel alanlar ile Kulübümüzü üyelere sevdirmiş ve bu yönde ciddi gelirlerin elde edilmesinde derin katkısı olmuştur.
Önceki yönetim zamanında adeta Kulübün simgesi haline gelmiş olan Raft, giderlerinin yoğunlaşması nedeni kullanımdan çıkartılmıştı. Raft’ı yeniden eski haline dönüştürmenin üyeler üzerinde olumlu etki yaratacağını düşünen yönetim, yaz aylarına gelmeden Raft’ı daha geniş bir taban üzerine oturtarak yeniden inşa etti. Böylece Kulübün adeta ayrılmaz bir parçası olan Raft, 1995 yazında yeniden eski dostları ile buluşmuş oldu.
Bunun yanı sıra yaz aylarındaki aktiviteyi artırmak için Deniz Bar ve o zamanki Set Restoran yenilenerek hizmete açıldı. Uzun yıllar el sürülmeyen Kulübün alt yapı tesisleri de bu arada değiştirilmiş ve kullanım amaçlarına uygun hale getirilmiştir.
KONDİSYON MERKEZİ VE “CASİNO” SORUNU
Daha önce de sözünü ettiğimiz ve Kulüp binamızın en alt katında geniş bir alana yerleşmiş olan Kondisyon Merkezi, sahipleri Avusturyalı olan bir şirket tarafından, yap-işlet-devret modeli ile kurulmuştu. Başkan Süha Toner döneminde merkezin inşaatı titizlikle yapılmıştı, küçük fakat sevimli bir kapalı yüzme havuzu, sauna ve kondisyon salonu ile sempatik bir görünümü vardı. Bir süre sonra işletici umduğunu bulamayıp Kulüp tarafından işletilme alternatifi de yönetim tarafından kabul görmeyince, işletme birkaç el dolaştıktan sonra, daha önce de söylediğimiz gibi 1990 yılında Çakıcı ailesinin yönetimine geçmişti.
1995 yılına gelindiğinde Kulüp ve Kondisyon Merkezi ilişkileri sorunlu bir hal aldı. Nedense karşılıklı rahatsızlık yaratan bir etkileşim oluşmuştu. Kulüp yönetimi, 2000 yılına kadar sözleşmesi bulunan Kondisyon Merkezi ile yollarını ayırmaya karar verdi.
Varılan karar kendilerine fevkalade nazik bir şekilde aktarılmasına rağmen, konuşmalar oldukça sıkıntılı bir şekilde sürdürülüyordu. Sözleşmenin erken feshedilmesinden ötürü, Kulüpten çok yüklü tazminat talep edilmekteydi. Neredeyse altı ayı aşkın bir süre sonunda, nihayet kendileri ile tokalaşma aşamasına gelindi.
Fakat asıl güçlük bu noktadan sonra ortaya çıkmıştı. Kulübün yapacağı ödemeler için herhangi bir belge vermek istemiyorlardı. O güne kadar her kuruşunun peşinden koşmuş, her adımını yasal ölçüler içinde atmak zorunda olan Kulüp yönetimi için böyle bir yöntemi uygulamak olanaksızdı. Fakat kendilerini ikna etmek mümkün olmadı. Bu konuda da iki alternatif vardı. Ya Kondisyon Merkezi süresi belli olmayan yıllar için Kulübün içinde faaliyetini devam ettirecek veya ödeme yöntemi konusunda bir çözüm üretilecekti. Akla konuyu noterlik yolu ile belgelendirmek geldi. Kondisyon Merkezinin araç ve gereci noter tarafından tespit edilirken, uzlaşılan bedel de araya sıkıştırılıp belgelendirilecekti. Yöntem tuttu; hiç değilse Kulüp tarafından ödenecek tazminat, bir belge kapsamında belirlenmiş oldu.
Kondisyon Merkezi sorunu çözümlendikten sonra, sıra bugünkü Balo Salonunda faaliyet gösteren “Casino”ya gelmişti. Balo Salonu önceki yönetim tarafından bağımsız bir bölüm olarak alt restorandan ayrılmış, giriş çıkışlar da Kulübün ikinci kapısından yapılıyordu. Malik Yolaç’ın başkanlığı dönemindeki yönetim, inşaatı bu şekilde tamamladıktan sonra, 1993 yılında Casino sahibi ile salonda “atari” oyunlarının oynatılacağına ilişkin bir sözleşme imzalamıştı.
Fakat salonda yapılan faaliyet atari oyunun boyutlarını çok aşmıştı. Yeni yönetim kurulu üyeleri Casino’nun varlığından ciddi boyutta sıkıntı duyuyorlardı. Haklıydılar, zira; Kulübün çatısı altında yasal olmayan bir faaliyeti kimseye anlatmak mümkün olamazdı. Faaliyetin durdurulması veya medyada çıkabilecek buna benzer bir haber, doğrudan Kulüp ile özleştirilecek ve tüm çabalar alt üst olacaktı. Sorun, yönetim kurulunda adeta herkesin kabusu haline dönüşmüştü. Bu nedenle Casino ile de vedalaşma zamanı gelmişti.
Casino sahibine bu karar iletildiğinde, maalesef onlar da Kulübün altından kalkamayacağı bir tazminat talep ettiler. Sözleşmenin beş yıllık yapılmış olması eli kolu bağlıyordu. Fakat bu kez yönetimin elinde bir koz vardı. Yasaları zorlayan faaliyet biçimi ve salonun kullanılış amacı, pazarlıkta baskı unsuru olarak kullanılacaktı. Herhalde yöntem fayda sağlamış olacak ki, Kondisyon Merkezine kıyasla uzlaşma daha makul ölçülerde sağlanmış oldu. Ancak onların da ödemeleri belgelendirme konusunda sıkıntıları vardı. Nitekim sonunda orası için de aynı yöntem uygulanmak zorunda kalındı.
Yönetim kurulunun en büyük sıkıntısı, yapmak zorunda kaldığı bu tarz ödemeleri, üyelerden gelebilecek herhangi bir soru karşısında hesap verebilir şeffaflıkta gösterebilmesi idi. Bu amaçla da her iki kuruma yapılan ödemelerin gelir ve giderleri ayrı bir kayıtta tutuldu. Aslında bu ödemeler tamamlandıktan sonra yapılan işlemler çok rahatlıkla yok edilebilirdi. Fakat bilinçli olarak bu yola gidilmedi.
Ancak, yönetimin gösterdiği bu hesap verebilme titizliği, kendilerine bir gün, ne yazık ki çok ağır bir tokat olarak geri döndü. Aradan iki yıl geçtikten sonra, doğrudan Maliye Bakanlığına yapılan ihbar sonucu, Kulüp bir akşamüstü Mali Polis tarafından baskına uğradı. Bütün belgelere el kondu ve Kulüp hakkında soruşturma başlatıldı. Kuşkusuz hiç saklama gereği duyulmayan Kondisyon Merkezi ve Casino ödemeleri de böylece Mali Polisin incelemesine alındı. Neredeyse haftada iki gün başkan, Mali Polise giderek yaptıkları tasarrufun nedenlerini anlatmaya çalışıyordu. Sonuçta tüm yönetim kurulu üyeleri için toplu vergi kaçakçılığı iddiası ile Kadıköy Savcılığına suç duyurusunda bulunuldu. Bunun yanı sıra, vergi kaybı ve kaçakçılık savı ile neredeyse o günkü para ile toplamı beş yüz bin dolar tutan bir para cezası, Kulüp adına Maliye tarafından tahakkuk ettirilmişti.
Olay her yönü ile çok tatsızdı. Yönetim kurulu üyeleri savcılığa verdikleri ifadelerde tüm samimiyetleri ile ödemeler konusunda karşılaştıkları çaresizlikleri anlatmaya çalıştılar. Savcılık, üyelerin gösterdikleri açıklık ve samimiyet karşısında olayda herhangi bir suç unsuru bulmadı ve herkes hakkında takipsizlik kararı verdi. Maliye yetkilileri verilen takipsizlik kararına karşı itirazda bulundu ise de, Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Savcılığın verdiği kararı onaylayarak, yönetim kurulu üyelerini büyük bir cezai sorumluluktan aklamış oldu. Ancak olayın ikinci ayağı, yani vergi cezası bütün haşmeti ile ortada duruyordu. Bu durumda yönetim kurulu üyeleri, konuyu doğrudan Maliye Bakanının şahsına aktarmanın yarar sağlayabileceği görüşünde birleşti. Bu doğrultuda Kulüp üyelerimizden Hakkı Kurmel’in yardım ve desteği alınarak başkan ile birlikte Sayın Maliye Bakanını ziyaret etmek üzere Ankara’ya gidildi.
O dönem Maliye Bakanı Zekeriya Temizel idi. Başkan, en ince detayına kadar Sayın Bakan’a olayı aktardı; ve görüşmenin sonunda aynen “Moda Deniz Kulübü Atatürk’ün kulübüdür. Onun adının geçtiği bir kurumda, ne kumara, ne de yasa dışı başka bir olaya asla yer yoktur. Bugün Kulüp aynı tehlikelerle karşı karşıya kalsa, ben ve yönetim kurulu üyeleri hiç çekinmeden aynı kararları alır ve uygularız” dedikten sonra, Sayın Bakan üst düzey bir yetkiliyi odaya çağırarak, Moda Deniz Kulübünün dosyasının çok titizlikle incelenmesini emretti. Bu talimattan sonra yetkililer, olayları duyarlılıkla ve Kulübün bu şekilde davranma sebeplerine hak vererek incelediler. Sonuçta, Kulüp aleyhine yine bir vergi cezası tahakkuk etti, fakat çıkan bir af kanunu ile Kulüp, bu cezayı da ödemekten muaf tutuldu.
Sorunun sonuçlanması kuşkusuz birkaç yıl sürdü. Bu arada idari mercilerden alınan bir duyumda, ihbarı Maliye Bakanlığına maalesef Kulüp üyesi olan bir kişinin yaptığı söylendi. Fakat Kulüp yönetimi böyle bir olasılığa inanmadığı için hiçbir zaman ihbarcının ismini öğrenme peşinde olmadı.
17 SAYILI PARSEL
Kulübümüz bugün denize 600 metre cephesi olan, arka sınırı ise Ferit Tek Sokağı’na kadar uzanan falezler ile bağlanan, 17 dönümlük bir alan üzerinde faaliyet göstermektedir. Kendi mülkiyetinde olan bu arazinin değeri, paha biçilmeyecek kadar kıymetlidir.
1953 yılından bugüne kadar arazinin yaşadığı ilginç öyküyü önceki bölümlerimizde kısmen de olsa aktarmaya çalıştık. Kısa adını Turistik İşletmeler olarak nitelediğimiz şirket tarafından doldurulan bu topraklar, tapuya 7 farklı parsele bölünerek kaydedilmiştir.
Daha anlaşılabilir bir resim verebilmek için Kulübün doğuya bakan cephesinden parselleri belirlemeye başlarsak; Ferit Tek Sokağı ile denizi birleştiren yamaçlı arazi üzerinde 11, 5, 6 ve 7 sayılı parseller yer almaktadır. 11 Sayılı parsel bugün araçların kulübe giriş yaptıkları alanı kapsamaktadır. Diğer parseller ise yamaçta yer alan alanları belirlemektedir. Moda’nın eski fotoğraflarına bakıldığında, yamacın bitiminden hemen sonra denizin başladığı görülür. İşte Turistik İşletmeler Şirketi denizi doldurma işlemine başlamadan önce, adı geçen bu parselleri 1952 yılından itibaren satın almaya başlamıştır. O yıllarda şirket tarafından satın alınan parsellerin kapsadığı toplam alan, 3.1 dönümdür.
Arazi konum itibariyle lodosa açık olduğu için dolgu işlemine başlamadan önce, denizde güçlü bir mendirek inşası gerekiyordu. İşin yapımı bir Yogoslav firmaya verildi. Kıyı şeridinden yer yer 60 – 70 metre uzaklıkta yer alan ve yaklaşık 600 metre uzunluğundaki mendirek, 1954 yılında tamamlandı. Arkasından dolgu işlemleri de bitirildi. Böylece, sonuçta toplamı 13.6 dönüme ulaşan bir arazi, Turistik İşletmeler Şirketi tarafından doldurularak kazanılmış oldu.
Tekrar bugün Kulübün mülkiyetinde olan parsellerin yerleşiminin anlatımına dönersek; araç giriş yolunu uzunlamasına oluşturan 11 sayılı parselin önünde 17 ve onu denize doğru takip eden 19 sayılı parseller yer almaktadır. Kulüp binamızın bugün fiilen yaklaşık ¾’ü, 17 sayılı parsel üzerinde bulunmaktadır. Yazlık restoranın bulunduğu açık alan 19, yüzme havuzları ve otoparkın bulunduğu büyük alan ise 18 numaralı parsel üzerinde yer almaktadır.
Daha önceki bölümlerde de işaret ettiğimiz gibi 1953 yılında başlayan dolgu işlemlerinin tamamlanmasından sonra kazanılan arazinin hukuki boyutunun sonuçlandırılması çok uzun yıllar almıştır. Hatta 1982 yılında yapılan genel kurulda geçen konuşmalardan, o yıllarda dahi hukuki sorunun çözülemediğini görüyoruz. Yani arazinin doldurulmasından neredeyse otuz yıl geçmesine rağmen, ne Kulüp binası ile ilgili olarak imzalanan satış vaadi protokolü, ne de arazilerin tapu sorunu bir türlü çözümlenememiştir.
Elimizdeki belgelerden anlayabildiğimiz kadarı ile temel sorun 17 sayılı parseli oluşturan 2.335 metrekarelik bir alandan çıkmaktadır. Bu arazi o yıllarda tapuya Hazine adına tescil ettirilmiştir. Kulüp binası da büyük bir şansızlık sonucu ihtilaflı olan bu bölümde, yani Hazine arazisinin 1.282 m2’lik bölümüne inşa edilmiştir. Burada araştırılması gereken ana konu, toplam arazinin yaklaşık 11.3 dönümlük bölümü Turistik İşletmeler adına kaydettirilirken, hangi sebeple bu arazilerin ortasında yer alan ve üzerinde Kulüp binası bulunan 17 sayılı parsel (2.3 dönüm), Hazine adına kaydettirilmiştir?
Bu sorunun sağlıklı cevabını bulamadık. Hep söylenen, tescil işlemleri yapıldığı sıralarda, Kulüp yönetiminden bir yetkilinin 17 sayılı parseli göstererek, “ilgili alanın deniz tarafından kendiliğinden doldurulduğunu” söylemesidir. İşte bu beyan üzerine 17 sayılı parsel Tapuya Hazine adına tescil edilmiştir. Konuyu çok yakından bilen Ercüment Berker’in 1986 yılında yapılan genel kuruldaki ifadeleri de olayı doğrular niteliktedir. Ercüment Berker o günkü konuşmasında aynen “... Kulüp ile Şirket münasebetlerinin Kulübün zararına bir seyir takip etmemiştir. Vaktiyle doldurulan sahanın Kulüpçe değil, kendiliğinden doldurulduğunun ortaya atılması üzerine, müşkülatın başladığını ve o günün otuz bin Lirası ile halli mümkün olan bir itilafın, bugüne kadar sürüp geldiğini ...” ifade etmiştir.
Olay gerçekten bu kadar basit şekilde mi gerçekleşmiştir? Bilemiyoruz. Eğer bu şekilde olmuşsa Kulüp adına üzülmemek elde değil. Çünkü bu ifadenin verildiği tarihte, 17 sayılı parsel üzerinde yer alan Kulüp inşaatının tamamlanmasından neredeyse 20 yıl geçmişti. Böylesine kritik ve hassas olan bir konuda, bu kadar yüzeysel ve hafif davranılmaması gerekirdi. Zira o günlerde yapılan bu fahiş hatanın sonuçlarını Kulübümüz bugün çektiği gibi daha uzun yıllar da taşımak zorunda kalacaktır.
Gerek Kulübümüzün bugün sahibi olduğu arazilerin ve gerekse Turistik İşletmeler Ltd. Şirketinin 1953 yılında başlattığı dolgu işlemlerinin geçirdiği hukuki aşamaların büyük bir kısmı sis perdesi içinde kalmaktadır. Elde kalan belgelerden bu fevkalade karışık konunun biraz olsun aydınlatılmasında Kulübün geleceği açısından yarar görüyoruz. Bu nedenle anlatımımızda zaman zaman aralara sıkıştırmaya çalıştığımız hukuki aşamaları bir bütün olarak gelecek bölümde biraz daha yakından irdelemeye çalışacağız. İsterseniz şimdi yine 17 sayılı parsele dönelim:
İşte 17 sayılı parsel 1978 yılında Hazine adına Tapuya tescil edilince, bugünkü binamızın hukuki kaderi de tartışılır hale geldi. Yani Kulüp binası açıkça Hazinenin mülkiyetinde olan bir arazi üzerinde yapılmıştı. O yıllarda sorunu çözmek için akla gelen ilk yöntem, 17 sayılı parseli Hazineden kiralamak olmuştu. Oysa o yıllara ait genel kurul tutanaklarından, tescil işleminden sonra Kulübün bu araziyi satın alma şansının çok yüksek olduğunu anlıyoruz. Fakat her zaman olduğu gibi yine parasal sıkıntılar, bu fırsatın da kaçmasına neden olmuştur.
23 Mart 1982 tarihinde yapılan genel kurulda konu tekrar gündeme geldiğinde, Ercüment Berker, “Yönetim Kurulu eski yönetim kurullarından farklı olarak, şirketle tam bir anlayış ve iyi niyet içine girdi. Bu binayı Kulübe mal etmenin kanuni vecibelerini yerine getirmiştir. Tapu ifrazı yapabilmek için Belediyeye soruldu. Hazine arazisi satın alınırsa, bu işin hal olacağı bildirildi. Satın almaya güç olmadığı için kiralandı.” diyerek kaçan fırsatı yeniden dile getiriyordu. Belki o günlerde yönetim kurulları biraz cesaretli davranabilmiş olsalardı, hiç kuşkusuz bu sıkıntı bugünlere taşınmamış olurdu.
17 sayılı parsel kiralanmasına kiralanmıştı, fakat aslında sorun sadece sumen altına itilmişti. Yani sorun gelecek yönetimlerin adeta kucağına teslim edilmişti. Günün birinde konunun yeniden ortaya çıkarak patlak vereceği tartışmasızdı. Nitekim 1995 yılında Hazine, birdenbire kira bedelini önceki yıla göre % 488 artırarak 1.5 milyar TL’ye çıkarttı. O güne kadar fevkalade makul ölçülerde yapılan kira artışlarının aniden yükseltilmesi oldukça manidardı; altında Kulübe verilen ciddi mesajlar vardı.
Hazine ile son kira sözleşmesi 1991 yılında imzalanmıştı. Kiracılık durumumuz ise 1996 eylül ayına kadar devam ediyordu. Sözleşmenin bitimine bir yıl kala bu kadar yüklü artışla karşılaşılması yönetim kurulunda doğal olarak şaşkınlık yaratmıştı. Resmi dairelerle kurulan temaslar hiçbir olumlu sonuç sağlamadı. Kulüp için İdari Yargıya başvurmak ve yürütmenin durdurulmasını istemekten başka yol yoktu.
Kulüp fahiş kira artışına karşı iptal davası açtı. Bunun üzerine Hazine de, Kadıköy Asliye Mahkemesine müracaat ederek kıymet takdiri talebinde bulundu. Defterdarlıkla karşılıklı davalı durumuna gelmek aslında hoş bir görünüm değildi; ancak bir noktadan sonra Kulüp yönünden de karşılıklı dengelerin dava yolu ile korunması kaçınılmaz olmuştu.
İşin belki de en kritik noktası, davaların kaybedilmesi halinde Kulüp, 17 sayılı parsel üzerinde yer alan tesisleri, yani Kulüp binasını, olduğu şekli ile Hazineye iade etmek mecburiyetinde olmasıydı. Çünkü imzalanan kira sözleşmesinin 4. maddesinde, “Arazinin üzerine yapılacak tesisler, kira süresinin sonunda kaldırılarak taşınmaz mal teslim alındığı şekliyle Hazineye teslim edilir. Ya da Hazinece kabul edildiği takdirde tesisler, karşılıksız ve bakımlı şekilde Hazineye terk edilir” şartı yer almaktaydı.
Olay iyice içinden çıkılmaz bir hal almıştı. Bir taraftan Turistik İşletmeler Şirketi, Kulübe topraklarımızı terk edin diyordu; bu baskı yetmezmiş gibi diğer taraftan da Hazine, kira sözleşmesini sonlandırma kararlılığındaydı.
Bu yönü ile 1995 ve 1996 yılları, Kulüp yönetimi için umut ve umutsuzluğun içi içe girdiği bir dönem olmuştur. Yönetim kurulu tam borçları artık temizlemeye başladık derken, bir yerlerden de, mutlaka başka bir köklü sorun uç veriyordu. Hazine ile olan ilişkide, ikna etme olasılığı aşıldığı için sorunun köküne inilmesi gerekiyordu. Nitekim yönetim kurulu, hemen Ankara ile temasa geçme kararı aldı.
Milli Emlak Genel Müdürlüğüne gidildi. Moda Deniz Kulübünün o güne kadarki köklü geçmişi kendilerine aktarıldı. Kulübün bir şahsa değil, tarihe ait bir kurum olduğu vurgulanarak kendilerinden yardım talep edildi. Yetkililer anlayış göstererek olaya olumlu yaklaştı ve yardımcı olunacağı vaadinde bulundu.
Bu gelişmeden sonra İstanbul Defterdarlığının da desteği alınarak işlemler başlatıldı. Kulübün talebi, 17 sayılı parsel üzerinde uzun süreli bir ayni irtifak hakkı alabilmekti. İncelemeler ve işlemler bir yılı aşkın bir süre devam etti. Nihayet Moda Deniz Kulübü, 18.08.1997 tarihinde 17 sayılı parsel üzerinde, inşaat yapabilme iznini de kapsamak üzere, 29 yıllık irtifak hakkı tapusunu aldı. Bu çok zor sorunun çözülmesinde üyelerimizden Osman Birsen’in yardımlarını hiçbir zaman unutmamak gerekir. Akif Hamza Çebi ve Osman Birsen’e Kulübümüz müteşekkirdir.
Görüldüğü gibi 1994 ve 1996 yılları Kulüp yönetimi için çok zorlu geçmiştir. Adeta hergün, tabir caiz ise boğuşulmak zorunda kalınan bir sorun vardı. Fakat yönetim kurulu üyeleri, bu tür umutsuz konuları hiçbir zaman üyelere yansıtmadılar. Her zaman bir çözüm yolunun önlerine çıkacağına inanarak yollarına devam etmeyi sürdürdüler.
BİNA SORUNU VE YAŞANAN HUKUKİ EVRELER
17 sayılı parselin yaşadığı öyküden bu kadar söz etmişken, bugünkü Kulüp binası ve sahibi olduğumuz diğer toprakların ne denli mücadelelerden sonra kazanıldığını da burada özet olarak aktarmakta yarar görüyoruz.
Yukardaki bölümlerde yeri geldiğince hukuki sorunlara değinmeye çalıştık. Ancak eldeki veriler oldukça karışık bir resim vermektedir. Burada yarınlara daha derli toplu bilgi aktarabilmek için Kulüp binası ve arazi sorunlarının yaşadığı hukuki evreleri özet olarak sizlere sunmakta yarar görüyoruz. Daha doğrusu, yılan hikayesine dönen hukuki sorunlar neden çözümlenememiştir? Bir tapu sorunu, neden 30 yıl gibi uzun bir süre Kulübün başını ağrıtmıştır? İşin hukuki gelişmesi ve yaşadığı süreç, özet olarak aşağıdaki gibidir:
Turistik İşletmeler Ltd. Şirketi 1952 yılında kurulduktan sonra Belediyeye müracaat ederek verdiği krokiye dayalı olarak 1953 yılında denizi doldurma izni alıyor. Bir yandan denizin doldurulması işlemleri tamamlanırken, diğer yandan da planlanan Kulüp binası, otel ve marina inşaatına başlayabilmek için İstanbul Belediyesine inşaat ruhsatı için müracaatta bulunuluyor. O dönem henüz İmar Mevzuatı, bugünkü katı kuralları içermediği için biraz uğraşıdan sonra şirket, elde geçerli bir tapu olmamasına rağmen, Haziran 1956 yılında inşaat ruhsatını alabiliyor. Ancak önceki bölümlerde de aktardığımız gibi özellikle 27 Mayıs müdahalesinden sonra doldurulan parsellerin tapuya kayıt işlemi bir türlü yaptırılamıyor.
Bunun üzerine Turistik İşletmeler Şirketi Kadıköy 2. Asliye Hukuk Mahkemesine başvurarak, bugün büyük havuz ve otoparkın bulunduğu 18 sayılı parselin mülkiyetinin adına tescilini talep ediyor. Mahkeme bu istemi haklı görerek, 1.6.1973 gün ve 1973/314 – 1973/343 sayılı kararları ile 18 sayılı parselin şirket adına tapuya tescil ettirilmesi yönünde karar veriyor. Ancak Belediye denizin doldurulması için 1953 yılında verdiği izni 1960 yılından sonra geri aldığını öne sürerek ve aynı zamanda tescile muhalefet ettiğini belirterek, Kadıköy Asliye Mahkemesinin aldığı karara itiraz ediyor. Bunun üzerine Turistik İşletmeler Şirketi, Danıştay ve Yargıtay nezdinde yaptığı girişimlerde, dolgu alanı olan 11.392 m2 lik bölümü, yani 18 sayılı parseli izinle doldurduğunu kabul ettirterek, arazinin kendi adına tescil edilmesini başarabiliyor.
Buna karşın 17 sayılı parseli oluşturan 2.335 m2 alanın ise izinsiz doldurulduğu kabul edilerek Hazine adına tescilin yapılmasına karar veriliyor. Bu nedenle 17 sayılı parsel, 1.282 m2’si üzerinde Kulüp binasının inşaatı dahil olmak üzere, yaklaşık 18 yıl sonra Hazinenin mülkiyetine geçiyor.
Kulüp binasının inşaatı ise, 1960 yılından başlamak üzere 1973 yılına kadar açılmış olan bu davalar, daha sonra Belediyenin Mevzi İmar Planını değiştirmesi ve 18 sayılı parseli yeşil alan ilan etmesi ve son olarak da Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Kurulunun bölgeyi Kentsel Sit Alanı içine alması nedenleri ile durdurulmuştur. Ancak Belediye 1973 tarihinde Mevzi İmar Planını değiştirirken, o zamanki inşaat alanı olan “Moda Deniz Kulübü Tesisleri”ni aynen muhafaza etmiştir. Bunun yanı sıra kıyı hattı, İmar İskan Bakanlığınca Kulüp yararına bazı düzenlemeler getirmiştir. Aynı doğrultuda Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulunun 1.2.1982 gün ve 769 sayılı kararında, Kulüp binasının gabarisi içinde projesine göre tamamlanabileceğine ve 12853 sayılı Kadıköy Kentsel Sit Alanı Genel Kararının buna göre değiştirilmesine karar vermiştir.
Kulüp, bu engellerin kalktığını gördükten sonra, İstanbul Belediyesine müracaat ederek karkas halde duran inşaatın tamamlanması talebinde bulunuyor. Bunun üzerine İstanbul Belediyesi Şube Müdürlüğü, 17.12.1982 gün ve D. 82/11488 sayılı kararı ile Kulübe, yarım kalan Kulüp inşaatının “onarılmasına” izin veriyor.
Ancak alınan bu onarım iznine Kadıköy Belediyesi hemen müdahale ederek inşaatın Kulüp tarafından tamamlanması girişimini durduruyor. Ayrıca mühür fekki nedeni ile yönetim kurulu üyelerine karşı ceza davası açılıyor. Yönetim kurulunun büyük uğraşılardan sonra, neyseki açılan ceza davası beraat ile sonuçlanıyor.
Sorun kısmen çözülmesine rağmen, bu kez Belediye 2805 Sayılı İmar Affı Yasası gereği, 01.01.1983 tarihinden sonra yapılan yerlerin yıkımını talep ediyor. Belediye gerekçe olarak da, binanın 02.06.1981 tarihinden sonra yapılan gecekondu statüsünde olduğunu ve bu nedenle İmar Mevzuatına aykırı bir yapı oluşturduğunu, öne sürerek yıkımda ısrar ediyor. Bunun üzerine Kulüp yönetimi, binanın 1956 yılından önce yapıldığını ve inşaatın ruhsata dayandığını öne sürse de, bu savında Belediye nezdinde başarı elde edemiyor.
Belediyenin binanın tahliye edilmesi ve yıkılması görüşünde direnmesi ve hatta bu konuda Kadıköy 3. Sulh Hukuk Hakimliğinden karar alması (1983/1214 – 1983/1979 sayılı) karşısında, bu kez Kulüp yönetimi, mülkiyet hakkına dayanarak vaki müdahalenin önlenmesi talebi ile Asliye Mahkemesine itiraz ediyor. Ayrıca işlemin iptali için İdare Mahkemesine dava açıyor.
Asliye Mahkemesi önce davayı kabul etmesine rağmen, sonradan 28.12.1983 tarihli duruşmasında yetkisizlik kararı veriyor ve dosyayı İdare Mahkemesindeki dava ile birleştirme kararı alıyor.
Bunun üzerine Kulüp verilen kararı temyiz ederek Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 10.04.1984 gün ve 1984/2615 – 4150 sayılı ilamı ile lehine bozdurmayı başarabiliyor. Yerel mahkemenin de bozma kararına katılmasıyla, dava Kulüp lehine sonuçlanıyor. Bu girişime paralel olarak Kulüp, aynı zamanda İdare Mahkemesi nezdinde de iptal davası açarak yürütmenin durdurulmasını istiyor. Bu istem de 13.01.1984 tarihinde olumlu şekilde sonuçlanıyor ve ayrıca İstanbul 2. İdare Mahkemesi Kulüp binasının İmar Affı Yasası kapsamına girdiğini de kabul ediyor.
İşte buraya kadar verilen bu yoğun hukuk mücadelesinin sonunda, Kadıköy Belediyesi de Kulübün haklılığını ve Kulüp binasının 2981 sayılı İmar Affı Yasası kapsamına girdiğini kabul etmek zorunda kalmıştır. Kulüp böylece 12.06.1985 tarihinde cilt 67, dosya 85-3543, sayfa 15, ruhsat 67 – 15 sayı il Ruhsat ve Yapı Kullanma iznini Kadıköy Belediyesinden almayı başarabiliyor. Bu karar, bugün mevcut binamızda yaşamamızın yasal temelini oluşturduğundan, hepimiz için önemli bir nitelik arz etmektedir.
Ruhsat kararı elde edildikten sonra sıra, Hazineye ait 17 sayılı parselin önünde yer alan ve Turistik İşletmeler Şirketince satış vaadi ile Kulübe satışı yapılan 19 sayılı parsele gelmişti. Arada 17 sayılı parselin olması nedeni ile yola kapalı olan bu bölümün ifrazı, o tarihlerde mümkün olmamıştı. Bu kez yine İmar Affı Yasasının getirdiği olanaklar kullanılarak arazinin ifrazı yapılıyor, takiben Turistik İşletmeler Şirketinden ferağ ve temlik işlemleri de tamamlanarak 28.3.1985 tarihinde bu arazinin de tapusu alınabiliyor.
Kitapta çeşitli vesilelerle sizlere yansıttığımız hukuki sorunların burada kısa bir özetini yapmaya çalıştık. Hepimiz bugün Kulübümüzün sahip olduğu bu benzeri olmayan güzel konuma bakarak gurur duyuyoruz. Ancak bilmemiz gerekir ki, sahip olunan bu kıymetin altında, yöneticilerin verdiği çok köklü mücadeleler yatmaktadır. Bu uğraşılarda emeği geçen herkes içten bir teşekkürü hak etmiştir.
Bu kadar iç karartıcı satırlardan sonra, gelin birlikte biraz da Kulübümüzün öbür yüzünden, yani dıştan görünen neşeli tarafından söz edelim.
GÜNDÜZ MÜCADELE, GECE EĞLENCE
Bu kadar iç karartıcı satırlardan sonra, tekrar Kulübümüzün öteki yüzüne, yani dıştan görünen neşeli tarafına dönecek olursak; aynen eski binada olduğu gibi yeni binamızda da günler hep keyifli geçmiştir. Akşamüstü yaklaştığında verilen bu zorlu kavgalar unutulur, barda yapılan tatlı sohbetlerle Kulübün güzellikleri paylaşılmaya çalışılırdı. Hele yaz aylarının hareketliliği ve güneşin çekilmeye başlaması ile önünüzde ışıldamaya başlayan Moda Koyu’nun eşsiz güzelliği karşısında, sıkıntıdan söz etmek kimsenin aklına bile gelmezdi.
1994 yılında yaşanan yokluk içersinde yatırımlar bütün hızı ile devam ederken, sosyal etkinliklerde de bazı değişiklikler yapılması gerekiyordu. Akla açık hava sineması fikri geldi. Bunun için pek fazla yatırıma da gerek yoktu. Hemen derme çatma seyyar bir film makinesi temin edilerek, “Pazartesi Sineması” başlatıldı. Neredeyse hafızalardan silinmiş bu keyfi, barbekü ve bira ile yeniden yaşatmak, büyük bir sükse yarattı. Pazartesi akşamları Kulübe akın akın gelen üyeler, filmin arada bir kopmasına aldırmadan, çocukları ile birlikte güzel vakit geçiriyorlardı. Bu nostaljik adım, zaman içinde çevredeki diğer kuruluşlar tarafından uygulanmak istendi ise de, hiçbir yerde başarılı olamadı. Kulübün “Pazartesi Sineması” nedense başka bir heyecanla tutmuştu. Bugün aradan on beş yıl geçmesine rağmen, üyelerin yaz akşamlarında hala “Pazartesi Sineması”nda buluşabilmesi, atılan adımın doğruluğunun göstergesi olmuştur.
Yine eski Kulüp akşamlarından kalan bir alışkanlıkla, sezonluk orkestra fikri öne çıkmıştı. Masrafsız olur düşüncesi ile Küba ile temasa geçildi. Oradaki Türk yetkililerinin de yardımı ile “Grups Somos 4” isimli bir toplulukla fevkalade mütevazi koşullarda sezonluk anlaşma yapıldı. Orkestra üyelerine Küçük Moda’da bir daire tutuldu. Yeme içme işi Kulüp tarafından yerinde hallediliyordu. Hatta grubun solisti olan Marta’nın akşamları giyeceği kıyafet bile bazı üyelerimizin giymedikleri, eski fakat şık elbiselerle takviye edilmeye başlanmıştı. Bu giyisiler içinde sahne alan Marta’nın o yıl Kulüpte söylediği “Macerena” isimli parçanın, yıllar sonra tüm dünyaya yayılacağını kimse tahmin edememişti. Bu samimi hava içinde, nerede ise boğaz tokluğuna çalışan bu cana yakın insanlarla, üyeler bir sezon boyu neşeli geceler geçirdiler.
1995 yılında Kulüp altmış yaşına gelmişti. Ağustos ayında bir kutlama yapılarak Kulüpte elli yılını doldurmuş üyelere teşekkür edilmesi, eski günleri yeniden anımsatmıştı. Bu arada emektar Süreyya’nın Ankara’da hizmet veren yardımcılarını da Kulübün o gece davet etmesi ve kendilerine tek tek teşekkür edilmesi, güzel bir vefakarlık örneği oluşturmuştu. Amaç bir yandan yapılan yeni yatırımlarla Kulübün çehresini değiştirirken, diğer yandan da yeniden eski günlerin kültürünü ve heyecanını yakalamaktı. Gençlik gecelerinin tekrarı da, bu anlayışın bir parçasını oluşturmaktaydı. Fakat itiraf etmek gerekir ki, bu konuda verilen tüm çabalara rağmen, nedense dünü yeniden canlandırmak olanaksızdı. Eski Kulüp binasının o kendine özgü yapısı ve o çatı altında yaşanmış olan günler, aylar, yıllar artık geride tatlı birer anı olarak kalmıştı. Acaba yeni binaya hiç taşınılmamış olsaydı, yine bu farklılık yaşanır mıydı? Cevaplamak çok zor. Zaman kavramının yerleşik kültürleri törpülemesi ve onlara başka bir elbise giydirmesi kuşkusuz değişimde büyük bir etken oluyor. Fakat yine de insanları “Ah o eski günler!” demekten alıkoyamıyorsunuz.
O yaz Kulüpte Kübalıların yanı sıra, Kadri Ünalan ile Marie de Rosario ve İhsan Kayral’ın yaptığı güzel müziği dinledik.
Takibeden yıl görkemli bir yaz balosu yapılmaya karar verildi. Açılışa Sezen Cumhur Önal’ın da katkıları ile Los Machucambus orkestrası davet edilmişti. Güzel bir gece yaşanmıştı. Gerçekten Kulübe uzun yıllar pek uğramayan simaların artık gelmeye başlaması, yaz akşamlarını da renklendirir hale getirmişti. Açılış baloları Kulübün hiç vazgeçmeden uyguladığı bir gelenektir. Genellikle haziran ayının ikinci haftasına denk gelen bu kutlamalar, bazen yağmura rastlasa bile heyecanını hiç kaybetmemiştir. Kokteyl ile başlayan bu şık geceler, her yıl değişik bir orkestranın eşliğinde, genellikle günün ilk ışıklarına kadar sürerdi. Üyelerce yaza coşkulu bir şekilde “merhaba” demek, Moda’da bambaşka bir güzelliğe bürünen o güneşli ve mehtaplı günleri çağırmak anlamına gelirdi. Yani o yaz güzel geçecek demekti.
1 Temmuz Kabotaj Bayramları’nı da tekrar Kalamış Koyu’na, Moda’ya taşımak gerekiyordu. Vilayet nezdinde Kulübün girişimi ile başlatılan toplantılara başta Deniz Ticaret Odası olmak üzere birçok sivil toplum örgütü katılmıştı. Bir hafta devam edecek güzel bir program hazırlanmıştı. Kulüp yönetimi, etkinliklerin sadece Kalamış Koyu’nda yapılması konusunda ısrar etmesine rağmen, yetkililer gösterilerin İstanbul’un muhtelif yerlerine dağıtılmasında kararlıydılar. Nitekim gösterilerin bir kısmı Boğaz’da, Maltepe önlerinde ve Adalar’da, diğer kısmı da Kulübün önünde yapıldı. Oysa 1 Temmuz Kabotaj Bayramı kutlaması deyince, akla Moda ve Kalamış Koyu’ndan başka bir yer gelmemeliydi. Çünkü bu güzel şenliklerin doğum yeri burası idi. Bu konudaki Kulübün ısrarcılığı bugün hala devam etmektedir. Bu haklı tezimizi tek anlayan kurum, Kuzey Deniz Saha Komutanlığı olmuştur. Onlarla el ele vererek, Kalamış Koyu’na eski günlerde olduğu gibi büyük askeri gemiler giremese bile, yine de denizcilerimizi Kulübün önünden selamlamak bizlere büyük onur ve heyecan veriyor.
Cumhuriyet Bayramlarını da Kulüpte bir kokteyl eşliğinde üyeler ile birlikte kutlamaya başlamak, yine güzel bir adım olmuştur. Bir konuk konuşmacı davet edilerek gönüllerdeki Cumhuriyet inancını, Onuncu Yıl Marşı ve elde bayraklar ile dalgalandırmak, hepimizi daima duygulandırmıştır. 10 Kasımlar’da da kurucumuz ve önderimiz Büyük Atatürk’ü hep özlemle andık ve hep anıyoruz. 1996 kasımında Cemal Kutay’ın yaptığı o çok anlamlı konuşma hala hafızamızdaki yerini korumaktadır.
Bugün de devam eden bu güzel etkinliklerden sonra, tekrar Kulüp akşamlarına dönecek olursak; Kulübümüz her dönem bir veya birkaç sanatçıyı konuk ederek güzel yaz akşamlarını üyeleri ile birlikte paylaşmasını bilmiştir. Bu sanatçıların arasında; Ajda Pekkan, Nuket Ruacan, Neşet Ruacan, Şevket Uğurluel, Leman Sam, Fatih Erkoç, Leyla Tekül, Sertab Erener, Erol Evgin, Fedon, Ece Berker, Fahir Atakoğlu, Ferhat Göçer, Yaşar, Hayko, Ömür Göksel, Alpay, Cihat Pınar İkilisi, Zeynep Casallini, Larry O’Neill, Kayahan, Levent Yüksel, Atilla Demircioğlu ve isimlerini sığdıramadığımız daha nice büyük sanatçılar her zaman kulübümüzde özel bir yere sahip olmuşlardır.
Özellikle Erol Evgin’in her yıl verdiği konserler Kulübümüzde artık gelenek haline gelmiştir. Kendisinin Moda’lı olması ve Kulüp üyeliği nedeni ile hemen hemen her üye ile sahip olduğu köklü dostluk, Erol Evgin’i adeta Kulübün bir parçası haline getirmiştir. Bu nedenle kendisini adeta evinde hisseden Evgin’in Kulüp konserleri, kolay kolay gönüllerden çıkacak gibi değildir.
Erol Evgin gibi Kulüp üyelerinin sevgisini kazanmış iki sanatçımız daha vardır. Ece Berker ve Atilla Demircioğlu. Her iki sanatçımız da yaklaşık on beş yıldır Kulübümüz ile birliktedir. Belki Kulüp tarihinde hiçbir sanatçı bu kadar uzun ve haklı bir beraberliği yaşamamıştır. Üstün yeteneklerinin yanı sıra, Kulüp için yaptıkları fedakarlıkları da hep hatırlamak gerekecektir.
Bu dönemde başlatılan ve günümüzde bütün etkinliği ile devam ettirilen “Moda Sohbetleri” de oldukça anlamlı izler bırakmıştır. Toplumu-muzda yer etmiş pek çok düşünürün, bizlerle paylaştıkları görüşleri ve sohbetleri, Kulübümüzün adının sosyal yaşamda etkinleşmesinde önemli rol oynamıştır.
BÜYÜME YILLARI
Tekrar arkada kalan konuların anlatımına dönecek olursak: 23 Şubat 1997 cumartesi günü yapılan genel kurul toplantısında başkan Altan Edis, verilen mücadeleyi ve atılan olumlu adımları üyelere aktardıktan sonra, “... Kulübün yan tarafında yer alan arsaların sahibi Moda Turistik Otel ve Tesisleri Ltd. Şirketi hisselerinin tamamının yaklaşık 1.1 Milyon Dolara devralınması için ön anlaşma sağlandığını, genel kurul onay verdiği takdirde şirket aktifindeki arsaların Kulübe mal edilmesi ile büyük gelişme imkanına kavuşulacağını ve önünden yol geçmesi ihtimali gibi riskleri varsa da, Kulübümüze maliyetinin düşüklüğü karşısında bu risklerin göze alınabileceğini, aksi takdirde bu arsaların başkasının eline geçmesi halinde Kulübün ve çevrenin büyük sıkıntılar yaşayabileceğini...” dile getirerek üyeleri ikna etmeye çalışıyordu. Genel kurula katılanların büyük bir kısmı başkanı desteklerken, bazı üyeler Kulübün böyle bir parasal yükün altına girmesinin geleceği ciddi tehlikeye sokacağını, ayrıca adı geçen araziye herhangi bir tesisin yapılmasının mümkün olmadığını, hatta oraya “çivi bile çakılamayacağını” görüşünde idiler. Bu nedenle atılan adımın hemen durdurulmasını ve Kulübün parasının boşa harcanmamasını istiyorlardı.
Uzun tartışmalardan sonra, genel kurul başkanı Ercüment Berker, müzakereleri yeterli bularak oylamaya geçti ve genel kurul, yönetim kurulunun tezini destekleyerek oy birliği ile “ ... Şirket hisselerinin tamamının dilediği bedel ve şartlar ile Kulübümüze mal edilmesi, bunun için yönetim kuruluna tam yetki verilmesine ...” karar verdi.
Genel kurul aldığı bu karar ile bir yandan yönetime sonsuz güven duyduğunu ifade ediyor, fakat diğer taraftan da yönetim kurulunun omuzlarına ciddi bir sorumluluk yüklüyordu. Söylendiği gibi arazi sahil şeridi ve rekreasyon alanı içinde bulunuyordu. Bu olumsuzluklara rağmen, yönetim kurulunun aldığı karar çok riskli, fakat temelde doğru bir yaklaşımdı.
Genel kurulda oy birliği ile alınan bu karar, yönetim kurulunun elini güçlendirmişti. Şirketle yürütülen pazarlıkları, finansman nedeni ile yaklaşık bir buçuk yıldır zorunlu olarak uzatan yönetimin, şimdi kolları sıvayıp işi vakit kaybetmeden bitirmesi gerekiyordu. Kırk kişiye yakın varisler grubu, uzun uğraşılardan sonra bir araya getirilerek devir protokolü imzalandı. Kendilerine altı ay vadeli ve dolara endeksli borç senetleri imzalanarak, teslim edildi. Aradan iki ay geçtikten sonra yönetim, bu kez hissedarlara, dolar bazlı ödemelerin Kulübü hukuken zora sokacağı gerekçesi ile senetleri Türk Lirasına çevirme önerisini getirdi. Kulübün bu talebi de kabul edildikten sonra senetler hemen Türk Lirasına çevrildi. Bu değişim Kulüp yönünden akıllıca olmuştu; zira ardından gelen yüksek devaluasyon Kulübe önemli yarar sağlamış ve mali yükü bir hayli azalmıştı.
Ancak işler sevindirici şekilde gidiyor derken, sıra şirketin Kulübe devredilmesine geldiğinde, çok önemli bir sorunla karşılaşıldı. Turistik İşletmeler Şirketi 30 yıl süreli olarak kurulmuştu. Bu süre de on dört yıl önce dolmuş ve şirket hukuken infisah etmişti. Başka bir deyimle Kulüp, hukuken mevcut olmayan bir şirketin hissedarlarına 1.1 milyon dolar tutarında bir satış bedelini, senetleri tevdi ederek ödemeyi taahhüt etmişti. Şirketin hukuki geçerliliğini kaybetmiş olduğundan, maalesef şirketin ortakları da haberdar değildi. Yönetim kurulu açıkça bir felaket ile karşı karşıya kalmıştı. Hemen, imzalanan protokolü hukuki imkansızlık nedeni ile feshedip verilen senetlere tedbir koydurmaktan başka çare yoktu. Ancak böyle bir adım o güne kadar verilen çabaların yok olması ve tekrar yolun başına dönülmesinden başka bir şey değildi. Açıkçası, tüm hayaller suya düşmüş olacaktı.
Kesinlikle bir çözüm üretilmek zorunluluğu vardı. Her sıkıntılı durumda olduğu gibi yönetim kurulu bir araya gelerek çıkış yolu aranmaya başlandı. Sonunda, yasal olarak ölmüş olan Turistik İşletmeler Şirketi, yeniden canlandırılacaktı. Hukuken bu çok zor, hatta olanaksız görünen adım da başarı ile sonuçlandı. İstanbul Ticaret Odası nezdinde sürdürülen temaslar sonucunda Turistik İşletmeler Şirketi yeniden canlandırıldı ve gerekli genel kurul kararları alınarak yapılan işlemler hukuken geçerli hale getirildi. Bu konuda yönetim kurulu üyelerimizden Ali Özkırış’ın önemli gayretlerini burada memnuniyetle hatırlamak gerekir.
Bu sert dönemeç de geçildikten sonra artık düzlüğe çıkılmış sayılırdı. Altına imza atılan senetlerin ödeme planı yapılarak borçlar aksatılmadan hissedarlara vadelerinde ödendi.
12 dönümlük arazinin satın alınmasına karar verildiği 23 Şubat 1997 tarihli genel kurul toplantısında yönetim, üyelere Kulübün gelecek yıllardaki büyüme hedeflerinden söz etmeye çalışıyordu. Ekibin yönetimi devralmasının üzerinden daha henüz üç yıl geçmişti. Buna rağmen başkan yaptığı konuşmada, “... Artık bugün ileriye bakma zamanı gelmiştir. Başka bir ifade ile önümüzdeki 15-20 yılı şimdiden planlamak zorundayız. Her şeyden önce bugün elde ettiğimiz büyüme dinamiğini asla kaybetmememiz gerekir. İşte bu hedefe ulaşabilmek için önemli iki büyüme olanağını sizlere sunuyoruz: Kuruluşundan bu yana bir yaz kulübü olarak algılanan Kulübümüz, artık kış aylarında da yoğun bir taleple karşılaşmaktadır. Sevindirici olan bu gelişme, elimize geçen yeni kışlık alanların değerlendirmesini gerekli kılmıştır. Raporumuzda sizlere 2000 yılına kadar kullanım olanağı ve mimari yaklaşımları ile Kulübümüzün genişleme planlarını sunuyoruz.
Diğer taraftan, 12 dönüm gibi geniş bir alanı bugün satın almak, belki anlamsız gelebilir. Ancak unutmamak gerekir ki, gelecekteki büyüme hedeflerine ulaşabilmek, bugünden konuları geniş boyutları ile ele almamıza bağlıdır. Gençlerimize deniz sporları olanaklarını sunmak, yatçılık, yelkencilik ve diğer spor dalları için alanlar yaratabilmek, yüzme havuzları inşa etmek pek uzak hedefler olarak görülmemelidir. Aksi takdirde Kulübümüz yer olanaksızlığı nedeni ile denize sırtını çevirmiş olmaktan kurtulamayacaktır.” diyerek hem üyelere heyecan veriyor, hem de koyduğu yüksek hedeflerle yönetime ağır sorumluluklar yüklüyordu.
Üyelere önerilen “Master Plan” kapsamında, Kulübün içinde yapılacak değişiklikler detaylı bir şekilde yer alıyordu. Buna göre ilk adımda Casino’nun boşalttığı Balo Salonu ele alınacak, onu takiben de Kulüp girişi, alt katta çok amaçlı bir hol ve zemin katında ise idari personelin yerleşeceği alanlar, sırası ile yeniden yapılandırılacaktı.
Genel kurulu takip eden altı ay içinde Balo Salonu hızla tamamlandı. 1997 ekim ayında kullanıma açıldı. Çok amaçlı olarak düşünülen salon yaklaşık 350 kişiye hizmet verebilecek kapasitede planlandı ve bugün de yenilenerek aynı amaca hizmet etmektedir.
Yerleşim planının ikinci bölümünü oluşturan Kulüp girişi ve alt hol büyüme yatırımları ise üç ay gibi bir sürede tamamlandı. Uzun zamandır ertelenen Kulübümüzün giriş bölümü yeniden ele alınarak çağdaş bir görünüme kavuşturuldu. Belki de yeni binamızın konumundan ötürü giriş bölümü, ismine yakışır bir görünüme nedense sahip olamamıştır. Eldeki tüm olanaklar kullanılarak binaya giriş-çıkışları kontrol edebilecek bir “Resepsiyon” oluşturuldu. Bunun dışında çirkin bir görünüm arz eden ana binamıza bağlı ek büro ve sera bölümleri yıkılarak yaklaşık 330 m2’lik bu alan, ana bina ile çelik yapılanma şeklinde birleştirildi. Böylece sera tarzında şirin bir “Patisserie-Cafe” bölümü elde edildi. Yine bu bölümde yönetim kurulu çalışma odası ile müdüriyet odası yerleştirildi. Elde edilen bu alanın üst kısmı ise, bugün kullanıldığı şekli ile yaz aylarında küçük çocukların da gelebileceği bir restoran haline dönüştürüldü.
Kulübümüzün hiç kullanılmayan en alt katında ise yaklaşık 400 m2’lik bir alan üzerine, gelecekteki organizasyon genişlemesi de göz önünde tutularak büro bölümleri yapılandırıldı. Böylece Kulübümüzün yönetici kadrolarının da rahat ve çağdaş şekilde çalışabilecek yerleri oldu.
Bu arada önemli bir yatırım da bilgi işlem sistemlerine yapıldı. Hızla büyüyen Kulübün bilgi akışı ve raporlama sistemlerinin de bu büyüklüğü taşıyacak nitelikte olması gerekiyordu. Bu amaçla günlük olarak maliyet kontrollerini, satış hareketlerini, personel ve üye bilgilerini, haftalık gelişmeleri takip edebilmek ve her türlü mali analizi yapabilmek için günümüzde de kullanılan sistemler kuruldu. Böylece gelir ve gider hareketlerini daha yakından yönetebilmek için işletme içinde faaliyet gösteren her ünite, ayrı işletme merkezleri haline dönüştürüldü.
Bir yıl sonra, 28 Şubat 1998 cumartesi günü yapılan genel kurulda seçim maddesi yer alıyordu. Yönetim kurulu dördüncü yılını doldurmuştu. Yönetim kurulu üyeleri üzerlerine düşen görevi fazlası ile yerine getirmekteydiler. Başkan bir önceki yıl atılan adımları detayları ile üyelere aktararak Kulübün ulaştığı mali gücü övünçle vurgulama gayreti içindeydi. Elde edilen başarı da üyeler tarafından genel kurulda mutlulukla ifade ediliyordu. Başkan sözlerine devam ederken; “... Sahil arsamızın yerleşim ve mimari çalışmaları master plan çerçevesinde başlamıştır. Bağımsız bir girişi olacak yüzme havuzumuz, geniş terasları yazlık banketleri karşılayacak şekilde planlanmaktadır. Havuz etrafında kondisyon, sauna, dinlenme salonu ve kapalı havuz olanakları araştırılmaktadır. Havuz tesislerinin hemen yanında ise gençlerimizin deniz sporlarına ilgisini artırabilmek, onları yelken sporuna yönlendirebilmek için bir yat kulübü düşünülmektedir. Planlanan bu güzel ve kapsamlı tesislerin tamamlanması ile Moda Deniz Kulübü, kuruluş amacını bugün yeniden yakalamış olacaktır.” diyerek yönetim kurulunun hayalinde yaşattığı görüşleri genel kurula aktarmaya çalışıyordu. Gerçekten 12 dönümlük arazi üzerinde yer alacak tesisler büyük boyutlu düşünülmek zorundaydı. Belki varılmak istenen hedefler, birçok üyemiz tarafından, o günlerde “hayal” olarak nitelendirilse bile, yönetim kurulu atacağı adımlara içtenlikle inanmıştı.
Genel kurulda seçim maddesine geçildi. Başkanın önerdiği listede yer alan üyeler oy birliği ile yine yönetimde görev aldılar. Yönetim kurulunda Osman Kavrakoğlu’nun vefatı ile Komodorluk görevini 1996 yılında üstlenen Hıfzı Özcan dışında, yine aynı üyeler göreve devam edeceklerdi.
1998 yılının son bahar aylarında rekreasyon alanının zemin etütlerine başlandı. Makineler hazır araziye girmişken, master plan içinde düşünülen iskele inşaatını da bitirmek akılıca olur diye düşünüldü. Aslında deniz üzerinde fore kazık şeklinde inşaat yapılacağı için iskele konusu çok baş ağrıtıcı nitelikte idi. Ankara dahil pek çok resmi daireden izin alınması gerekiyordu. Bu konu da oldukça hızlı bir şekilde çözümlenerek bugün kullanılmakta olan iskelemiz sağlam bir şekilde inşa edildi ve Admiralti Haritalarına işlendi. Böylece 1935 yılında kurulan Moda Deniz Kulübünün, denizle bağlantısı ilk kez ciddi bir iskele ile sağlanmış oldu.
Mutfakların büyütülmesi ve diğer önemli alt yapı yatırımlarının tamamlanması ile master planın ilk iki aşaması tamamlanmıştı. Sıra işin en zor kısmına, yani üçüncü bölümü oluşturan “Rekreasyon Alanı Yatırımına” gelmişti. Aslında 1998 yılının yaz ve sonbahar aylarında zemin etüdü çalışmaları ile birlikte, teorik olarak işin planlama aşamasına geçilmişti bile.
REKREASYON ALANI YATIRIM PROJESİ
Elde edilen ilk sonuçlar ve düşünülen yatırım modeli, kasım 1998’de yapılan yüksek divan kurulu toplantısına getirilmiş ve divan kurulunun görüşü ve desteği alınmıştı. Ayrıca bu toplantıda bir de danışma kurulu oluşturuldu. Danışma kurulu üyelerinin özellikle imar planı uygulamalarını çok iyi bilen kişilerden meydana getirilmesine özen gösterildi. Sonuçta Melih Birsel, Emre Aysu, Zekai Görgülü, Ahmet Vefik Alp, Melih Koray, Tansu Tolan, Levent Ersun ve Kazım İspehani danışma kurulu üyeliklerine seçildiler.
Ercüment Berker’in divan başkanlığında 27 Şubat 1999 tarihinde yapılan genel kurul toplantısında en çok Rekreasyon Alanı Yatırım Projesi üzerine konuşuldu. Başkan Altan Edis, Kulüp üyelerine cesaret vermek için yönetim kurulunun görüşlerini şu cümlelerle açıklamaya çalışıyordu: “... Bundan beş yıl önce karşılaştığı temel sorunları çözüp çözemeyeceği konusunda çok ciddi sıkıntılar yaşayan Kulübümüz, görüldüğü gibi tüm sorunların üstesinden teker teker gelmiş ve artık 2000’li yıllarda böylesine büyük projeleri gerçekleştirmek üzere yola çıkmıştır. Başta sizlerin güveni ve desteği olmak üzere bugün sahip olduğumuz güç, bizleri tüm hedeflerimize en kısa zamanda ulaştıracaktır. Bugün artık Kulübümüz adına büyük düşünmek ve uzun adımlar atmak zorundayız. Geride verdiğimiz mücadeleyi, üstesinden geldiğimiz sorunları düşündüğümüz zaman, bu büyük projeyi de omuz omuza en güzel şekilde gerçekleştireceğimize yürekten inanıyorum...” Konuşma alkışlarla karşılanmasına rağmen, yine de zihinlerde önemli soru işaretleri vardı. Üyelerin bu konuda bazı ikilemler içinde kalmasında haklılık payı da yok sayılmazdı. Bu kadar büyük bir projenin finansman tarafı bir yana, asıl büyük güçlük gelebilecek itirazlarda yatmakta idi.
Ancak belirtilen bütün olumsuzluklar kabul edilmekle birlikte, tek bir doğru vardı; o da her ne pahasına olursa olsun, Kulübün Rekreasyon Alanı Yatırım Projesi başlanmak ve bitirilmek zorunda olması idi. Aksi takdirde bu alanın Belediye tarafından yeşil saha ilan edilme olasılığı çok yüksekti. Çünkü Turistik İşletmeler Şirketi, bu araziyi Kulübün almasından önce yargı yoluna müracaat ederek yeşil alan ilan edilmesini talep etmişti. Her ne kadar satış işlemi gerçekleştirildikten sonra Kulüp olarak bu konunun üzerine gidilmemiş olsa bile, en ufak bir harekette konu yeniden canlanabilirdi. Sözün kısası Kulüp, sahibi olduğu bu arazi üzerinde gerçek anlamda yerleşmek zorunda idi...
İşte bu nedenle yönetim kurulu, 1999 yılının yaz aylarındaki çalışmalarını, yoğun bir şekilde yatırım projesinin son ayağı olan rekreasyon alanına ayırmıştı. Yönetim, 12 dönümlük arazi üzerinde, tesisleşmeye ilişkin yapılabilecek bütün alternatiflerin yer almasını istiyordu. Yani projenin olası maksimum büyüklüğünü görmek arzusundaydı. Daha sonraki aşamalarda ise yapımı zor olan kısımlar tek tek projeden çıkartılabilirdi.
Yönetim kurulu, AVEA Mimarlık Şirketi ile anlaşarak düşündüğü yerleşim ve kullanım modelini kendilerine aktardı. Mimarlık şirketinin hazırladığı ön proje ve yerleşim maketi yönetim kurulunda uzun uzadıya tartışıldıktan sonra, çizimler nihayet danışma kurulunun görüşüne sunuldu. İmar Mevzuatını çok yakından bilen, hatta bu konuda uygulamanın içinde yer alan danışma kurulu üyeleri, önerilen projeyi gördükten sonra haklı olarak “Bu yaklaşımın gerçekleşmesi sıkıntılı olacaktır” dediler. Gerçi, yönetim kurulu da çıkmazları en ince ayrıntısına kadar biliyordu. Fakat işe bir yerlerden başlamak gerekiyordu.
Danışma kurulunun uyarıları doğrultusunda projenin üzerine bazı köklü düzeltmeler yapıldı. Üst yapılanma şeklinde algılanacak bazı oluşumlardan feragat edildi. Proje yeniden danışma kurulunun görüşüne sunuldu. İmar Mevzuatı ile kendilerini sıkı sıkıya bağlı hisseden bazı üyeleri ikna etmek oldukça zor olmuştu. Hemen hepsi arazi üzerinde mutlak surette bir şeyler yapılması görüşünde olmalarına rağmen, kural olarak inşa edilecek yapıların çok sınırlı kalmasını arzu ediyorlardı.
Kurul üyelerine rağmen projenin onaylanması konusunda ısrarcı olmak, belli ki onlara karşı haksızlık olacaktı. Durum yeniden yönetim kurulunda tartışıldı. Yine bazı değişikliklere gidilerek, özellikle üst yapılanmalardan vazgeçerek projeyi Kulüp üyelerinin onayına sunmaktan başka çare kalmamıştı. Bu nedenle yönetim kurulunda, olağanüstü genel kurula gitme kararı alındı. Fakat bundan önce projeyi görsel olarak yansıtacak bir kitapçık hazırlanacak ve bu kitapçıkta, inşaatın fizibilitesi alternatifli tarzda Kulüp üyelerinin görüşüne sunulacaktı. Bu konuda olabildiği ölçüde şeffaflık gerekliydi.
Hemen “Rekreasyon Alanı Yatırım Planı 2000” başlıklı bir kitapçık hazırlandı. Düşünülen tüm yapılanma en geniş boyutları ve resimleri ile birlikte kitapçığa aktarıldı. Üyelere sunulan ön sözde de “Çalışmalarımızda arazimizin içinde bulunduğu konum ve olanaklar en uç noktalara kadar zorlanarak elde edilebilecek kalıcı ve gereksinimlerimize en uygun çözümler ön planda tutulmuştur. Ancak gerek mali, gerekse yasal olanakların sınırları yönünden yapılanmada daha az ile yetinmek zorunda kalındığı takdirde, proje her an küçültülebilir, yapım daha uzun vadeye yayılabilir veya bir süre için ertelenebilir.” denilerek Kulüp üyelerine daha esnek bir politika izlenme yoluna gidildi.
Projede bugün kullandığımız yapılanmadan farklı olarak, havuzun güney batı kısmının alt bölümüne yerleştirilen ve yatçılık için kullanılması düşünülen bir mekan ayrılmıştı. Bu konuda Türkiye Açık Deniz Yarış Kulübü (TAYK) ile bir prensip anlaşmasına varılarak onların yönetiminin de bu bölümde sürekli çalışması uygun görülmüştü. Böylece TAYK’ın yatçılık ve denizcilik deneyiminden yararlanılarak Kulübün tekrar eski günlerine dönmesi hedeflenmişti.
Yine bugünkü konumdan farklı olarak bir kapalı otopark projede yer almaktaydı. Havuz seviyesinden kazanılacak kot farkı ile 450 araç kapasiteli iki katlı kapalı otopark, aynı zamanda Moda sakinlerine de kiralanacak, böylece Kulübe önemli bir gelir sağlanacaktı. Ayrıca bu yaklaşım ile projeye hem çevreden hem de Büyük Şehir Belediyesinden destek sağlanmış olacaktı. Otoparkın üst kısmı da spor alanlarına tahsis edilmişti. Bunun yanı sıra arazideki yamaçların burun kısmında da şık bir “Cafe” yer almaktaydı.
Kitapçıkta üyelere üç seçenekli bir yatırım planı önerildi. Birinci öneride inşaatın kısa sürede ve en geniş yerleşim olanakları ile tamamlanması varsayımı vardı. Burada finansman, ağırlıklı olarak üyelerimizin parasal katılımına ve tesislerden indirimli yararlanma olanağına dayandırılmıştı. Buna karşın, ek üye alarak fon temin etme yoluna gidilmemişti. İnşaat önce havuz bölümünün tamamlanması, daha sonra da otoparkın bitirilmesi şeklinde düşünülmüştü. Sunulan ilk alternatifte toplam yatırım 7.7 milyon dolar seviyesinde gerçekleşmekte ve finansmanı ise üyelerden beş eşit taksitte alınacak 1.250 dolar katılım payları ile sağlanmakta idi.
İkinci öneride aynı mimari program ve yapılanma içinde kalınarak inşaat yine iki aşamada planlanmış, ancak yapım süresi dört yıla kaydırılmıştı. Bu alternatifte üyelerimizin parasal katılımı en az ölçüye indirilerek yılda yaklaşık yüz yeni üye alınması ve işletme gelirlerinden ek parasal kaynak sağlanması düşünülmüştü.
Üçüncü öneride ise üyelerimizden alınacak katılım payı 250 dolar ile sınırlı tutulmuş, buna karşın yeni üye girişi belirli ölçüde azaltılarak yatırım ilk etapta yüzme havuzu, banket alanları ve fitness center inşaatı ile sınırlandırılmıştı. Bu bölümler tamamlandıktan sonra yatırımın genişletilmesi gelecek dönemlere ertelenmiş oluyordu. Bu alternatifte ise toplam yatırım maliyeti ise 2.8 milyon dolara düşmekteydi.
Kitapçıkta her önerinin yatırım dönemi finansmanı, inşaat maliyeti, yatırım dönemi nakit akışı ve fizibiliteyi ilgilendiren diğer varsayımlar en ince ayrıntılarına kadar üyelere sunulmuştu.
Çalışmalar tamamlandıktan sonra hazırlanan kitapçık üyelere gönderildi. Ayrıca 18 Aralık 1999 tarihinde üyeler sadece yatırım konusunu karara bağlamak üzere olağanüstü genel kurul toplantısına davet edildi. Yönetim kurulunun beklentisi, sunumun üyeler tarafından beğenileceği ve ayrıca yatırım projesinin üyeler tarafından büyük ölçekte destekleneceği yolunda idi.
BEKLENMEYEN TEPKİ
Toplantı genelde olduğu gibi Ercüment Berker’in divan başkanlığında açıldı. Yönetim kurulu ilk iki alternatifi üyelere kabul ettirmenin zorluğunu tahmin ettiği için üçüncü alternatifi, öneri olarak getirmeyi planlamıştı. Başkan Altan Edis hazırlanan projeyi ve yerleşim görünümlerini detayları ile görsel olarak üyelere aktardı. Daha da önemlisi, Kulübün büyüme gereksinimini vurgulayıp; beklenmemesi gerektiğini, bu yatırımlarım Kulübü farklı boyutlara taşıyacağını ifade ederek, üyeleri ikna etmeye gayret gösteriyordu. Daha sonra müzakerelere geçildi.
Toplantının havası nedense biraz gergindi. Ülkenin o günlerde ekonomik krizin içinde olması ve özellikle 17 Ağustos depreminin izlerinin bütün derinliği ile hissedilmesi, projenin şansını zorlaştıracak gibi gözüküyordu.
Önce, bir başka yelken kulübünün başkanlığını yapmakta olan bir üyemiz, Açık Deniz Yelken Kulübü (TAYK) ile varılan prensip anlaşmasına karşı çıkıp, TAYK’ın yatçılık faaliyetini olumsuz şekilde tanımlayarak, birlikteliğin Kulübe faydadan çok zarar getireceğini ifade ediyordu. Oysa Kulüp kaybolan denizcilik faaliyetlerini yaşatabilmek için daha 1982 yılında TAYK’a Eski Kulüp Binamızda yer tahsis etme kararı almıştı. Müzakerelerin daha başında oluşan olumsuz yaklaşım, projeye karşı çıkacak olan üyeleri de cesaretlendirmiş oldu.
Arkasından kürsüye gelen bir üye ise böylesine büyük yatırımlara hiç gerek olmadığını, Kulübün önce oyun salonuna el atması gerektiğini, masaları değiştirerek havalandırma sisteminin onarılması gerektiğinden söz ediyordu. Aslında olağanüstü genel kurul tek madde ile toplanmış ve sadece yatırım projesinin konuşulması gerekmekteydi. Fakat başlangıçtaki olumsuz yaklaşımlar tüm üyeleri etkilediği için eksiklikleri dile getiren her üye, nedense büyük alkış topluyordu. Bu konuşmayı yapan üye daha önce diğer üyelere imzalatılmış olan ve “Projeye Hayır” çağırısını içeren bir önergeyi de divan kuruluna verince, işin sonu neredeyse belli olmuştu. Aynı doğrultuda konuşan başka bir üye ise “... Projenin zamanlaması tamamen yanlıştır. Ekonomik kriz karşısında tasarruf etmek gerekir. Başbakan TV’lerde yaptığı konuşma ile halkın kemer sıkma mecburiyetinden söz etti. Kulüp olarak bizim de buna uymamız gerekir. Kaldı ki deprem tehlikesi henüz geçmemiştir. Ayrıca uzmanlar Marmara Denizi’nde tsunami olacağını söylüyorlar. Dalgalar 15 metreye kadar yükseldiği zaman ne havuz kalır ne de tesisler. Bu nedenle yönetimin önerdiği proje reddedilmelidir...” diyerek açıkça olumsuzluğun altını çiziyordu.
Aynı negatifliği devam ettiren önceki konuşmacı,”... Ben Kadiköy Belediyesi İmar İşlerinde mühendis olarak görev yapıyorum. Her ne kadar Moda Burnu kayalık bir zemin ise de, projenin uygulanacağı yer dolgu alanıdır. Dün Belediyede İmar Bakanlığının bir tamimi gözüme ilişti. Bu tür alanlara yapılanmalarda ciddi yasaklar getirilmiştir. Toplantıya yanımda harita ile geldim. Moda, fay üzerinde çatlamaya elverişli bir arazidir. Ben Kulübe gelirken bile çok korkuyorum. Tsunami tehlikesi kıyı şeridini etkileyecektir. Yapılacak işlerin yasal dayanağı biraz tartışmalıdır. Bütün bu gerçekler karşısında bugün biz burada neyi konuşuyoruz? Projenin kabul edilmemesini öneriyorum...” diyerek sözlerini bitirdi.
O günkü havayı biraz daha yakından aktarabilmek için belki birkaç konuşmayı daha hatırlamakta yarar var. Örneğin daha sonra söz alan başka bir üye, “... Yönetim 96 yılında genel kurulda da alınmış olan kararın gereğini doğal olarak yerine getirmiştir. Ancak bugün ekonomik koşullar belirsizlik içindedir. Borçlanma çok tehlikeli sonuçlar getirebilir. Aynı zamanda deprem de büyük tehlikedir. Bugün Kulübün verdiği hizmetler zaten pahalıdır. Bu yatırımlardan sonra fiyatlar daha da yükselecektir. Burada projeye evet deyip, üyelere belirli bir ödeme yükümlülüğünü getirirsek, toplantıya katılmamış olan üyeleri hukuken nasıl mecbur tutacağız? Bu nedenle yaklaşımım olumsuzdur...” şeklinde konuştu. Onu takiben diğer bir üye ise “...Bu proje ancak petrol zengini Arap ülkelerinde yani Dubai’de uygulanabilir. Yaklaşımı etik bulmuyorum. Aynı zamanda üyelerden katkı alınmasını da doğru bulmuyorum...” diyerek olumsuz havayı sürdürdü.
Toplantıda tek tük de olsa, sunulan projeyi destekleyen üyeler de kürsüye geliyordu. Örneğin Selçuk Ergin “... Biz ilerici bir kulübüz. Bu proje Kulübe güzel bir vizyon kazandırıyor. Bir an için bu yatırımların yapılamadığını düşünelim. O zaman Kulübün sonu nereye varır; onu da düşünmek lazım. Kulüp olarak elde ettiğimiz bu güzel atılım hamlesini devam ettirmemiz lazım. Kulübe yeni üyeler alınmasından hiç korkmuyorum. Çevremizde meslek sahibi pırıl pırıl gençler var. Onların Kulübe kazandırılması bence bir kazançtır. Atılıma devam etmeliyiz. Deprem tehlikesi varsa, önlemi de var. Bu proje Kulüp için gelecektir; vazgeçmemeliyiz...” dedi. Aynı şekilde Nejat Kiper de, “... Kulüp olarak bizim büyümemiz gerekir. Büyüme Kulüp yönetiminde aynı zamanda profesyonelleşmeyi de getirir. Depremle yaşamayı öğrenmek zorundayız. Yoksa hiçbir şey yapmamamız gerekir. Kesinlikle büyük adımlar atmamız gerektiği inancındayım. Yoksa ufalıp yok olabiliriz...” diyerek havayı biraz olsun yumuşatmaya çalıştılar.
Kadıköy Belediyesinde uzun yıllar imar işlerinden sorumlu Levent Ersun da projenin lehinde konuşarak,”... Önceki genel kurulda arazinin hangi amaçla satın alındığı bütün açıklığı ile bizlere anlatıldı. Bu değerli topraklar kesinlikle boş bırakılamaz. Söz alan arkadaşlar yapılacak işlerin yasal zorluklar içerdiğini vurguladılar. Bazı konular yasaları zorlar fakat her yönü ile meşrudur. Bu kulüpler kimsenin özel malı değildir. Burada özel bir çıkar söz konusu değildir. Yapılanlardan üyeler ve onların çocukları yararlanacaktır. Yönetim kuruluna engel olmayalım, bizim görevimiz onları cesaretlendirmektir. Büyük Şehir Belediyesi de bu güzel tesislere hoşgörü ile bakacaktır...” diyerek yönetim kuruluna biraz moral vermeye çalıştı.
Proje Danışma Kurulunda yer alan Zekai Görgülü de yönetimi destekleyici bir konuşma yaparak, “... Konuşulan konular benim uzmanlık alanıma girer. Aynı zamanda hem üniversitede öğretim üyesiyim, hem de danışma kurulunda görev yapıyorum. Teknik konularda öne sürülen olumsuzlukları hayretle izledim. Biz hocaların bile fikir birliğine varamadığı konularda bu kadar kesin hükümler vermek doğrusunu isterseniz çok şaşırtıcı. Deprem gerçeğine karşın binanın teknik yönden nasıl yapıldığı önemlidir. Deprem olacak diye bir proje red edilemez...” diyordu.
Olağanüstü genel kurul, projeyi destekleyen bu birkaç görüş haricinde, itiraf etmek gerekir ki negatif hava içinde devam etti. Ercüment Berker son olarak başkan Altan Edis’e söz vererek, yönetimin görüşünü öğrenmek istedi. Başkan biraz kırgın fakat sakin bir şekilde özetle “... Kulübü bugünkü çizgisine getirebilmek için yönetim kurulu olarak büyük çaba sarf ettik. Çok önemli sorunlarla mücadele edildi. Her fırsatta bu kürsüden misyonumuzu ve ulaşmamız gereken hedefleri sizlere aktarmaya çalıştım. Kulüp henüz hedeflediği büyümeye ulaşmamıştır. Bu hareketin yarım kalması, bazı üyelerimizin söylediği gibi bizi geriye, hatta tekrar başladığımız noktaya çeker. Buna fırsat vermemeliyiz. Bu araziyi açık otopark yapmak için satın almadık.. Önerdiğimiz ve altına imza attığımız proje ile birlikte üstlendiğimiz sorunların, inanın sizlerden daha fazla bilinci içindeyiz. Karşımıza çıkacak bazı yasal güçlükleri bütün boyutları ile biliyoruz. Hatta zaman zaman bu kadar risk almak doğru mu diye, kendimizi de sorguluyoruz. Dile getirilen olumsuzluklar ve tenkitler doğrultusunda önerimizi hiç çekinmeden reddedebilirsiniz. Yönetim kurulu olarak bu tercihinize üzülmekle beraber, saygı duyarız. Hatta değerli kararlarınızı gerçekleştirmek üzere şubat ayında yapılacak seçimlerde bizden sonra göreve gelecek yeni arkadaşlarımıza, elimizden gelen her türlü desteği vereceğimize de inanmamızı istiyorum...“ diyerek biraz olsun yönetim kurulunun kararlılığını ve proje kabul edilmez ise görevi yönetim kurulu olarak bırakabileceklerini ihsas ettirmek istemişti.
Bu gergin hava içinde divan başkanı Ercüment Berker, yapılan müzakereleri yeterli görerek kendisine ulaşan birkaç önergeyi oylamaya sundu. İlk yapılan açık oylama, “Projenin, Kulübümüzün gelecekteki yerleşim planı olarak uygun görülüp, görülmemesine” ilişkindi. Yapılan sayımda proje, 51 olumlu oya karşın 56 olumsuz oy ile reddedilmiş oldu. Bu durumda diğer önergelerin oylanmasına zaten gerek kalmamıştı.
GÖREVİ BIRAKMA KARARI
Olağanüstü genel kurulda alınan bu karar, tüm yönetim kurulu üyelerini oldukça sarsmıştı. O güne kadar duyulan heyecan ve coşku, yerini bedbinliğe bırakmıştı. Hemen ardından yapılan yönetim kurulu toplantısında önce işin neresinde yanlış yapıldığı konusu uzun boylu tartışıldı. Kuşkusuz 17 Ağustos depreminin ve o günlerin getirdiği ekonomik sıkıntıların karara olan etkileri sayılmayacak kadar çoktu. Fakat yine de bunlar projenin kökten kabul edilmemesi için yeterli bir neden olamazdı. Sonuçta olayı koparan nedenler arasına üyelerden talep edilen parasal katkı payının yani 250 doların da önemli bir etken olduğu konusunda fikir birliğine varıldı.
Fakat neresinden bakılırsa bakılsın, projenin reddi, yönetime karşı gösterilen bir güvensizlik unsuru olarak yorumlanmalıydı. Başkan ve yönetim kurulu üyeleri de kararı bu şekilde algılayarak, şubat 2000 tarihinde yapılacak seçimlere girmeme kararı aldılar. Zaten olağanüstü genel kurulda başkan bu olasılığı üyelere duyurmuştu. Seçime iki ay gibi bir zaman kaldığı için hemen istifa etmek Kulübe zorluklar getireceğinden, en iyi çözüm, şimdiden sözlü olarak bunu üyelere duyurmaktı.
Görevi bırakma kararı, çok geçmeden üyelerin kulağına hızla ulaştı. Bu konuda başkan ve yönetim kurulu üyeleri kesin kararlıydılar. Gerçekten beş yıl boyunca gece gündüz demeden fedakarca bir mücadele verilmişti. Neredeyse yok olma durumunda olan bir kurum, sanki sihirli bir değnek dokunmuşçasına, yeniden doğrularak koşmaya başlamıştı. Bütün borçlar ödendikten sonra, beş yılın sonunda 2.6 milyon dolar yatırım yapılmıştı. Yönetimin göreve geldiği 1994 yılına kadar altmış yıllık bir süreçte sadece 600 bin dolarlık bir bilanço aktifi yaratan Kulüp, son beş yılda toplam aktiflerini neredeyse dört kat artırarak 2 milyon dolara çıkartmıştı. Bunun yanı sıra büyük bir gelir trendi yakalanmış, kısacası her şey yoluna girmişti.
Yönetim kurulunun en önemli çekincesi, arazinin şirket tarafından açılan dava nedeni ile yeşil alan olarak ilan edilmesi idi. Yoksa projeyi birkaç yıl daha ertelemek her zaman mümkün olabilirdi. Diğer taraftan İSKİ tarafından Mühürdar’da yapılmakta olan Arıtma Tesisi, Kulübün yapacağı inşaata önemli boyutta kolaylık sağlayacaktı. Hafriyattan çıkartılacak tonlarca toprak ve molozun atılması, aynı şekilde inşaata getirilecek malzemenin Moda Caddesi’nden sağlanması olanaksızdı. Hele Mühürdar’da İSKİ’nin yanında kurulan çimento istasyonundan sağlanacak olan çimento, maliyetleri çok düşürecekti. Bu nedenle her ne olursa olsun, proje inşaatına hemen başlamak sanki tanrının emri gibiydi. Bu olanaklar kaçırıldığı takdirde, fiziksel olarak bu hacimde bir işi ilerdeki yıllarda sürdürmek kesinlikle olası değildi. İşte bu gerekçeler alt alta dizildiğinde yönetim kurulu, görevi bırakma konusunda yerinde bir karar vermişti.
Fakat gelinen nokta üyeleri de oldukça üzmüştü. Kimse yönetimin görevden ayrılmasını arzu etmiyordu. Hemen Kulüp üyeleri kendi aralarında bir imza kampanyası başlattılar. Yönetimi öven ve görevden ayrılmamasını isteyen bir yazının altına imza atanların sayısı, kısa süre içinde beş yüz kişiyi bulmuştu.
Bir gurup üye de yönetim kurulu ile toplantı yaparak, projenin gerçekleşme alternatifleri üzerinde konuşmak istiyordu. Nitekim bir araya gelinerek, projenin 3. alternatifinde öngörülen, üyelerden alınması istenen 250 dolarlık katkı payının kaldırılması talep edildi. Yönetim kurulu yeniden bir çalışma yaparak inşaata başlanacak olan 2001 yılında, aidat en az iki yıl için 200 milyon TL’ye çıkarılırsa, bu işin altından kalkılabileceği mesajı verildi. Varılan mutabakata göre de, bu yükseltmeyi yönetim talep etmeden, bir gurup üye, önerge tarzında genel kurulda gündeme getireceklerdi.
26 Şubat 2000 cumartesi günü yapılan olağan genel kurulda divan kurulu başkanlığına Orhan Ergüder ve yardımcılığına da Teoman Akünal seçildi. Başkanlığa Rekreasyon Alanı Yatırım Projesinin, Kulübümüzün gelecekteki yerleşim planı olarak kabul edilmesini isteyen, 59 imzalı bir önerge yeniden verildi. Toplantıda önergenin gündeme alınması oy çokluğu ile kabul edildi.
Başkan Altan Edis yaptığı sunum konuşmasının sonunda, yönetim kurulunun kararlılığını göstermek için “... Her fırsatta belirttiğim gibi başkan olarak sizlerden aldığım yetkiyi bugüne kadar hep Moda Deniz Kulübünün genel menfaatleri doğrultusunda kullanmaya özen gösterdim. Ayrıca “Başkanlık” unvanını da bana getirdiği manevi değerlerin ötesinde daima bir görev olarak gördüm. Bugün altı yıllık bir hizmet süresinden sonra bu görevimin başka bir üyemize devrini gerekli görüyorum. Her şeyden önce başkanlık sistemi ile yönetilen kurumlarda, yönetim süresinin belirli bir zaman ile sınırlı olması gerekliliğine inanıyorum. Böyle bir nöbet değişikliği ile Kulübümüz dinamizm kazanacaktır... “ diyerek yönetimden ayrılma kararlılığını yeniden vurguladı.
Genel kurulda genel gündem maddeleri konuşulduktan sonra, konu önergeye yani rekreasyon projesine geldi. Bu kez hava oldukça değişikti. Buna rağmen önceki genel kurulda projeye karşı olumsuz görüşler öne süren bir üye yine eski görüşlerini tekrar ederek, “... Olağanüstü genel kurulda reddedilen bir konunun yeniden görüşülmesi yanlıştır...” dedi.
Fakat ondan sonra söz alan Haldun Oksar, Eser Arkun, Nihat Boytüzün, Nejat Kiper, Ayhan Demircan, Ali Rıza Dizdar, Yusuf Ekberzade, Melih Koray, Selahattin Altaş, Turgut Övünç ve Hasan Özkan, Kulübün genişleme gereksinimi öne çıkararak güzel sözlerle projenin desteklenmesini ve master plan olarak kabul edilmesini istediler. Yapılan oylama sonunda büyük bir ekseriyetle Rekreasyon Alanı Yatırım Projesi Kulübün genişleme planı olarak kabul edildi.
İNŞAAT BAŞLIYOR
Genel kurulda alınan bu yapıcı ve cesur karardan sonra, sorumluluk bütünüyle yönetim kurulunun omuzlarına yüklenmişti. Gerçekten nerede biteceği belli olmayan bir işin içine girilmişti. Başarılı olunmadığı takdirde, bu maceranın faturası Kulübe çok ağıra patlayabilirdi. Çevreden oluşabilecek baskı ve yakınmaların yaratacağı tehlike, işi kolayca resmi kurumların ve medyanın müdahalesine götürebilirdi. Yönetim kurulu bu nedenle atacağı her adımda “şeffaf olma” kararı aldı. Çevre ve resmi kurumlarla her türlü bilgiyi açıkça paylaşmakta sayısız yarar vardı.
Mayıs 2000 tarihinde komodorumuz Faruk Ilgaz ve başkan Altan Edis önce Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna’yı ziyaret ettiler. Makamında bütün projeler arazimizin tapu bilgileri ile birlikte kendisine aktarıldı. Özellikle yapılacak tesislerin kamu yararı ve çevreye katacağı güzellik öne sürülerek, inşaatın kişisel bir zenginliğe yol açmayacağı vurgulanmaya çalışıldı. Başkan projeleri beğendi ve bilgilendirilmeleri amacıyla Büyükşehir Belediyesindeki inşaatla ilgili alt dairelerin de bunları görmesini istedi.
İnşaat süresince Ali Müfit Gürtuna’yi ziyaret, ilki ile sınırlı kalmadı. Tıkanılan her aşamada, komodor Faruk Ilgaz ve başkan sorunları kendisine aktardılar ve talep edilen destek de Büyükşehir Belediye Başkanı tarafından Kulübe verilmeye çalışıldı.
Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk ise yapılacak işleri ve Kulüp tarafından güdülen amacı çok yakından takip ettiği için onun soruna yaklaşımı daha içten idi. Bugün büyük bir gururla ifade etmek gerekir ki, Moda Deniz Kulübü, başta Kadıköy Belediyesi olmak üzere resmi kuruluşlardan daima destek görmüştür. Bu inanca bağlı olarak da Kulüp yönetimi, sevaplarını ve günahlarını kendilerine bütün açıklığı ile anlatmaktan hiçbir zaman çekinmemiştir. Zaten yönetim kurulunda, bu inanç olmasaydı, bu tür bir çılgınlığa asla adım atılmazdı.
17 Şubat 2001 tarihinde yapılan genel kurul toplantısında, bir kısım üyelerle birlikte daha önce de planlandığı şekilde, yıllık üye aidatının yönetim tarafından önerilecek miktarın üzerine çıkartılması gerekiyordu. Bu konu projenin finansmanı için olmazsa olmaz nitelikte bir koşuldu. Yönetim kurulu 2001 yılı için bütçede yıllık aidat miktarını aslında 120 milyon Lira olarak öngörmüştü. Ancak 35 üyenin imzaladığı bir önerge ile genel kurulda aidatın 200 milyon Liraya çıkartılması talep ediliyordu. Genel kurullarda alışılageldiği gibi üyeler hep aidat miktarının azaltılması yönünde oy kullanırlarken, bu kez belki Kulüp tarihinde ilk defa aidat miktarının yükseltilmesi, üyelerce talep ediliyordu.
Önerge lehine önce Adnan Gürkaynak söz alarak, Rekreasyon Yatırım Projesinde yönetimi desteklemek gerektiğini ve tesislerin bir an önce tamamlanabilmesi için Kulübe finansman kolaylığı sağlanmasının gerekliliğini vurguluyordu. Arkasından Atacan İncili ve Cenk Tükel’in aynı yönde destekleyici konuşmalarından sonra yapılan oylamada büyük çoğunlukla aidat 200 milyon Liraya çıkartılmış oldu.
Kuşkusuz bu artışın mali kaynak yaratma yönünden etkisi çok büyük oldu. Örneğin 2001 yılı için bütçede 450 milyar Lira toplam aidat geliri öngörülmüşken, 2001 yılında 728 milyar Lira aidat geliri elde edildi. Böylece 278 milyar Lira ek finansman sağlanmıştı. Aynı şekilde aidat miktarının takip eden yılda da aynı seviyede kalması, yatırıma ve özellikle nakit akışına büyük rahatlık sağlayacaktı.
Yönetim, aidatı sadece iki yıl için yükseltmemeyi üyelere taahhüt etmesine rağmen, uyguladığı akılcı nakit yönetimi ve yarattığı ek mali gelirlerle, beş yıl daha aidatı eski seviyede sabit tutabildi. Zaten havuz ve bağlı tesisleri hizmete açıldıktan sonra, Kulübün yıllık toplam gelirlerinde bir patlama yaşanmıştı.
Artık yarış pistine çıkılmış, koşu başlamıştı. Durmak veya zaman kaybetmek için hiçbir neden kalmamıştı. Detay, projeler mimari büro tarafından tamamlanarak, tesis ve eklentilerini gösteren büyük ölçekli bir maket hazırlandı. Olayın içine üyelerin girmesi, daha doğrusu atılan her adımı ve sorunu şeffaflık içinde paylaşmaları gerekiyordu.
Fakat asıl duyarlı olan konu, çevre sakinleri ve medya idi. Gerçi Kulübe bakan Ferit Tek Sokağı’nda oturanların çoğunluğunu üyeler oluştursa bile, manzaralarının kapanacağı yolunda duyabilecekleri kuşku üzerine yapacakları şikayet, atılacak her adımı durdurabilirdi. Bu nedenle sahil yolunu kullanan çevre sakinleri için Kulübün ön kısmına ve sahildeki arazinin en uç noktasına, tesislerin büyük ölçekli sanal bir görünümü asıldı. Özellikle vurgulanmak istenen husus, bu yolun, kullananlara hiçbir şekilde kapanmayacağı idi. Bu konuda Moda Muhtarı Oğuz Sarıcalı ve Moda Gönüllüleri ile de bir dizi toplantılar yapıldı. Onları da ikna etmekte oldukça zorlanıldı. Hemen herkes tesislerin göründüğü şeklinde kalmayacağı kanısındaydı.
Çevre apartmanlarda oturanlara ise aynı resim, bir yazı eşliğinde tek tek elden teslim edildi. Yazıda, Moda sahilinin bu yapılanma ile güzellik kazanacağı, bu değerli arazinin mezbele görünümünden kurtulacağı ve özellikle manzara kapatacak hiçbir tesisin yapılmasına onay verilmeyeceği hususu, bir çeşit taahhüt ediliyordu.
Bu açık yaklaşımın tartışmasız önemli yararları olmuştur. Fakat yine de inşaat faaliyetinin başlaması ile şikayet krizini önlemek mümkün olamamıştır. İnşaat makinelerinin hafriyat için sahaya girmesi ile birlikte resmi makamlara yazılı ve sözlü yakınmalar hemen başladı. Yetkililerden alınan bilgilerde, şikayetçi olanların arasında çevrede oturan Kulüp üyelerinin bulunduğunu duymak, yönetimi resmi dairelere karşı daha zor duruma sokuyordu. Hatta resmi kurumlar bile bu yakınmalardan bizar olmuşlardı. Gerçi bu olasılık hesapta olan bir konuydu. Ancak, uğraşılması ve akıllıca yönetilmesinden başka çare yoktu.
Yönetim kurulu inşaata başlamadan önce elinde yasal bir belge olması açısından, mahkemeye başvurarak arazi üzerinde bir tespit yaptırmak istedi. Yapılacak tespitte, arazinin bir rekreasyon alanı olduğu ve üzerinde yapılacak havuz gibi tesislerin bu niteliğe ters düşmeyeceği hususu resmi bir belgeye bağlanmış olacaktı. Nitekim Kadıköy 4. Sulh Mahkemesi Hakimliğinin kararı ile tayin edilen bilirkişiler hazırladıkları raporda; “... 39 pafta, 303 ada, 18 parsel sayılı arsa niteliğindeki rekreasyon alanı olan bölümü ekli krokide yeşil renkle boyalı R 1 ve R 2 alanlar olup, dosya içersinde krokisi bulunan, bu rekreasyon alanında gerek İmar Mevzuatı gerek Kıyı Yasası uyarınca, konaklama hariç, günü birlik turizm yapı ve tesisleri, açık spor alanları (tenis kortu, basketbol sahası, voleybol sahası, futbol sahası, yüzme havuzu v.s.) ile yeşil alanlar yapılabilmesi mümkün olduğu görüş ve kanaatindeyiz” dedikten sonra, konu mahkemece yapılan bir tespit ve yasal dayanağa bağlanmış oldu. Bu karar yönetime ciddi bir güç vermiş oldu.
Bu tür yasal işlerin yönlendirmesini, yönetim kurulu üyesi Ali Özkırış üstlenmişti. Kuruldaki hemen her üye, yetkin olduğu sahada, ek bir özel görev ve yetki alarak, sorunların üzerine gidiyordu. Örneğin inşaatın mimari boyutundan Uğur Gündeş ve acil tedarik işlemlerinden de Umran Tarhun sorumluydu. Yetkili üyenin verdiği kararın tartışılmadan yerine getirilmesi ve zaman kaybına müsaade edilmemesi, yönetimin vazgeçilmez temel kuralıydı. Bu sayede işler hız kazanmıştı.
2001 yılında patlayan ekonomik krizin etrafı toz duman haline getirmesi, hayret edilecek bir şekilde yönetimi korkutmamıştı. Aslında her sektör ciddi bir belirsizlik içinde, bir gün sonra neler olacağı bilmez durumdaydı. Hele parasal faktörler tam bir karanlığın içine girmişti. İnşaatın önemli girdisi olan çimento ve demirin ulaşacağı fiyatlar ise tahminlerin dışına taşmıştı. Buna rağmen, yönetim kurulunun önde gelen sloganı ile “Olumsuzlukları daima olumlu şekilde yorumlayıp, olumsuzluktan fayda yaratmaya mecburuz” şeklinde kabul edilmiş, iyimserlik her zaman ön planda tutulmuştur.
İnşaat işinin ihalesi için pek çok firma masaya çağrılıp uzun pazarlıklar yapılıyordu. Yönetim bu aşamada ekonomik kriz gerçeğini çok etkili kullandı. Belki de işin, başlangıçta ön görülen maliyetin çok altında bitmesinin nedeni, burada yatıyordu. Sonuçta kaba inşaat, İZ İnşaat A.Ş.’ye verildi. Bugün hala Kulübün önemli yapı işlerini bu firma tarafından üstlenilmesi, arada doğan güvenin güzel bir uzantısıdır.
26 Kasım 2001 cumartesi günü inşaata kazma vuruldu. Toprak dolgu alanı olduğu için makineler çok kolay çalışıyordu. Havuz bölgesinde deniz seviyesinin altına, yani kayalık katmana inmek zarureti vardı. Böylece havuzun alt kapalı alanlarında da yaklaşık 6 metre yüksekliğe yaklaşan kullanım alanları elde edilecekti.
14500 m3 kazı yapılarak, araziden toprak atıldı. Eğer Kadıköy Arıtma Tesisi inşaat halinde olmasaydı, toprak atma işini Moda sokaklarından yapmak kesinlikle mümkün olamazdı.
Kazıda o kadar derine inilmişti ki, kış aylarının yağmurları, arazide bazı toprak kaymalarına neden oldu. Böyle bir olasılık hiç hesapta yoktu. Hemen işin uzmanları ile toplanıldı. Karar ankraj, yani yatay düzeyde metrelerce derinlemesine girilerek, demir kostrüksiyonlu çimento enjeksiyonu yapılacaktı. Sorunu ENKA Kuruluşu KASKTAŞ üslendi. Firma teknik yönden bu zor işi büyük bir titizlik ve çok ehven fiyatla yapıp, Kulübü önemli bir sıkıntıdan kurtardı. Üyemiz ve şirket genel müdürü olan Mehmet İbrahimiye’nin, bu konudaki katkıları hep teşekkürle hatırlanacaktır.
Kaba inşaatın çok hızlı yürütülmesi gerekiyordu. Hedef olarak nisan 2002 tarihi öngörülmüştü. Gerçekten bir ay gecikmeyle mayıs sonunda kaba inşaat tamamlandı. Ancak şikayetlerin ardı arası kesilmiyordu. Henüz konu basına yansımadı derken, 5 Şubat 2002 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde Deniz Som, Kulübü ciddi şekilde suçlayan bir yazı kaleme almıştı.
Yazının başlığı “Moda Deniz Kulübü’nün Kaçak İnşaatı” başlığını taşıyordu. Makale aynen, “Moda Deniz Kulübü, dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın kulüp üyeliğine dayanarak 1950’lerde Moda’da kıyıyı işgal ederek yeni bir lokal binası inşaatına başlatmıştı... 27 Mayıs 1960’da Bayar ve Demokrat Partinin iktidardan gidişi ile kaçak inşaat ilk katında durdurulmuştu... Fakat 1980’lerin başında Orgeneral Kenan Evren’in askeri iktidarında Moda Deniz Kulübünün kaçak inşaatına göz yumularak özel bir “af” getirilmiş ve lokalin tamamlanmasına ortam yaratılmıştı... 1990’larda ise Kıyı Yasasına göre kıyıda kamuya ait alana çivi bile çakamazken Moda Deniz Kulübü, Kadıköy Sahil Yolu için doldurulan alanı bile işgal etmiş; halkın yürüyüş yolunu kesebilmişti... Şimdilerde yeni bir sayfa açılıyor... Kıyı yasasına göre kesin inşaat yasağı olan kıyıdaki alanda Moda Deniz Kulübü yüzme havuzu yapıyor. İnşaat yasadışı... İnşaat dağ başında değil, herkesin gözü önünde... Yetkililer İstanbul’un göbeğindeki bu kaçak inşaatı niye görmüyor; niye gereği yapılmıyor? Yanıtı belli... Çünkü aynen 1950’ler ve 1980’lerde olduğu gibi 2000’lerin kamu otoritesi de Moda Deniz Kulübünün lokalinde ağırlanıyor!” şeklindeydi. Açıkça birileri hızını alamayarak, Deniz Som’a yanlış ve kasıtlı bilgiler vermişti. Suçlamalar altından kalkılmayacak kadar ağırdı. Cumhuriyet Gazetesi hemen aranarak, randevu alındı ve Kulübün tapuları ve diğer belgeler incelemesi için Deniz Som’a önceden gönderildi.
Ertesi gün başkan Altan Edis ve Ümran Tarhun, konuyla ilgili diğer belgeleri de yanlarına alarak, Deniz Som’u ziyarete gittiler. En fazla üzerinde durulan konu, Kulübün kamu arazisinde işgalci durumda olmadığının belgelendirilmesiydi. Deniz Som, Kulübün açık tavrından memnun oldu. Ertesi gün 8 Şubat 2002 tarihli yazısında, “... Moda Deniz Kulübü hakkında yazdıklarımdan dolayı Moda Deniz Kulübü’nün tüm yönetici ve üyelerinden kamuoyu önünde özür diliyorum. Moda Deniz Kulübü yöneticileri geldiler ve belgeleri ortaya koydular... Her şey yasal... Bir kere kapı gibi tapuları var. 1950’lerde kıyının işgali söz konusu değil. Marmara’nın azgın dalgaları gelmiş; kıyıyı aşındıracağına toprak doldurmuş ve 10 dönüme yakın bir arazi ortaya çıkmış; o sırada Zeki Rıza Sporel ve arkadaşlarının kurduğu Moda Turistik Otel ve Tesisleri Ltd. de bu araziyi mülkiyetine geçirmiş... Niye bu şirket? Çünkü şirketin orada tapulu arazisi var... Arazi her ne kadar üsteki sokaktan kıyıya inen 60 derece eğimli bir uçurum ise de uçurumun altı, dalgaların taşıdığı toprakla genişlemiş ve kocaman bir parsel olmuş... Dolgu alanının, kamyonlarla taşınan toprakla kazanıldığını iddia edenler çıkmışsa da devletin mahkemeleri toprağı dalgaların taşıdığına karar vermiş... Böylece dalgalar dik yamaçlı kıyıları doldurmaz aşındırır; düz kıyıları nehir yatakları doldurur gibi iddiaların asılsızlığı da mahkeme kararıyla belgelenmiş... Bu arada dolgu alanının bir kısmının Hazine’de kalması uygun görülmüş... Sonrasında Moda Deniz Kulübü, hem şirketin varislerinden tapulu araziyi satın almış, hem de Hazine’nin arazisini 29 yıllığına kiralamış. Mülkiyet üzerinde söylenebilecek tek söz yok; işgal yok; kıyının doldurulması yok! Şu sıralar yapılmakta olan yüzme havuzu ise Kadıköy 4. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin görevlendirdiği bilirkişinin raporuna ve Kadıköy Belediyesi’nin verdiği onaya dayanıyor...” şeklinde bir düzeltme yazısı yayınladı.
Ancak yazı biraz alaycı bir üslupla keleme alınmıştı. Ayrıca içinde yine yanlışlar vardı. Örneğin denizin dolgusu olarak iddia edilen yer Hazine’ye, Turistik İşletmelerin “ben doldurdum” dediği parseller ise şirkete tahsis edilmişti. Oysa, Deniz Som olayı tersine çevirerek, sarkastik tavrını sürdürmüştü.
Tartışmayı uzatma, yarayı kanatmaktan başka sonuç sağlamayacaktı. Ayrıca bu tür yanlışlara rağmen, yazının içinde önemli doğrular da vardı. Kulübün lehine olan taraf, inşaatı tapulu malı üzerinde yaptığı gerçeğinin vurgulanmasıydı. Bu amaç da neticede sağlanmıştı.
Bu tatsız deneyimden sonra, medyada başka yazıların çıkmasına mahal vermeden, birkaç yazar ve kuruluş ziyaret edilerek, gerçek durum kendilerine detayları ile önceden aktarıldı. Bu girişimlerin yararı dokunmuş olacak ki, inşaat boyunca göze çarpan önemli bir haber, medyada yer almadı.
Kaba inşaat tamamlandıktan sonra, 2002 yazında bugünkü otoparkın denize açılan kısmındaki rıhtım inşaatı bitirildi. Otopark sahası ve giriş yolları kilitli taşlarla döşendi.
FARKLI BİR BOYUTA DOĞRU
Hedef, tesislerin 2003 yılında açılmasıydı. Kış ve bahar aylarında yoğun bir faaliyet vardı. Fazla dikkat çekmemesi için tesislerin üst kısmında yer alan mutfak ve soyunma odaları bölümü en sona bırakılmıştı. Çevreyi rahatsız etmeyecek şekilde bu bölümler de hızla tamamlandı. Mayıs ayına doğru artık tesis bütünü ile ortaya çıkmıştı. Üyemiz Mustafa Toner’in her zaman övgü ile hatırladığımız üstün gayret ve mimari yeteneği ile uzun yıllar Kulübümüze hizmet verecek güzel bir eser yaratılmıştı. Çevreden ve özellikle üyelerden övgü dolu sözler geliyordu. Bir akşamüstü Marmara Denizi’nin nispeten temiz bir yerinden tankerlerin getirdiği deniz suyu havuza boşaltılırken, çevresinde toplanan yönetim kurulu üyelerinin o güne kadar çektiği sıkıntı ve endişeler, yerini tatlı bir mutluluğa terk etmişti. Sadece Moda Deniz Kulübünün değil, tüm Moda semtinin çehresi değişmişti.
Girişilen işin büyüklüğü her şey bittikten sonra daha net anlaşılmaktaydı. İnşaatın tamamında 483 ton demir, 4.488 m3 beton, 5.980 m2 kilitli parke ve 3.800 m2 seramik kullanılmıştı. İnşaatın önemli bir kısmı denizde ve deniz seviyesinin altında gerçekleştiği için teknik zorluklarla da karşılaşılmıştı.
Tesisler 29 Mayıs 2003 cumartesi günü üyelerin kullanımına açıldı. Yoğun bir talep oluşmuştu. Artık Kulüpte üyelere, sabahın erken saatlerinden, gece yarısına kadar hizmet verebilecek olanaklar sağlanmıştı. Kulüp adeta bir tatil köyü havasına bürünmüştü. O hafta üyelere havuz kenarında verilen bir kokteyl ile başarı, hep birlikte kutlandı.
Tabii ki bu hareketliliğin ilk etkisi Kulübün gelirlerindeki artışta hissedilir oldu. Havuz sadece yaz mevsiminde kullanılmasına rağmen, Kulübün yıllık toplam gelirlerini bir önceki seneye göre % 50 oranında artırmıştı. Buna paralel yiyecek içecek gelirlerinde de çok önemli genişleme görülüyordu.
Kulübün 2003 yılı mali sonuçları yapılan yatırımların olumlu katkısını açıkça gösterir nitelikteydi. Takip eden yıl yapılan genel kurul toplantısında başkan Altan Edis üyelere hitaben, “... Ülkemizde son yılların en derin ekonomik krizinin yaşandığı, büyük işletmelerin dahi güçlükle ayakta kalabildiği bir dönemde bizler, 70 yıllık Kulüp tarihimizin en hacimli yatırımını gerçekleştirdik. Hem de hiçbir finansal dış desteğe gerek duymadan, borçlanmadan ve sadece öz kaynaklarımızı kullanarak. Üç yıl süren yatırım boyunca, yüzme havuzu ve bağlı tesisleri, rıhtımlar ve otopark alanları için toplam 2.6 trilyon TL (1.8 milyon dolar) ödeme yaptık. Yine büyük bir memnuniyetle ifade etmek gerekir ki, tesis açıldıktan iki ay sonra yatırım bedelinin tümü son kuruşuna kadar ödenmiş, işletmeye hiçbir mali yük bırakılmamıştır...” diyordu. Bu kadar yoğun ödeme yüküne rağmen 2003 yılı sonunda Kulüp, 768 milyar Lira da gelir fazlası elde etmişti.
Bu adım, 70. kuruluş yılını geride bırakan Kulübümüzü farklı bir boyuta taşımıştı. Hep uç uca denkleştirilmeye çalışılan mali yapı, köklü bir şekilde değiştirilmiş ve Kulüp artık girmelik ve aidat bağımlılığından kurtulmuştu. Artan gelirler işletme yönetimini bağımsızlaştırmıştı. Artık dernek gelirleri birikime ayrılabilir veya ek yatırımları kolaylıkla finanse edebilirdi. Kısacası Kulüp bir üst lige çıkmıştı.
Genel kurulda söz alan üyeler hep birlikte elde edilen bu başarıyı güzel sözlerle süslediler. Hatta Kulübümüzün de üyesi bulunan Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk yaptığı konuşmada, “... Kadıköy Belediye Başkanı olarak Moda Deniz Kulübünün çalışmalarını memnuniyetle izliyorum. Bu büyük adımdan sonra eski Kulüp binasının alınmasında yarar görüyorum. Moda Deniz Kulübünün her zaman emrinde ve hizmetinde olacağım... “ diyerek Kulüp yönetimine adeta hedef de veriyordu. Aslında Moda Deniz Kulübü Kadıköy Belediye Başkanına teşekkür borçluydu. Onun destek ve cesaret verici yapıcı tutumu olmasaydı, böylesine zor bir işi hayal bile etmek mümkün olamazdı.
2004 yılında yapılan genel kurul gündeminde seçim maddesi de vardı. Katılım listeleri salonda 980 kişinin bulunduğunu gösteriyordu. Kulüp Başkanlığına Altan Edis’in yanı sıra Orhan Atalay da ayrı bir liste ile adaylığını koymuştu. Demokratik bir ortamda yapılan konuşmalardan sonra seçim sonuçları ilan edildiğinde Altan Edis’in listesi ezici bir çoğunlukla seçimi yeniden kazandı.
Arada geçen sekiz yıllık bir süreçte bazı yönetim kurulu üyeleri oldukça yorulmuşlardı. Kendilerinin arzusu üzerine yapılan nöbet değişiminde yönetim kuruluna 2000 yılında K. Teoman Taşpınar, Kamil Berk, Uğur Gündeş, Ziya Kocainan, 2004 yılında ise Kazım İspahani, Mustafa Baler, Tuğrul Kudatgobilik, Yüksel Tiryakioğlu, Kenan Magripli ve Tülin Dinçel dahil oldular.
Bu görev değişiminden sonraki yıllarda da heyecan ve hedeflenen yatırımlar devam etti. Artık yönetimin başını ağrıtabilecek sorun pek kalmamıştı. Fakat herkesin gönlünün bir tarafında hala eski Kulüp binası yatıyordu. Hele binanın o bakımsız ve neredeyse bir yıkıntı haline dönüşmüş hali göze çarptıkça, üzüntü duymamak elde değildi.
Büyük yatırımdan sonra yönetim kurulunun önünde iki büyük hedef belirmişti. Bunlardan ilki Kulübün eski binasına sahip olması, diğeri ise 17 sayılı parselin satın alınmasıydı. 17 sayılı parsel için Hazineden alınan irtifak tapusunun süresi 2026 tarihinde sona erecekti. Sürenin dolması için daha 22 yıl vardı. Bu nedenle eski binayı almak, belki daha öncelikli olabilirdi.
Binanın mülkiyeti hala Mustafa Özkan’da bulunuyordu. Eski bina daha önce de belirtildiği gibi ikinci derecede tarihi eser konumundaydı. Bu nedenle Anıtlar Yüksek Kurulu kararlarına göre içinde ve dışında değişiklik yapılaması yasal olarak söz konusu değildi. Hatta, kayıkhaneyi bile değiştirmek olası değildi. Konuya bu şekilde yaklaşıldığında, yapılacak yatırımın geri getirisi çok olumsuz çıkmaktaydı.
Fakat buna rağmen, Kulübün kendi doğduğu yere sahip çıkması, oradaki anıları yeniden yaşatması, maddi olmasa da manevi yönden Moda Deniz Kulübü için anlam ifade edecekti.
Mustafa Özkan ile ilk konuşma Palm Beach’teki evinde yapıldı. Kulüp Başkanı Altan Edis’in, o tarihlerde kendisine yakın bir yerde olması güzel bir fırsat yaratmıştı. Görüşmede Mustafa Özkan, binaya 26 milyon dolar gibi astronomik bedel istedi. Nedeni sorulduğunda; 1980 yılında ödemiş olduğu 29 milyon Lirayı, o tarih itibariyle dolara endeksleyip, üzerine de yıllık %10 gibi net bir faiz koyduğunda, bu rakama ulaştığını ifade etti. Daha doğrusu Mustafa Özkan, Kulübün bu binayı satın alabilecek mali olanağı olmadığı inancındaydı. Onun için toplantıda, ödenmesi olanaksız bir bedel talep etmişti.
Fakat Kulüp yönetimi bu konuda kararlıydı. İkinci konuşma Kulüpte Mehmet Baler, K. Teoman Taşpınar ve başkanın bulunduğu bir toplantıda yapıldı. Bu kez Kulüp yönetimini biraz olsun kararlılığını göstermiş olacak ki, Mustafa Özkan fiyatı 15 milyon dolara çekti. Binanın hukuki konumu ve özellikle yıllarca kendisinin ruhsat yönünde verdiği zorlu mücadele hatırlatılarak, bu fiyatın da olamayacağı söylendi. Karşı teklif olarak da kendisine 5 milyon dolar önerildi. Bu konuşmadan sonra muhtelif kereler kendisi Yeniköy’deki yalısında ziyaret edildiyse de, en son indiği rakam 9 milyon dolar oldu.
Yönetim kurulu konuya önce mali yönden yaklaşmak zorundaydı. Ödenecek bu bedelden sonra harap vaziyette olan binayı, oturulur hale getirmek için yine, en az iki milyon dolarlık bir yatırım gerekiyordu. Netice de 600 m2 kapalı alanı olan ve kayıkhaneyi de aynı konumda kullanma zorunluluğu karşısında, yatırılan paranın geriye dönüşü, neredeyse olanaksızdı. Aynı hesapları herkesin yapabileceği varsayımı ile satın alma kararı askıya alındı. Ancak geçtiğimiz yıl bu bedel ödenerek binanın bir şahıs tarafından satın alındığını öğrendik. Dileğimiz, gelecek yönetimlerin eski binamıza sahip olma hedefinden kopmamalarıdır...
BAŞKANIN VEDASI
2005 yılı sonuna gelindiğinde Kulüp oldukça iyi bir konuma gelmişti. Görevde bulunan yönetimin işe ilk başladığı gün ile on iki yıl sonra ulaşılan yer arasında oldukça büyük bir mesafe kat edilmişti.
Bu süreçte yaşanan iki önemli ekonomik krize rağmen, Kulüp yaptığı yatırımları en hızlı ve güçlü şekilde geriye yansıtabilmişti. Hele bu çarpıcı gelişme, Kulübün kuruluş yılından o güne kadar karşılaştırılacak olunursa; 1994 yılına kadar yani 59 yılda sadece 663 milyon dolarlık aktif büyüklüğü yaratan Moda Kulübü, 1994 yılından başlayarak, son 12 yılda 8 kat büyütmüş ve aktiflerini 5.3 milyon dolara yükletmiştir. 1994 yılında 1 milyon dolar olan öz kaynaklar, 5 kat artarak, 4.8 milyon dolara ulaşmıştır. Maddi duran varlıklar (sahip olunan araziler hariç) ise 24 kat artarak, 4.6 milyon dolar olmuştur. Aynı doğrultuda Kulüp 12 yılda toplam 5.7 milyon dolar yatırım yapabilmiştir.
Başkan Altan Edis, 26.2.2005 tarihinde yapılan genel kurul toplantısında, 12 yıllık bir görev süresinden sonra, yani gelecek yıl başkanlığa aday olmayacağını belirterek, bu önemli göreve talip olacak üyelerin bir yıl önceden hazırlık yapmasını duyuruyordu. Nitekim kararlılığını göstererek, gelecek yılki seçimlerde adaylığını koymadı.
25 Şubat 2006 tarihinde yapılan genel kurulda başkan için vedalaşma zamanı gelmişti. Kürsüden,“Zor, fakat güzel günlerle dolu geçen on iki yıllık Moda Deniz Kulübü başkanlığı görevimden bugün ayrılıyorum. Bana tevdi edilmiş olan sorumlulukların bilinci içinde bu büyük kuruma layık olabilmek için elimden geldiği ölçüde çaba gösterdim. Bugün huzurluyum; çünkü bana gösterdiğiniz güvenin bir parçası olarak, teslim aldığım bu değerli emaneti, benden sonra tensip edeceğiniz arkadaşlarıma iç huzuru ile teslim ediyorum. Mutluyum; çünkü her şeyi birlikte paylaştık. Karşılaştığım sıkıntıları olduğu gibi sizlere aktardım; hemen yanımda yer aldınız ve mücadeleyi birlikte yaptık. Ortak çabamız yarınlara güzel bir Moda Deniz Kulübü bırakabilmekti. İnanıyorum ki, yarın çocuklarımız, bizlerden çok daha güzel sonuçlara imza attıklarında, bu günleri de hatırlayacaklardır... Değerli üyeler, Moda Deniz Kulübünün gelişme hızı, yenilikleri yaratma azmi, hiçbir zaman yavaşlamayacaktır. Ulaşmak zorunda olduğumuz çok büyük hedeflerimiz vardır. Özellikle deniz sporları konusunda gençlerimize çok şeyler borçluyuz. Çünkü Büyük Önder Atatürk Moda Deniz Kulübünü bu amaçlar için kurdu. Yıllarca yatları, kabayoleleri ile Moda Koyu’nu süsleyen Kulübümüz, yine o günleri yaşamak ve yaşatmak zorundadır. Eski Kulüp binamızı kesinlikle satın almalıyız. Zira geçmişten günümüze aktarabileceğimiz derin örf ve adetlerimiz, yarınlarımıza ışık tutacaktır... Geride bıraktığım on iki yılı her zaman çok güzel duygularla anacağım ve çok değerli bir anı olarak saklayacağım. Hoşçakalın.” diyerek anlamlı bir törenle, görevini yeni başkan K. Teoman Taşpınar’a devretti.
On iki yıl önce teslim alınan emanetin herhangi bir sürtüşme olmadan çağdaş ölçüler içinde görevi üstlenecek olan gelecek başkana devredilmesi, yaşayan Kulüp örf ve adeti kapsamında olumlu bir adım olmuştu. Yeni başkanın altı yıl gibi uzunca bir süre Altan Edis ile birlikte çalışması ve karşılaşılan sorunları birlikte göğüslemeleri, göreve gelen yeni yönetimin öncekinin devamı olacağının bir işareti idi.
Genel kurul toplantısının sonunda yapılan seçimlerde, adaylık yarışında olan başka liste olmadığı için, seçim kısa sürede sonuçlandı. Kulüp başkanlığına K. Teoman Taşpınar getirilmişti. Yönetim kurulu üyelikleri de Kazım İspahani, Osman Lakay, Mustafa Baler, Uğur Gündeş, Teoman Akünal, Tülin Dinçel, Ziya Kocainan ve Selim Ergüder’den oluşmuştu. Kulüp Komodorluğu önceki dönemlerde olduğu gibi Hıfzı Özcan ve Mehmet Baler tarafından temsil edilecekti.
2006 yılında da yatırımlara aynı hızla devam edildi. Bir yıl çok hızlı geçmişti. Mali genel kurulun 3 Mart 2007 tarihinde yapılması planlandı. Yönetim 2007 yılı için de yatırımlara devam etme kararlılığındaydı. Özellikle üst salonun Kulüp girişine bakan kısmında yapılması düşünülen genişleme için ciddi bir bütçe ayrılması gerekiyordu. Bu şekli ile üst salon tamamen yenilenecek ve denize açılan ön kısımda bir “lobi lounge” oluşturulacaktı. Böylece üyeler gün boyunca sakin ve manzaralı bir ortamda vakit geçirebilecekler, aynı zamanda iş görüşmeleri yapabileceklerdi. Bar ortamına girmeden üyelerin böyle bir yere şiddetle ihtiyaçları vardı. Elde edilecek genişlemeden de yararlanılarak, oyun salonu bu şekilde yola bakan yeni bölüme yerleştirilecekti. Bütün bu yatırımlar için bütçede 1 milyon YTL kaynak ayrılması öngörülmüştü.
Genel Kurulda konuşmaların ağırlıklı noktasını planlanan yatırımlar ve bunların finansman şekli oluşturdu. Başkan K. Teoman Taşpınar yaptığı açıklamada; “... 2007 yılı bütçesi gerçekten zor bir bütçedir. Girmelikler doyum noktasına geldi. Aidatlar sizin tarafınızdan takviye edilir ve zamanında ödenirse, sıkıntı yaşanmaz. 1994 yılından bugüne kadar çok büyük yatırımlar yapıldı. Bu Kulüp “inanılmazı” gerçekleştirdi. 3 büyük yatırımımız kaldı. Üst salonda lounge, yeni bir salon ve gelecek yıllarda da kapalı yüzme havuzunu onaylarınıza sunacağız. Bütçeyi yaparken aidat miktarını 275 YTL olarak öngördük. Yatırımlar süresinde bitirilmek isteniyorsa, beklentimiz aidat konusunda olabilir...” diyerek yönetim kurulu olarak aidatın yükseltilmesini istiyordu.
Daha sonra söz alan Altan Edis, “... Moda Deniz Kulübünde en zor konu aidat miktarını belirlemektir. Yönetimler bu konuda her zaman çekingendirler. Büyük olasılıkla bu yönetim de aynı sıkıntı içindedir. Eğer genel kurulumuz bu yatırımların yapılması konusunda hem fikir ise lütfen inanın, deneyimime dayanarak söylüyorum; bu bütçe ile planlanan yatırımların altından kalkılamaz...” diye destek vererek aidatların artırılması yönünde, yönetimi destekleyen görüş belirtti.
Üst salonda yapılacak genişleme inşaatı Kulüp için çok önemliydi. Başka bir deyimle Kulüp dışa doğru büyütülecekti. Bu inşaat da herkesin gözü önünde sürdürüleceği için yine çevreden şikayetlerin gelmesi çok olasıydı. Nitekim beklendiği gibi oldu. Aynen rekreasyon alanı yatırımında yaşandığı gibi resmi kurumlara epeyce açıklama yapılmak zorunda kalındı. İnşaatın hızla tamamlanabilmesi için çelik yapılandırma tercih edilmişti. Nitekim faaliyet üç ay içinde bitirilip yapılan bölümün üstü süratle kapatıldı. Kulüp böylece 300 m2 gibi çok önemli bir kapalı alan daha elde etmişti.
Kazanılan bu olanaktan yararlanılarak Kulüp girişi ve üst kat yerleşimi yeniden düzenlendi. Oyun bölümü yeni binaya kaydırılarak, ön tarafta deniz manzaralı şık bir lounge hizmete açıldı. Böylece üyeler özellikle kış aylarında sakin bir atmosferde Kulübün tüm güzelliklerini yaşayabilecekler ve misafirlerini bu görkemli salonlarda ağılayabileceklerdi. Aynı zamanda oyun salonunun kullanımı için geniş bir alan elde edilmişti.
O yıl Cumhuriyet Bayramı kutlaması da çok görkemli geçti. Atatürk Devrimlerine ve onun en büyük eseri olan Cumhuriyetimizin kuruluşuna, Moda Deniz Kulübü üyeleri her zaman gönülden bağlılıklarını göstermişlerdir. 29 Ekim tarihi de onlar için anlamı çok büyük olan bir kavramdır. Her yıl Kulübümüzün çatısı altında anlamlı bir coşku ile üyelerimizin bir araya gelmesinin onurunu, inanıyoruz ki bu Kulüp sonsuza dek yaşayacaktır.
1 Mart 2008 cumartesi günü yapılan olağan genel kurul toplantısında iki yılını dolduran yönetim için seçim maddesi yer alıyordu. Yönetime talip olan başka bir grup yoktu. Başkan 2007 yılında yapılan girişimleri üyelere özet olarak aktardıktan sonra görüşmelere geçildi. Ali Rıza Dizdar, Ergün Bilir, Tulga Erdoğru, Süreyya Gencal, Abdülkadir Kuşin, Ethem Borucu, Nezir Kırdar, Murat Özsunay, Fevzi Kale, Yılmaz Gürkan, Adnan Gürkaynak ve Oğuz Dağdeviren söz alarak Kulüp faaliyetleri ve mali sonuçlar hakkında görüşlerini sundular.
Gündemin diğer maddeleri de tamamlandıktan sonra seçimlere geçildi. K. Teoman Taşpınar ikinci dönem için de başkan seçildi. Bu kez yönetime Fikret Tümen, Necla Pur ve Tuğrul Kudatgobilik katıldılar.
2008 yılının önem arz eden çalışmalarından birisi de tüzük değişikliğiydi. Kulübümüz tüzüğünün değiştirilmesine üç yıl önce yüksek divan kurulu toplantısında karar verilmişti. Bunun için toplantıda bir Tüzük Komitesi oluşturuldu. Temel hedef Kulübün daha çağdaş ve ileriye dönük sosyal ve yönetsel gereksinimlerini karşılayabilecek bir tüzükle yönetilmesi amaçlanmıştı. Yapısal değişiklikler hedef alındığı için çalışmalar uzun bir zamana yayıldı. Neredeyse tüzüğün mevcut bütün kurumları gözden geçirilecek, uygulamada sorun yaratan veya yaratabilecek konular masa üstüne yatırılacaktı.
Her çağdaş kurum gibi zamanın değişen koşullarına ayak uydurmaya Moda Deniz Kulübünün de gereksinimi vardı. Günümüzün temel yönetim koşulları içinde yer alan kurumsallaşma, şeffaflık, hesap verilebilirlik ve yetki devri gibi ana konular yönünden, tüzük hükümleri gözden geçirilmek zorundaydı.
Tüzük komitesi ve yönetim kurulu iki yıla yakın yoğun bir çalışma ile tüzüğümüzde gerekli değişiklikleri yaparak, kurumsallaşma yönünde önemli adımlar atıldı. Özellikle Kulüp mali tablolarının uluslararası muhasebe standartları gözönünde tutularak ikinci bir denetimden geçirilmesi kuralının tüzükte yer alması, Moda Deniz Kulübünün artık çok büyük bir kurum olduğunun göstergesini oluşturuyordu.
Geçtiğimiz son iki yılın baş ağrıtan diğer bir konusu da binamızın yaşlanma sorunu idi. Neredeyse 20 yılı aşkın bir süre açıkta kalan kaba inşaata, hatırlanacağı üzere 1983 yılında apar topar geçilmiş, dayanıklılık konusunda ciddi bir inceleme yaptırılamamıştı. Oysa deniz etkisinin yarattığı tahribat tartışılmazdı. Nitekim geçtiğimiz yıl temeller kontrol edildiğinde, tabiat koşullarının getirdiği olumsuzluklar, bütün ciddiyeti ile görüldü. Yönetim vakit geçirmeksizin önemli bir bütçe ayırarak en ileri teknikle temelleri güçlendirmek zorunda kaldı.
Kulüp binasının konumu yönünden yönetimler, yıllar boyu Kulüp gelirlerinin önemli bir bölümünü, binanın tamir ve bakım gideri olarak ayırmak durumunda kalmışlardır. Üyeler tarafından pek fark edilmeyen bu çabaları, belki de Kulübümüzün sahip olduğu doyumsuz güzelliklerin bir bedeli olarak görmek daha doğru olacaktır.
YÜKSEK DİVAN KURULU
1994 yılında kulüp yönetimine seçilen kurul, verdikleri yoğun mücadelenin yanı sıra, kulüp işlerinin biraz daha kurumsal bir yapı içinde sürdürülmesinin yararlı olacağı düşüncesindeydi. Çözüm yollarında sıkıntıya girildiği zaman ilk başvurulup görüş alınan insanlar Kulüpte kıdem yaşı önde gelenler oluyordu. Onların deneyimi ve Kulübün geçmişte yaşadıklarını yakından bilmesi, yönetime hep yol gösterici nitelikteydi.
Daha önceki bölümlerde de değindiğimiz gibi 1994 yılına kadar yönetim kurulu ve özellikle Kulüp Başkanı, danışmak istedikleri konularda adına “Şura” denilen kıdemli üyeler ile toplantılar düzenlemişlerdi. Bu toplantıların tüzük yönünden hiç bir kurumsal niteliği yoktu. Başkan Zeki Rıza Sporel döneminde kendiliğinden oluşmuş bir uygulamaydı. Şura toplantıları genellikle seçim öncesi yapılır, Kulübün sorunlarının tartışılmasından ziyade, yönetimde görev alacak isimler üzerinde mutabakat sağlamaya yarardı. Oysa bu deneyimin ardından kurulan Yüksek Divan Kurulu ise Kulüp organları içinde yer alan, belirli işlevlere sahip nitelikteydi.
26 Mart 1995 tarihinde yapılan genel kurul toplantısında başkan Altan Edis, “30 üyelik yılını doldurmuş üyelerimizden bir Yüksek Divan Kurulu oluşturarak, köklü Kulüp geleneklerimizin bozulmadan devamını sağlamayı veya yönetim kurullarının gerekli gördükleri takdirde bu kurula danışarak kendilerini daha rahat hissetmelerini sağlamayı hedefledik...” diyerek üyelerin bu konudaki görüşünü almaya çalışıyordu. Konuya tüm üyeler çok olumlu yaklaştılar. Yapılan tüzük değişikliği önerisinde yer alan Yüksek Divan Kurulu’nun, Kulübün bir organı olması 1995 yılında oy birliği ile kabul edildi.
Başkanlık görevini Kulüp Kıdemli Komodorunun yürüttüğü Kurul, bir danışma organı olarak görev üstlenmişti. Kulübün yürütme işlevine müdahale etmesi, hiçbir şekilde düşünülmemişti. Bu niteliği ile yönetim kurulu, dileği zaman Kuruldan görüş isteyebilecek ve yönetim özellikle Kulüp genel politikalarını ilgilendiren konuları uygulamaya koymadan önce, konuyu Yüksek Divan Kurulu’nun müzakeresine açmak zorunda olacaktı. Bunun yanı sıra önemli görevlerinden birisi de derneğin bina ve çevresinde geleneksel değerlerin korunması ve güçlenmesine özen göstermekti. Seçilen yönetimlerin, Kulüp üyelerinin görüşünü almadan, Kulübün iç ve dış görünümünde diledikleri değişiklikleri yapması, zaman içersinde rahatsız edici olmuştu. Bazı Kulüp değerlerinin kalıcılığını muhafaza etme yönünden kurula böyle bir işlevin verilmesi gerçekten yararlı olmuştur.
Bu güne kadar Kulübün karşılaştığı her önemli sorun, istisnasız olarak Yüksek Divan Kurulunda tartışılmış ve bu yönde çok hayati tavsiye kararları alınmıştır. Üyelerinin eski yıllarda yaşanmış olan dalgalanmaları çok yakından tanımaları ve hatta bazı üyelerin o yılların yönetiminde yer almış olması, yönetim kurullarına hep cesaret vermiştir. Örneğin rekreasyon yatırım projesi, belki yönetim kurulunda tartışıldığı kadar, Yüksek Divan Kurulunun da gündemini işgal etmiştir. Bunun yanı sıra tüm tüzük değişiklikleri en ince detayına kadar bu kurulda tartışılarak olgunlaştırılmış ve daha sonra genel kurulların onayına sunulmuştur. Bunun en güzel örneğini Yüksek Divan Kurulunun, Komodorumuz Faruk Ilgaz’ın başkanlığında 13.2.1999 tarihinde yapmış olduğu 11. toplantı oluşturur. İlk köklü tüzük değişiklik önerisi bu toplantıda çok uzun saatler tartışılmış ve gerekli müdahaleler yapıldıktan sonra ilk genel kurula sunularak, yürürlüğe konmuştur.
Bu toplantılarda yapılan konuşmalar tutanaklar halinde arşiv kayıtlarımızda bugün mevcuttur. Aynı zamanda ses kayıtları olarak da saklanmaktadır. Yapılan konuşmalara ve tartışmalara, tekrar oluşturacağı endişesi ile burada değinmek istemiyoruz. Ancak ilginç görüşlerin yer aldığı bu tutanaklar, yakından irdelenerek gelecekte başka derlemelere vesile olabilir. Yapılacak böyle bir çalışma, inanıyoruz ki Kulübümüzün tarihine çok daha yakından ışık tutmuş olacaktır.
Yüksek Divan Kurulu üyeliği 9 Nisan 2002 tarihinde yapılan genel kurul toplantısında her ne kadar 20 yıllık bir kıdeme indirilmişse de dört yıl sonra yeniden 30 yıllık üyelik kıdemi esas alınmıştır.
2009 yılında yapılan genel kurulda Yüksek Divan Kurulunun işlevleri yeniden gözden geçirilmek zorunluluğunda kalınmıştır. Kurul bu kez biraz daha kontrol ağırlıklı görevler üstlenmiştir. Yapılan tüzük değişikliği ile her şeyden önce Kulübün onur temsilcisi olan komodor sayısı, ikiden bire düşürülmüş ve seçimi de tamamen Yüksek Divan Kurulunun iradesine bırakılmıştır. Böylece bu güne kadar seçimlerde başkanın listesinden aday gösterilerek gerçekleştirilen komodorluk seçiminde önemli bir yapısal değişiklik yapılmış oluyordu.
Yüksek Divan Kurulunun üstlendiği diğer bir önemli değişiklik de yönetim kurulu tarafından kendisine intikal ettirilen bağımsız denetim şirketi ve yeminli mali müşavirlik şirketlerinin sunduğu mali raporları irdelemek ve gerekli görmesi halinde de raporlar doğrultusunda hareket etme yükümlülüğüdür. Mali yapıda oluşabilecek bozulmalar veya dengesizlikler halinde, başta komodor olmak üzere Yüksek Divan Kurulu, hemen gerekli önlemleri alabilecek duruma getirilmiştir.
BİTİRİRKEN
8 Nisan 1935 tarihinde yaşama ilk adımını atmış olan bu güzide kurumun, “Dünden Bugüne” olan gelişmesini sizlerle paylaşmaya çalıştık. Görüldüğü gibi Kulübümüzün yaşam sürecinde çok görkemli anıların yanı sıra, zaman zaman hepimiz için üzüntü kaynağı oluşturabilecek olaylar da karşımıza çıktı. Aslında üzerinde durulması gereken o kadar ilginç konu ve anı var ki, keşke hepsini burada tek tek ele alabilseydik. Fakat bunların büyük bir kısmını yazamadık. Tek neden yeterli bilgi ve belge kıtlığıdır. Eksik veya yanlış yazmaktansa, hiç değinmemeyi özellikle yeğledik.
Buna rağmen yazılanların içinde gerek ele alınışları yönünden, gerekse yapılan yorumlar nedeniyle gerçeklerden sapmalar olasıdır. Bu kaçınılması zor olan gerçeği en aza indirmek için elden geldiği ölçüde geçmişte söylenenleri ve yazılanları kitapta “doğrudan alıntı” halinde sizlerle paylaşmayı tercih ettik. Kuşkusuz pek çok üyemize bu tür bir yaklaşım sıkıcı gelecektir. Ancak sonradan yapılması olası itirazları aza indirebilmek için böyle bir yöntem, bizce kaçınılmaz olmuştur.
Hemen fark edileceği üzere, çalışmamızda daha çok geri planda kalmış olaylara ve bu nedenle pek çok üyemiz tarafından bilinmediğini var saydığımız gerçeklere ışık tutmaya çalıştık. Bu nedenle anlatılanlar, Kulüpteki günlük yaşamı oluşturan anılardan ziyade, Kulübün yönetim anlayışını ön plana çıkarır nitelikte ele alınmıştır. Bu tür bir yaklaşımın, gelecek yıllarda Kulüp geçmişinin incelenmesine gereksinim duyulması halinde, biraz olsun kolaylık sağlayacağı görüşünde olduk.
Bunun yanı sıra, özellikle son 10-15 yıl içinde Kulübümüze katılan değerli yeni üyelerimizin belki pek çoğu, Kulübümüzün hangi yollardan geçerek bugünlere geldiğini bilmiyor olabilir. Başvurabilecekleri yeterli kaynak da olmayınca, Moda Deniz Kulübü onlar için büyük olasılıkla, ancak bugünkü boyutları içinde anlam ifade edebilir. Oysa yaşadıkları çatının altında, bugün üyelerimizin gurur duyacakları fevkalade önemli bir yaşamı paylaştıklarını, hatta bunun da ötesinde 75 yıllık bir geçmişin önemli bir parçası olduklarını, bu çalışma ile hissetmelerini istedik. Geçmiş bilinmeden ve yeterince özümsenmeden, bugünü anlamak pek mümkün olamıyor.
Geçmişte kalan bu anlamlı günleri, siz üyelerimizle paylaşırken, “Kulüp” kavramı için hep tek boyutlu bir yaklaşımın ve değerlendirmenin öne çıktığını gördük. Başka bir anlatımla, Moda Deniz Kulübünün, bazı üyelerimiz yönünden zamanın güzel ve dertsiz biçimde geçirilmesini istedikleri bir yer olarak algılandığı hissine kapıldık. Yenen güzel bir yemek, yaşanan keyifli bir gece, arkadaşlıklar, sohbetler, tatlı çekişmeler ve gruplaşmalar... Kulüp denince, ağırlıklı olarak akla, hemen böyle veya benzeri bir sahne geliyor. 75 yıllık bir tarihsel yaşam hakkındaki değer yargılarımızı da bu pencereden bakarak oluşturduğumuz izlenimine kapıldık. Aynı şekilde bugün de, “Nerede o eski güzel Kulüp günleri” derken, büyük olasılıkla, Kulüpte yaşanan şıklık ve yaz akşamlarının büyülü güzelliği, belleğimizde ilk canlanan resmi oluşturmaktadır. Fakat nedense, pek çoğumuzun aklına, duvarın öte tarafına bakmak gelmiyor. Böyle olması, bizce de bir ölçüye kadar çok doğal.
Ancak Moda Deniz Kulübü geçmişinde, günlük yaşam ve eğlence kadar, diğer taraf da, yani duvarın arkası da çok önemli. Hatta biraz abartılı sayılsa bile, bu tarafı yeterince bilmeden ve hissetmeden, günlük yaşamın keyfini anlamlı olarak sürmek, biraz zor gibi geliyor bize. Bilmiyoruz, acaba kalabalık bir yaz akşamında, mutfak personelinin yaşadığı olağanüstü stresi ve sıkıntıyı, o güzel geçen gecede hiç aklınızdan geçirdiniz mi? Ödemeleri zamanında yapabilmek için yönetimin yaşadığı zorlukları acaba kaçımız düşünmüştür? Kulübün mali yönden ayakta kalma mücadelesi verdiği günlerde, krizden çıkış yolları üzerinde tartışmak için kaçımız, ne kadar zaman ayırmıştır? Denebilir ki, işin bu tarafı üyeleri pek ilgilendirmez...
Hayır; biz, asla bu görüşte değiliz. Kanımızca, Moda Deniz Kulübü, üyelerinin sadece bir araya geldiği bir “Buluşma Noktası” olmamalıdır. Onun çok ötesinde, köklü bir tarihi paylaşan, çatısından temelindeki taşına kadar sorunlarını yakından izleyen, birlikte gülen, birlikte üzülen, yani ona hayat veren tüm üyelerinin, yönetimlerinin ve çalışanlarının oluşturduğu bir birliktelik olarak görmek gerekir. Bu nedenle, Moda Deniz Kulübünün üyeleri, yöneticileri ve tüm çalışanları birbirinden ayrılması mümkün olmayan bir bütündür.
İşte bu nedenle, “Dünden Bugüne”yi yazarken, hep geride kalan veya kolayca unutulan olayları ön plana çıkarmaya çalıştık. Gördük ki, 75 yıllık süreçte, bu sis perdesinin içinde kalan başarı ve sorunlara nedense pek ilgi duyulmamış. Ancak bıçak kemiğe dayandığı zaman, sorunların üzerinde biraz durulur olmuş. O da maalesef sayılı üyeler tarafından, sadece genel kurullarda gündem konusu haline getirilerek değinilmiş. Bir ölçüde geminin güvertesindeki eğlenceli yaşam, makine dairesine veya geminin rotasına daha baskın çıkmış...
Eğer bu vesile ile çalışmamızda değinilmeye çalışılan konular, üzerinde düşünülmeye değer bulunur ve bu mütevazı kitabı gelecekte diğer kitaplar ve araştırmalar takip ederse, verilen çabalar daha anlamlı hale gelecektir. Eğer üyelerimiz, geçmişe bakarak ilgi ve heyecanlarını Kulübün sorunlarına daha derinden odaklama fırsatını bulabilirlerse, kuşkusuz gelecek günler daha da ışıltılı olacaktır. Aksi takdirde ihtimal dahi olsa, oluşabilecek bir yabancılık, yeniden istenmeyen sıkıntılara davetiye çıkartmaktan geri kalmayacaktır.
Kulübümüzün kuruluş amacında tartışmasız denizcilik yatar. Fakat ne yazık ki 1970’li yıllardan sonra yavaş yavaş bu gayeden uzaklaştığımız görülür. İlk günlerdeki anlatılması zor olan o coşkunun giderek söndüğünü görmek, bugün bizleri üzmekte ve düşündürmektedir. Neden böyle oldu? Acaba bu gidiş önlenemez miydi?
Kuşkusuz, gelinen bu sonuç için pek çok gerekçe sıralamamız mümkündür. Her şeyden önce üye sayımızın yıllar itibariyle hızla artması, yatçılık ve denizciliğimizde yaşanan yabancılaşmaya neden olarak gösterilebilir. Fakat biz bu olgunun temel sebep olduğu görüşünde değiliz. Kanımızca asıl neden, kuruluş yıllarından sonra artarak kendisini gösteren parasal sorunlarda yatmaktadır. İtiraf etmek gerekir ki, Kulüp yönetimleri mali yönden güçlenmeye maalesef yeteri kadar özen göstermemişlerdir. Daha doğrusu mali yapı genellikle göz ardı edilmiştir. İniş ve çıkışların hep bu sorunun düğümlendiği noktalarda kendisini gösterdiğini görüyoruz. Aynı şekilde yönetimsel zafiyetlerin baş gösterdiği ve Kulübün temel felsefesinden tavizlerin verildiği dönemler de, ne yazık ki bu zamanlara rastlamaktadır.
Bu nedenle bugün Kulübümüzün başarı ile ulaştığı mali güçten, gelecek yıllarda asla taviz vermememiz gerekmektedir. Bu hedef gerçekleştiği sürece yönetimlerinin de başı daha az ağrıyacaktır. Günümüzde yönetim kurulumuzun denizcilik ve yatçılığa dönük anlamlı girişimleri, bir bakarsınız yarın Kulübümüzü eski günlerimize, yani önünde sıra sıra yatların demirlediği manzaralara taşıyabilir. Belki bugün kaçırılmış gibi görünen eski Kulüp binası satın alınarak, güzel anıları hatırlama yerine, onları yeniden gerçek mekanında yaşama fırsatı elde edebiliriz. “Arzu iktidardır” derler, neden olmasın...
Söz mali konulardan açılmışken, öncelikli hedefin bugün Hazine’ye ait 17 sayılı parselin Kulübümüz tarafından satın alınması olmalıdır, diye düşünüyoruz. Önceki bölümlerde Kulübümüzün yer konusunda ne tür zorluklarla karşılaştığını vurgulamaya çalışmıştık. Hiç şüphesiz bu dertlerin çok büyük kısmı artık gerilerde kaldı. Fakat karşımızda duran bu sorunu da çözmek zorundayız. Başta üyelerimiz olmak üzere, yönetimlerin bu parselin tapusunu almak üzere hiçbir fedakarlıktan kaçınmamaları gerekecektir. Bugün küçük gözüken fakat yarın bizlere sıkıntı yaşatacak olan bu konunun da en akılcı şekilde kısa zamanda çözümleneceğine gönülden inanıyoruz.
Görüldüğü gibi uğraşmak ve mücadele vermenin sonu yok. Bunca yıllık koşuşmadan sonra bugün yeniden sıralamaya kalkışılsa, önümüze daha nice hedefler ve arzuların çıktığı görülecektir. Tartışmasız, Kulübümüz için yarınlar daha da güzel ve anlamlı olacaktır. Tek gereksinimiz el ele vererek, yönetimlerle beraber bütünlüğümüzü pekiştirmektir.
Satırlarımızın sonuna yaklaşırken, hepimiz aynı geminin içinde bu kurumun daha nice yıllar denizlerde başarılarla yol almasını diliyoruz. Büyüklerimiz önemli mücadeleler vererek Moda Deniz Kulübünü bu günlere taşıdırlar. Kurucumuz Büyük Önder Atatürk’ün dünya görüşü ve Türk Milletine armağan ettiği devrimler, Moda Deniz Kulübünün temelini oluşturmuştur. Onun adı ve gösterdiği yol, bizim vazgeçilmez rotamızdır. Örnek bir sivil toplum kuruluşu olarak, bu umdeden vazgeçmeden, bu güzel Kulübü tanımlamaya çalıştığımız yarınlara taşımak, daima en önde gelen görevimiz olacaktır.